Adab Nedir

Adab Nedir ? Adab Ne demek ?

1-)ÂDÂB

Ahlak, terbiye ve nezaket kuralları. Birini ziyafete davet etme manasını ifade eden edep, İslam'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Bu itibarla edep, insanların kendisine davet olunan bilumum hayır, zarafet, usluluk ve güzel ahlak demektir. Seyyid Şerif, (et-Tarifat) adlı eserinde edebi, "bütün hata türlerinden kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibarettir" diye tarif etmektedir. Edeb, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir. "Nefs edebi" ve "ders edebi" olmak üzere ikiye ayrılan edeb'in birincisi acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edeb, ikincisi ise daha sonra elde edilen ve "mekarim-i ahlak"* (güzel ahlak) olarak da isimlendirilen edebtir .

Ayrıca münazara-mübahase ilmini içine alan bir edeb türü daha vardır ki, alimler bunu "edeb-i bahs" diye isimlendirirler. Edeb'in bu türü ilmi münazaralarda tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlaki kaideleri ihtiva etmektedir. Yakın zamanlara kadar medreselerde bir ilim dalı olarak okutulagelmiştir.

Fıkıh ıstılahına göre ise edeb, "Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir." Daha geniş ifadesiyle Allah'ın ve Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir.

Âdab fıkhi terim olarak ele alındığında 'sünnet-i gayr-i müekkede' hükmündedir. Onun için bu davranışta bulunana sevap yazılır, yapmayana ise günah yoktur. O yüzden adab bazen nafile, * bazen müstehap, bazen mendub, bazen de tatavvu' ve fazilet kavramlarıyla eş anlamda kullanılır. Âdab kaideleri Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından tavsiye ve teşvik edildiği için yapılan bu davranışa müstehab adı verilir. Yapıldığında bir sevap kazanmak söz konusu olduğundan buna mendub denir. Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için buna tatavvu' adı verilmiştir. Fıkhi bir terim olarak farz ve sünnetlerden sonra ibadetlerin adabı anlamında bu anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir. Mesela abdestin farz ve sünnetleri sayıldıktan sonra "Âdabu'l vudu", namaz için "Âdabu's-salat" terimleri kullanılmıştır.

Edeb'in çoğulu adab'tır. En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek olan edeb ve ahlak, Kur'an'da öğretilen ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünneti ile tatbik edilip yaşanan adabtır.

Kainatı en mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah, yaratıkları içinde insanı en güzel bir kıvamda yaratmıştır. (et-En, 95/4) Diğer yaratıkları da onun istifadesine vermiştir. Böylece insanı alem için hakim duruma getirerek onu muhatab ve mükellef kılmıştır. Peygamberleri vasıtasıyla saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir. Her şeyi mükemmel olarak yaratan Allah, insanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını bildirmiştir. Dolayısıyla Allah'ın bize öğrettiği edeb ve ahlak, değişmeyen en güzel ve doğru ahlaktır. Bu ahlakı en güzel şekilde yaşayan da Hz. Peygamberdir (s.a.s.): "Gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzeresin." (Kalem, 68/5) ayeti ile Allah'ın iltifatına mazhar olan Hz. Peygamber kendi hakkında "Ben, ahlakın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim." (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk, 8) buyurmuş ve Kur'an'dan ibaret olan güzel ahlakını hayatında yaptığı tatbikatı ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir. "Onun şahsında Allah'ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça hatırlayanlar için güzel edeb ve ahlak numuneleri vardır. " (Ahzab, 33/21).

Her konuda olduğu gibi, güzel ahlak konusunda da örneğimiz olan Hz. Peygamber (s.a.s.) ahlakça insanların en güzeli idi. Peygamberimiz güzel ahlakı tarif ederken şöyle buyurmuştur: "İyilik güzel ahlaktır; fenalık da, kalbin yatışmadığı ve halkın duymasını hoş görmediğin şeydir." buyurmuştur.

"İnsanların en hayırlısı ahlakça en güzel olanıdır." "Kıyamet günü müminin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz ve her halde Allah, çirkin ve kötü sözlü kimseyi sevmez. " "İmanı en olgun kimseler, en güzel ahlaklılardır. En hayırlılarınız, kadınlarına hayırlı olanlardır."

"Bir mümin güzel ahlakıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine erişir.", "Güzel ahlak güler yüz hayırlı işlerde el açıklığı, bir de kimseye eziyet etmemektir. " buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.), Ebu Hureyre'nin (r.a.) bir sorusu üzerine, Allah'tan korkmanın ve güzel ahlaklı olmanın Cennet'e girmeye sebep olacağını, güzel ahlaklı bir insana Cennet'in yukarı kısmında bir ev verileceğini, Peygamber'e en sevgili olan insanın ve Kıyamet'te onun meclisine en yakın olacak insanın ahlakı güzel olan kişi olacağını bildirmiştir. (Riyazu's-Salihin, 1/49-54).

Muhaddisler, Hz. Peygamber'in bizzat yaşadığı ve ümmetine tavsiye ettiği edeb ve ahlak kaidelerini ihtiva eden hadisleri, tasnif ettikleri hadis kitaplarında "Kitabu'l Edeb", "Babu'l Edeb" gibi başlıklar altında toplamışlardır. (bk. Buhari Edeb; Müslim Edeb, Muvatta Hulk...) Buna ilaveten İmam Buhari "El-Edebu'l Müfred" isimli kitabını, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) ahlaki yaşayış ve emirleri ile ilgili hadislerini derleyerek meydana getirmiştir.

Edeb, insanlara karşı bütün davranış ve muamelelerinde terbiyeli ve ahlaklı olmaktır. Selam vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek, sakal* bırakmak gibi nice İslami edebler vardır ki, bunlar Hz. Peygamber'in birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir.

Rivayetlerle sabit olan edeb ve güzel ahlak hakkındaki Peygamberi emirler bütün ümmeti ilgilendirdiği için edeb verme ve terbiye etme konumunda olan her kişinin bu emirleri önce şahsında tatbik etmesi, daha sonra da terbiyesi altında bulundurduğu kişileri bu güzel ahlak ile ahlaklandırmaya çalışması gerekir. "Ey inananlar, nefsinizi ve ehlinizi tutuşturucusu taşlar ve insanlar olan ve kafirler için hazırlanmış bulunan Cehennem ateşinden koruyunuz." (Tahrim, 66/6) buyuran Cenab-ı Allah hem nefsimizi hem de elimiz altında yetiştirmekle mükellef bulunduğumuz çoluk çocuğumuzu Allah ve Peygamberi'nin razı olduğu güzel ahlak ile ahlaklandırarak bu suretle Cehennem'in azabından korumamız gerektiğini ifade etmiştir.

Her insan, elinin altında bulundurduğu kimselerin her türlü hak ve hukukundan eğitim ve öğretiminden, terbiyesinden, sorumludur. (Tecrid-i Sarih trc., Hadis no: 487) Ebeveynin evlad üzerindeki eğitiminin önemi hakkında Allah'ın Rasulü: "Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Bundan sonra anası, babası onu Yahudi yaparlar, Nasrani yaparlar, Mecusi yaparlar. Nitekim behime, derli toplu bir behime olarak doğurulur. Siz kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde kulağı, dudağı, burnu, ayağı, kesik olanını hiç görüyor musunuz? " buyurmuştur. (Müslim, Kader, 25) Hadisi rivayet eden Ebu Hureyre devamla: "İsterseniz şu ayeti okuyunuz" dedi. "O halde sen yüzünü bir muvahhid* olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (er-Rum, 30/30) Zikredilen ayet ve hadisi şerif, insanın fıtraten temiz ve saf olduğunu, ahlakın en güzeli olan İslam'ı kabule kabiliyet ve istidatlı bulunduğunu ortaya koyar. Ancak, insana verilen yanlış bir eğitim onu kötü ahlak sahibi ve inançsız bir insan durumuna getirir. Bu nedenle çevrenin ve ebeveynin çocuk üzerindeki te'dib terbiyesi tartışılmayacak kadar önemlidir. (Müslim, Kader, 22) Allah insanı fıtraten temiz yarattığı halde onun fıtratına uygun edebi verme işini babaya havale etmiştir. Babanın evlada en güzel ve kalıcı hediyesi, onu iyi terbiye etmesidir. Terbiye edilmiş salih bir evlad ölümünden sonra da baba için hayırlı amellerin yazılmasına sebep olur.

Ebu Hüreyre, Allah Rasulü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Ona rastladığın zaman kendisine selam ver, seni yemeğe davet ederse icabet et. Senden öğüt isterse öğüt ver. Aksırır da Allah'a hamd ederse "yerhamükellah" (Allah sana merhamet etsin) de. Hastalanırsa kendisini ziyaret et. Ölürse cenazesinde hazır bulun." (Buhari, Cenaiz, 2; Müslim, Selam, 4-6).

Hadiste yer alan edebler:

1) Rastladığı zaman din kardeşine selam vermek. İslam alimlerinin çoğuna göre selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Başka hadislerde selamın yaygınlaştırılması ve bunun toplumda karşılıklı sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olacağı bildirilmiştir.

2) Davete icabet etmek. Bu davet düğün, sünnet cemiyeti ve benzerlerini kapsamına alır. Düğün davetine "velime" * denir ki, buna icabet vacibtir. Çünkü hadiste "Her kim velime davetine icabet etmezse Allah'a ve Resulü'ne isyan etmiş olur." (el-Askalani, Buluğu'l-Meram Trc. A. Davudoğlu, IV, 315) buyurulmaktadır. Diğer davetlere icabet menduptur. Çünkü onlar hakkında velimede olduğu gibi tahdid yoktur.

3) Öğüt isteyene öğüt vermek. İstemeden nasihatta bulunmak menduptur. Çünkü hayra ve iyiliğe delalettir.

4) Aksırır da "elhamdülillah" derse, bunu işiten "yerhamükellah" der. Hadiste: "Biriniz aksıracağı zaman hemen iki avucunu yüzüne koysun ve bunlarla sesini kıssın." (Ebu Davud, Edeb, 90) buyurulur. Aksırık tekerrür ederse, üç defaya kadar "yerhamükellah" (teşmit) da tekrarlanır. Aksırık insan için bir nimettir.

5) Hasta ziyareti yapmak. Hasta ziyaretini farz-ı kifaye sayanlar varsa da, İslam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre menduptur. Bunda hastayı tanımakla tanımamak ve hısım olmakla olmamak aynıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) müslüman hastalar yanında gayr-ı müslim hizmetkarını ve amcası Ebu Talib'i ölüm döşeğinde ziyaret etmiştir. Hizmetçi, bu ziyaret bereketiyle İslam'a girmiştir.

6) Cenazede bulunmak. Cenaze tanıdık olsun veya olmasın hazır bulunmaya çalışmak gerekir.

Ebu Hüreyre'den rivayet edilen başka bir hadis şöyledir:

"Kendinizden aşağı olana bakın. Sizden daha üstün olana bakmayın. Çünkü bu türlü hareket Allah'ın size olan nimetini küçümsememeniz için daha uygundur."

İnsanoğlu genellikle kendisinden üstün bir kimse görünce onun gibi olmak ister ve Allah'ın kendisine verdiği nimetleri küçümser. Ötekine yetişmek için bu nimetlerin artmasını diler. Fakat dünya işlerinde kendisinden aşağı olanların durumuna bakarsa, elindeki nimetin kadrini bilir ve şükreder. Başka bir hadiste "Biriniz mal ve yaratılış (hilkat)ça kendinden üstün birini gördü mü, kendinden aşağı olana bakıversin." (Buhari, Rikak, 30; Müslim, Zühd, 8; Tirmizi, Libas, 38)

Nevvas b. Sem'an (r.a.) Allah Rasulü'ne birr ve ism'in anlamını sormuş, o, şu cevabı vermiştir: "Birr, ahlak güzelliğidir. İsm ise, kalbini rahatsız eden ve başkalarının bilmesini istemediğin şeylerdir."

Güzel ahlak şu hadiste tarif edilir: "Güzel ahlak, güler yüzlü olmak ve eziyet etmemektir." (el-Askalani, a.g.e., IV, 321)

İbn Mes'ud (r.a.) Allah Rasulü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Eğer bir yerde üç kişi iseniz, kalabalığa karışmadıkça, ikiniz ötekini bırakarak gizli bir şey konuşmasın. Çünkü bu, onu üzer." (Müslim, Selam, 26, 27, 28; İbn Mace, Edeb, 50).

İbn Ömer, Rasulullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir kimse birini yerinden kaldırarak oraya kendisi oturamaz. Lakin açılın ve genişleyin. ", "Bir kimse yerinden kalkar da sonra o yere dönerse, orası için başkasından daha fazla hak sahibidir." (Müslim Edeb, 21; Ebu Davud, Edeb, 28-139).

İsraftan sakınma ve nimetin kadrini bilme ile ilgili bir hadis şöyledir: "Birinizin lokması yemekte yere düşerse, üzerindeki bulaşığı gidersin ve yesin, onu şeytana bırakmasın."

Selamlaşmada adab: Ebu Hüreyre'den, Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve sayıları az olanlar çok olanlara selam versin. " (Buhari, İsti'zan, 4-7; Müslim, Selam, 1, Edeb, 46; İbn Hanbel, III, 444) Hz. Cabir (r.a.)'den: "Yaya giden iki kişi karşılaştıklarında hangisi önce selam verirse o daha fazla ecir kazanır" hadisi rivayet edilmektedir .

Ahlak, hulk kelimesinin çoğuludur ve Arapça bir kelimedir. Huy, tabiat manasında kullanılır. İnsanın yaradılışından gelen ve cemiyet içinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, insanın yaradılışından gelen bu hususiyetler, Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'te sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan iyi ve güzel davranışların bütünü. Zıddı, ahlaksızlıktır .

Her toplumun kendi sosyal yapısına göre ahlak anlayışı vardır. Bir topluma göre ahlaki bir davranış kabul edilen bir fiil bir başka topluma göre ahlaksızlık olarak kabul edilebilir. İslam dışı toplumlarda flört ve zina gibi fiiller normal bir olay kabul edildiği halde, İslami toplumlarda bu durum, Allah'ın emri ile haram kılınmış, en büyük ahlaksızlıktır. Öyleyse müslüman toplumumuza göre ahlak ve ahlaksızlığın ölçüsünü Allah'ın yasakladığı ve yasaklamadığı fiiller olarak kabul ederiz.

Şamil İA

Âyet ve Hadisler Işığında Âdab-ı Muaşeretten Örnekler

-Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü açık kalbli olmak. Allah iyi huylu güler yüzlü kimseyi sever.

-Herkes ile güzel görüşmek, halka eziyet vermekten sakınmak. "Müslüman diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir."

-Kötülüğe karşı iyilikte bulunmak ve halkın eziyetlerine karşı sabırlı olmak. Allah katında sıddikların mertebelerine erişmek için zulmedeni affetmek, irtibatı kesenle irtibat kurmak esirgeyene esirgemeden vermek gerekir.

-Küskünlüğe, dargınlığa, düşmanlığa son vermek. Müslümanın müslümanla üç günden fazla dargın durması helal değildir.

-Dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak. Yalan söylemenin caiz olduğu yerlerden biri, dargınların barışmalarını sağlamak için söylenen yalandır. Bu da sadaka vermek kadar hayırlı bir iştir.

-İnsanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları örtmeye çalışmak. Başkasının kusurunu arayan, önce kendi kusurunu görmelidir. Başkasının kusurunu örten bir müslümanın kusurunu da Allah örter ve onu affeder.

- Dostlar birbirlerini arkalarından müdafaa etmelidir, haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmelidirler. Kardeşine yardımda bulunana Allah da yardım eder.

-İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret uyandırmamak, dedikodu yapmamak. Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terketmek.

-Her insanla, kapasite ve mevkilerine göre konuşmak. Cahille ilmi konuşma yapılamayacağı gibi, alimle de cahille konuşulduğu gibi konuşulmaz. İnsanlara akıllarına göre hitap edilmelidir.

-Büyüklere hürmet ve saygı; küçüklere, düşkünlere şefkat ve merhamet; özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek İslam'ın esaslarındandır. Allah ana babaya saygısızlık bir tarafa "öf " demeyi dahi yasaklamıştır. Başkasına merhamet etmeyene merhamet olunmaz.

-Herkes hakkında hayır dilemek ve, yardımda bulunmak müslüman kardeşliğinin bir özelliğidir. Ancak bu yardımlaşma kötülükte değil, iyilikte olmalıdır. Mümin kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de arzu etmelidir. Kendini kötülüklerden koruduğu gibi etrafındakileri de korumaya çalışmalıdır.

-Selam, müslümanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasında önemli bir araçtır. Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Peygamberimiz (s.a.s.) selamı yaymamızı, tanısak da tanımasak da her müslümana selam vermemiz gerektiğini bununla da imanımız olgunluğa erdiği için Cennet'e gireceğimizi müjdelemiştir. Bu nedenle gençler ihtiyarlara, binek üzerinde olanlar yürüyenlere, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere, bir kişi çok kişiye selam vermelidir. Selama daha güzel bir şekil de karşılık vermek gerekir. "es-Selamu aleykum" diyene "ve aleykumu'sselam ve rahmetullahi ve berekatuhu" denmelidir. Verilen selamı alma durumunda olmayana selam vermek mekruhtur. Yemek yiyene, namaz kılana, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene selam verilmemelidir. Kafirlere selam verilmez. Açıktan açığa Allah'ın emrini çiğneyen ve bu halinde ısrarlı olana da selam verilmez. Topluma verilen selama bir kişi karşılık verirse, diğerlerinin selam alma sorumluluğu kalkar. Selam getiren birinden selamı almak, mektupta yazılı selama ya mektupla ya da o anda sözle karşılık vermek gerekir. Eve girerken ev halkına selam verildiği gibi ayrılırken de selam vererek ayrılmak faziletli bir iştir. Boş bir yere girilirken de "es selamu aleyna ve ala ibadillahi's-Salihin" diyerek selam verilir. Selam, müminin mümine yaptığı hayırlı bir duadır. "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. " Manasına gelen selamlaşmanın yerini basit kelimeler tutmaz.

-Karşılaşan iki müslüman birbirlerinin ellerini tutarak müsafaha* eder, Peygamber'e (s.a.s.) salavat okur, hal hatır sorarlar. Bu durumda olan kişiler henüz birbirlerinden ayrılmadan Allah onlara mağfiret eder.

-Aksırana karşı hayır dua etmek. Aksıran kişi "elhamdülillah"der, yanındaki müslüman "yerhamükellah" yani "Allah sana merhamet etsin " diye dua eder, aksıran kişi de "yehdina ve yehdikumullah " yani Allah bizi de sizleri de hidayete daim kılsın" diye karşı duada bulunur. Buna "teşmit" denir.

Müddessir suresi 4. ayetinde "Giydiklerini temizle. Kötü şeylerden sakın" şeklinde temizlik emredilmektedir. Giydiklerini temizlemek kalbi, ahlakı ve ameli temizlemeden kinaye olarak kullanılmaktadır. Elbiseyi giyen şahsın ve onun dokunduğu her şeyin temizliği Kur'an ahlakına uymanın gerektirdiği bir temizliktir. Her türlü nefsani arzulara, şeytani hileler ve alışkanlıklara maruz kalan bir ortamda Kur'an'ın öngördüğü temizliğe dikkat etmek ve onu gerçekleştirmek insana büyük bir izzet kazandıracağından maddi ve manevi yönden temiz olmayan kimselerin kirlerine bulaşmadan ayrılmak mümin için önemli bir davranıştır. Batıl inanışları, kötü adet ve alışkanlıkları cahiliyyet halkının daldığı ve insanı lekeleyen ve ahirette sorumlu tutacak her türlü batılı terketmek Kur'an ahlakının istediği muaşeret edeplerindendir.

Gönlün temiz tutulması da Kur'an-ı Kerim'de emredilmiştir. "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu, kulak göz ve kalb bunların hepsi o şeyden sorumludur."(el-İsra, 17/36) buyrulması bunun açık delillerindendir.

-Müslüman gittiği meclise temiz elbiseyle gitmelidir. Yaşlı ve bilgili kimselerden üstte oturmamalı, kendine söz düşmedikçe konuşmamalı, söylenilen faydalı şeyleri dinlemelidir. Sonradan gelenlere yer vermeli, birbirlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmalıdır. Meclisten ayrılırken arkadaşlarından izin alarak ve selam vererek ayrılmalıdır.

"Ey inananlar, toplantılarda size 'yer açın' denince yer açın ki Allah da size genişlik versin. 'Kalkın' dendiği zaman da hemen kalkın ki Allah içinizde inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, işlediklerinizden haberdardır." (el-Mücadele, 59/11) buyrularak bir toplum kuralı belirtilmiş olmaktadır. Bu kural cemiyet ve cemaat muaşeretindendir.

- Müslümanlar uygun zamanlarda mümin kardeşlerini, büyüklerini ve yakın akrabalarını ziyaret etmeli, onların gönüllerini hoş etmeye çalışmalıdır. Ancak ziyaretin, çok uzun ve usandırıcı olmamasına özen göstermelidir. Ziyarete gelenlere imkan nisbetinde ikram etmelidir. Allah'a ve ahirete inanan, misafirine izzet ve ikramda bulunmalıdır.

- Müslüman, din kardeşinin davetine icabet eder, ziyaretinde bulunur. Böylece aralarında muhabbet artmış olur. Peygamber (s.a.s.), "Sizden birinizi kardeşi düğün yemeğine veya benzer bir ziyafete davet edince icabet etsin." buyurmuştur. Ancak bu tür yerlerde Allah'ın yasakladığı içki ve benzeri şeyler bulunuyorsa oraya gitmemelidir. Kötülükleri engelleyeceğine kanaat getirirse, gidebilir. Merasimler külfetten ve gösterişten uzak olmalıdır.

- Müslümanlar, din kardeşleri yanlarına geldiklerinde, hürmet olsun diye ayağa kalkabilirler.Âlim zatların ellerini öpmek caizdir. Ancak dünyalık bir menfaat elde etmek için el öpmek, boyun bükmek, hele hele dalkavukluk yapmak asla doğru değildir. Büyüklerin huzurunda yerlere kadar eğilmek ve yeri öpmek haramdır.

-Müslümanlıkta komşuluğun büyük ehemmiyeti vardır. Komşu haklarına son derece riayet etmeli, onlara zarar verecek her türlü hareketlerden kaçınmalıdır. Kötülüklerinden, komşusu emin olmayan kimse gerçek mümin olamaz.

- Hastaları ziyarette bulunmak, onların afiyetlerine dua etmek dini bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde: "Beş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vazife olur. Bunlar da, verilen selamı iade, aksırana hayır dua, davete icabet, hastayı ziyaret ve cenazeleri mezara kadar takip etmektir. " buyurmuştur. Müslümanlar, vefat eden din kardeşlerinin cenazelerini kabirlerine kadar üzüntülü ve düşünceli götürür kabre defnederler, haklarında rahmetle duada bulunurlar. İmkan buldukça müslümanın cenaze namazını da kılmalıdır. Kabirlerini ziyaret ederek haklarında hayır duada bulunmak bir vefa borcudur. Ancak kabir ziyaretleri İslami ölçüler içerisinde olmalı, aşırı ta'zim hareketlerinden sakınmalıdır. Kabir ziyareti insana ölümü ve geleceğini hatırlatır, uyanmaya vesile olur.

- Evlere ve odalara girerken usule riayet etmek gerekir. Cahiliye devrinde evlere hücum edilircesine girilirdi. Ziyaretçi eve girer ve girdikten sonra da 'girdim' diye seslenirdi. Çok defa, ev sahibinin ailesiyle onları başkasının görmesi doğru olmayan halde, kadın veya erkeğin avret yerlerinin açık olduğu olurdu. Bu hal, üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi evleri emniyet ve huzurdan yoksun bırakırdı. Ayrıca gözler tahrik edici yerlere takıldığı zaman nefisleri bu şekilde fitneye sürüklerdi. İşte bu sebepten dolayı Allah müslümanları yüksek bir adab-ı muaşeretle terbiye etmiştir. Evlere girmeden izin isteme adabı ve ev halkına güven verip onlardan kuşkuyu gidermek için girmezden evvel selam verme adabını getirmiştir.

"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyiniz. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız." "Eğer orda kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir..." (en-Nur, 24/27-28). Aynı şekilde erginlik çağına erişmemiş çocuklarla hizmetçilerin başkalarının odalarına girerken izin almaları yolunda eğitilmeleriyle bunların girmesinin ancak hangi vakitlerde olabileceği de belirtilmiştir:

"...Sizden henüz erginlik çağına erişmemiş çocuklar üç vakitte sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğlenden sonra elbisenizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunun dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. " (en-Nur, 24/58).

İşte böylece İslam, gerek başkaları için gerek ev halkı için çiğnenmesi asla doğru olmayan özel bir dokunulmazlık koymuştur. İslam'da devletin temeli aile olduğundan, insanlar evlerinde yabancı kimselerin ani baskınlarına maruz bırakılmaz. Ancak ev sahiplerinden izin isteyip, onların müsaadesi alındıktan sonra girilebilir.

-Müslümanın davranışları yumuşak ve yavaş olmalıdır. Bu muaşeret kuralı için Kur'an-ı Kerim'de tavsiye ve emir buyrulan açık ve anlaşılır şu ayet ne güzeldir:

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." (Lokman, 31/18-19).

-Müslüman doğru sözlü olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, Müminlerin doğru ve dikkatli konuşmasını, söyleyecekleri sözü ölçülü ve bu sözün nereye varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte ve onları salih amele yol açan güzel söz söylemeye yönlendirmektedir. Çünkü Allah, doğruların, doğru sözlülerin yardımcısıdır. Doğru sözlülerin hareketlerini hatadan korumayı, işlerini düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükafat olarak vadetmiştir. Bu güzel davranışı yerine getiren müminin hatalarını Allah'u Teala'nın bağışlaması ne engin bir rahmettir. İnsanoğlunu da ancak Allah'ın bu bağış ve rahmeti kurtarabilir:

"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir başarıya erişmiş olur. " (elAhzab, 33/71)

- Müslüman israf etmemelidir. İsraf, herhangi bir şeyi gereğinden fazla kullanmak demektir. "...Yeyin, için fakat israf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez." (el-A'raf, 7/31) buyurulmaktadır. Yine "...Allah, israfçı ve yalancı kişiyi hidayete erdirmez. " (el-Mü'min, 40/28) düsturu yer almaktadır. En'am Suresi 141. ayeti de yine bu hükmü beyan etmektedir: "..İsraf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez."

İnsan iyilik yaparken de israf yapmamalıdır. "..onlar infak ettikleri zaman bile israf etmezler." (el-Furkan, 25/67)

Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir surette görüşüp konuşmak, kendisine emanet edilen sırlara ve eşyaya hainlik etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevazi olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkaniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek, hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terkederek yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevi duygularına hakim olmak her türlü bela ve musibetlere sabretmek, bir işte azim ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlak dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak, bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişare'de bulunmak, yaptığı iyilikleri başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur. Bunlara riayet etmek İslam'ın ortaya koyduğu muaşeret adabındandır.


2-)Âdaba riayetsiz hizmetin faydası yoktur. (Muhammed Ma'sum Faruki)


3-)Aktöre.


4-)(Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlak ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlaka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına layık olamazlar, edepsiz olurlar.(Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vaciptir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garra'da tafsilatiyle beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevafil nevindendir. Nevafil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, "adab" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid'a denilemez. Fakat adab-ı Nebevi'ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve adat), muamelat-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın tevatürle malum olan harekatına ittiba etmektir. Mesela: Söylemek adabını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi halatın adabının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere "adab" tabir edilir. Fakat o adaba ittiba eden, adatını ibadete çevirir. O adabdan mühim bir feyz alır. En küçük bir adabın müraatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamı tahattur ettiriyor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi İslamiyet alametleri olan ve şeaire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, adeta hukuk-u umumiye nev'inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilan edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsi farzlardan daha ehemmiyetlidir. Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam ferman etmiş: $ Yani : "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş." Evet Siyer-i Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin envaını, Cenab-ı Hak, Habibinde cem'etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder. L.) (Osmanlıca'da yazılışı:adab)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Adab kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Adab kelimesi anlamı 602 defa okunmuştur. [241422] Adab kelime anlamı, Adab nedir, Adab ne demek, Adab sözlük anlamı

Paylaş