Anayasa Nedir

Anayasa Nedir ? Anayasa Ne demek ?

1-)Alm. Grundgesetz (n), Konstitution (f), Fr. Constitution, İng. Constitution. Devletin esas kuruluşunu, devletin kişilerle ve kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerindeki temel hak ve hürriyetlerini belirten, tanınan bu hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyecek yasama ve yargı sistemini kuran temel kanun. Anayasaya aykırı kanun çıkarılamaz ve hiç bir kimse ve organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasada umumiyetle devletin temel siyasi ve idari organizasyonu ile vatandaşların temel hak ve hürriyetleri, devlete karşı vazife ve mükellefiyetleri tesbit edilir. Birçok ülkede anayasa bu maksatla teşkil edilmiş kurum (Kurucu Meclis) tarafından hazırlanmıştır. Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilemeyeceği anayasa hükmü olarak yer almıştır.

Anayasının çeşitli hükümleri arasında çok geçen ve varlığı özellikle belirtilen kuruluşlara “Anayasal Kuruluşlar”; Anayasanın bütün hükümlerinin normal biçimde işlemesine “Anayasal düzen”; çıkan kanunların ve yöneticilerin icraatlarının anayasaya uygun olmasına “Anayasa’nın üstünlüğü”; anayasanın vatandaşlara tanıdığı temel haklara ise “Anayasal haklar” denir.

Avrupa’da ilk yazılı Anayasa 1628 yılında İngiltere’de hazırlanmıştır. Türkiye’de ise ilk yazılı Anayasa rejiminin temeli; 1808 Sened-i İttifak, 1839 Gülhane Hatt-ı Humayunu ve 1856 Islahat Fermanı ile atılmıştır. İlk yazılı Anayasa 1293 Kanun-i Esasisi adı altında Midhat Paşa ve aynı düşüncede olanların gayret ve çalışmaları ile 23 Aralık 1876’da Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından ilan edilmiştir. Yeni Anayasa, padişah tarafından tayin edilen Ayan üyeleri ile seçimle gelen meb’uslardan kurulu iki meclisli bir parlamento meydana getirmiştir. Meclis-i Ayan ve Meclis-i Meb’usandan oluşan meclise, “Meclis-i Umumi” adı verilmiştir.

O zamanki parlamentoda Meb’usların % 40’ı Türk’tü. Türk olmayanların çoğu ise Osmanlı Devletini parçalamak için açıktan faaliyet gösteriyorlardı. Meb’uslar arasındaki derin anlaşmazlık ve Osmanlı Devletini bölme ve yıkma faaliyetlerinin tehlikeli bir noktaya gelmesi üzerine, 1877 Şubat başında Padişah, Anayasa’da yer alan bir maddeye dayanarak meclisi tatil etti. Böylece Anayasa’yı yürürlükten kaldırmış oldu.

Hareket Ordusunun İstanbul’a gelmesi ve İttihat Terakkici’lerin iktidarı ele geçirmeleri üzerine 23 Temmuz 1908’de Anayasa yeniden yürürlüğe kondu. 1908’de faaliyete geçen meclis, Osmanlı Devletinin bölünmesini ve yıkılışını önleyemedi. Hatta daha da hızlandırdı.

Sultan İkinci Abdülhamid Han, yaklaşan Birinci Dünya Harbinde tarafsız kalarak, harbin sonunda güçsüz kalan taraflardan kaybedilen Osmanlı topraklarının bir kısmını yeniden ele geçirmeyi devletin temel politikası yapmıştı.

1908’de zorla iktidar olan İttihat ve Terakki ise, Almanya’nın galip geleceğine inanarak emr-i vakiler ile savaşa sokarak Osmanlı Devletinin yıkılmasına sebep oldu.

İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgali üzerine, ikinci Osmanlı Meclisi 18 Mart 1920’de tatil kararı aldı. 11 Nisan 1920 günü Sultan Vahideddin Han meclisi fesh etti. 23 Nisan 1920’de Ankara’da çalışmalarına başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir Anayasa’nın hazırlanması çalışmalarına hemen başladı. Temsili rejimin bir uygulama şekli olan “Meclis Hükümeti” sistemini getiren 24 maddelik bir Anayasa kabul edildi. Bu Anayasa, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’dur.

İstiklal Harbi’nin kazanılmasından sonra, devletin kuruluşunu ilgilendiren temel değişikliklerin olmasından dolayı yeni bir Anayasa hazırlandı. 24 Mayıs 1924’te Resmi Gazete’de neşredilerek yürürlüğe giren bu Anayasa 105 maddeden ibaret olup, tek meclisli parlamento getirdi. Silahlı Kuvvetlerin 27 Mayıs 1960 günü yönetimi ele almasına kadar bu Anayasa yürürlükte kaldı. Bu zaman zarfında esasa ve şekle ait bazı değişiklikler yapıldı.

27 Mayıs 1960’ta işbaşına geçen Milli Birlik Komitesi TBMM’ni feshetti. 6 Aralık 1960 günü seçilen “Kurucu Meclis”, 27 Mayıs 1961’de yeni Anayasa’yı kabul ederek, 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sundu. 6 milyon 348 bin 191 evet oyu (% 61.50) ile kabul edildi. Hayır diyenler ise 3 milyon 934 bin 370 idi (% 38.50). Yeni Anayasa, 3 Temmuz 1961 günü 344 sayılı kanun olarak Resmi Gazete’de neşredilip yürürlüğe girdi. Bir başlangıç, 157 madde ve 11 geçici maddesi bulunan ve iki meclisli bir parlamento getiren Anayasa’daki ilk değişiklik 8 sene sonra 6 Kasım 1969’da yapıldı. 1961 Anayasasında en önemli geniş değişiklikler 12 Mart 1971 muhtırasından sonra oldu. 10 yıllık uygulamanın ışığı altında 11, 15, 19, 22, 26, 29, 30, 32, 38, 46, 60, 64, 89, 111, 114, 119, 120, 121, 124, 127, 134, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 147, 149, 151 ve 152. maddeleri olmak üzere 35 maddesi değiştirildi. 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetlerinin idareye el koymasından sonra, bazı istisnai maddelerle yeni Anayasa’nın 7 Kasım 1982 tarihinde kabulüne kadar yürürlükte kalmıştır.

1982 Anayasası “Danışma Meclisi” ve “Milli Güvenlik Konseyi”nce hazırlandı. 7 Kasım 1982 günü halk oyuna sunuldu. 1.626.431 “red” oyuna karşılık (% 8.63), 17.215.559 “Evet” oyu ile (% 91.37) kabul edilmiştir. Başlangıç, 177 madde ve 16 geçici maddeden ibarettir. Anayasa’nın genel esasları, 1. kısımda, 1-11 maddelerinde belirtilmiştir. Üçüncü kısım, Cumhuriyetin temel organlarını ve çalışma esaslarını tesbit etmektedir. Dördüncü kısım, mali ve ekonomik hükümlerdir. Beşinci kısım, çeşitli hükümler, altıncı kısım geçici maddelerdir; yedinci kısım ise son hükümlerdir.

Anayasa’nın 146-153. maddelerinde belirtilen “Anayasa Mahkemesi”; çıkarılacak kanun, kanun hükmünde kararname ve TBMM iç tüzüğünü Anayasa’ya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler.

1982 Anayasası’nda Cumhuriyet Senatosu kaldırılmıştır. 143. madde ile de Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur.


2-)ANAYASA



Herhangi bir devletin mahiyetini, yani asli organlarını: bu organların, kuruluş, teşkilatlanış ve işleyiş tarzlarını, birbirleriyle olan yetki ve sorumluluk ilişkilerini, devletin üstün otoritesi (iktidarı) altında bulunan insanların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili hukuk, ilke, kural ve kurumların neler olduğunu belirleyip gösteren temel belge. Bu anlamda, maddi bakımdan anayasa kurallarını ayırıma yarayacak kıstas, bu kuralların ilişkili bulundukları konular olmaktadır ki, bu konuların kapsamına girecek bütün hukuk kuralları ve belgeleri anayasa kavramı içinde düşünülmelidir. Başka söyleyişle, herhangi bir devletin siyasi teşkilatını ilgilendiren ve temel organlarının kuruluş, görev ve faaliyetlerini, bu organlar ile insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kural ve ilkelerin bütünüdür.

Devletin dayandığı temel yasa olarak anayasa bu bakımdan ferdin hak ve özgürlüklerini belirlemek ve tanımak; korumak ve gözetmek, özetle güvence altına almak için gerekli düzenlemeyle birlikte zorunlu işlemleri ortaya koyar. İşte bu düzenleme ve işlemler o devletin mahiyet, nitelik ve türünü tespit etmek bakımından bir temel kıstas olma özelliği de taşır ki; "hukuk devleti" "totaliter devlet", "sosyal devlet", "adaletli devlet" gibi nitelemelerin yapılmasına imkan verir.

Anayasa Türleri: Aslında anayasaları yapılış şekli, kaynağı, muhtevası, hukuk sistemi içindeki konumu vb. gibi açılardan türlere ayırmak mümkün olabilir. Ancak anayasa hukuku açısından birbirleriyle yakın ilişkileri bulunan iki ayrımın üzerinde durulması yerinde olur:

Yazısız-Yazılı Anayasalar: Anayasanın maddi ve şekli bakımdan tanımına bakıldığında, muhteva ve şekil yönünden öteki yasalardan farklılık gösterdiği görülür. Başka söyleyişle anayasa, devletin siyasi kuruluşuna, kamu otorite ve organlarıyla bunlar arasındaki ilişkilere; hükümetin oluşturulmasına, devletin şekline, özetle bu ve benzer konulara ilişkin kuralların bütünüdür. İşte bu noktada anayasanın öteki yasalardan farklı biçimde olduğu hususu, yani hazırlanma ve değiştirilme usul ve organlarının farklılığı önem arzetmektedir. Bu bakımdan belli usul ve organlar tarafından yazılı bir şekilde meydana getirilen anayasaya, yazılı anayasa; buna karşılık anayasaya ilişkin kuralların bu tarzda yazılı olarak değil de, örf ve adetlere, geleneklere göre oluşturulmasına da "yazısız" (teamüli) anayasa denilir.

Bir milletin toplumsal yaşayışının esası kabul edilecek bir yazılı kurallar bütünü oluşturacak; yöneticilerin seçim, görev ve yetkilerini belirlemek suretiyle keyfi davranışlarını önleyecek; toplum fertlerinin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir düşünce sisteminin meydana getirilmesi insanlık tarihinin önemli bir arayışı olmuştur. Anayasacılık hareketi bu bakımdan üzerinde dikkatle durulan bir gelişmedir. Anayasa hukuku, siyaset bilimi ve düşünce tarihi bu konuda son yüzyıllardaki Batı dünyasında ortaya çıkan gelişmeleri odak kabul ettiğinden, bütün değerlendirmeleri de bu bağlamda yapma "alışkanlığından" uzak duramamıştır.

Anayasacılık hareketinin tarihi seyir içinde geçirdiği süreci, bu bakımdan Batı'da son yüzyıllarda kaydedilen gelişmeler ile sınırlandırmak, hakikatin anlaşılmasında yeterli gözükmemektedir. Anayasacılık hareketi bakımından Hz. Peygamber'in, dolayısıyla onun önderliğinde asli unsurunu müslümanların oluşturduğu temel bir yasaya bağlı bir toplum ve üstün otorite kuruluşunun Medine (Yesrib) de ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten, Arabistan'ın özel durumu bir tarafta tutulsa bile, Hicret'in gerçekleştiği miladi yedinci yüzyıla kadar, temel bir yasanın, toplumun ve üstün otoritenin (devletin) belirlenmesi ve kurulmasında benzer bir olaya tarihte rastlamıyoruz. Her şeyden önce Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra gerçekleşen ve Medine'deki "kozmopolit" toplum yapısını bir ümmet ve bir siyasi teşkilat bütünlüğüne kavuşturmasında, çeşitli sosyal grupların "konsensusu"nun sağlanmasında, "sosyal sözleşme" diyebileceğimiz bu esas, temel yasa olmuştur. Muhacir ve Ensar gruplarının oluşturduğu müslüman topluluk yanında Yahudiler, Hristiyanlar, hatta putperestler siyasi bir "camia" olma iradelerini bir konsensus şeklinde beyan etmişlerdir. İşte bu konsensusa dayalı "temel esas" denebilir ki, dünya tarihinde ilk yazılı anayasal hareket ve belgedir. Nitekim kırkyedi maddeden oluşan bu anayasal belgenin 1. maddesi, amacı da belirlemektedir:

"Bu kitap (yazı, anayasal belge) Hz. Peygamber Muhammed (s.a.s.) tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara bağlı olanlarla beraber cihat edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir)."

2. Madde devletin insan unsurunu da ihtiva edecek bir tanım yapmaktadır: "işte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (camia) teşkil ederler." Sonraki maddelerde "ümmeti" oluşturan toplulukların birbirleriyle ilişkilerinde riayet edecekleri esaslar belirlendiği gibi, her topluluğun inançları da gözönünde tutularak hak ve özgürlükleri tesbit edilmiş, sınırları çizilmiştir. Bu anayasal belgenin Anayasa hukuku açısından tahlili, İslam hukukunun "sosyal sözleşme"ye dayandığı anlamına alınmamalıdır. Unutulmaması gereken husus bu anayasal belgenin düzenlenmesi sırasında İslam'ın hükümleri Allah tarafından vahyedilmekteydi. Ancak bir müslüman fert ve toplumunun inanç esasları, hayatı düzenleyecek kuralları öz halinde indirilmişti. Dolayısıyla müslüman insan tipi ve topluluğu, şartların oluşmasıyla kurulup düzenlenecek yapının çekirdeğine sahipti. Yani İslam'ın hukuki özü; siyasi yapılanma formu, ferdi ve sosyal hayatı düzenleme kabiliyet ve esnekliği, müslüman olmayan toplulukların (Yahudiler, Hristiyanlar, Putperestler) şart ve durumları gibi hususlar da dikkate alınarak uygulamaya konulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Raşit halifelerden sonraki dönemlerde, siyasi oluşumlar belli oranda ayrı tutulursa, bu anayasal belgenin ruhu korunmuştur denebilir. Nitekim zımmilerin hukuki, siyasi ve sosyal statüleri ve bunun uygulanması, İslam devleti hayatiyetini sürdürdüğü müddetçe devam etmiştir.

Hz. Peygamber'in önderliğinde hazırlanan bu belge, yeryüzündeki anayasa hareketlerinde olduğu gibi, İslam hukukunun kaynağı şeklinde değerlendirilmemelidir. Burada çok önemli bir farkın gözden uzak tutulmaması gerekir. Mesela yeryüzündeki, özellikle Batı'daki anayasaların kaynağını hukuki, siyasi ya da sosyal bir belge oluştururken, İslam hukuku böyle beşeri bir kaynağa değil, vahye dayalıdır. Böylelikle İslam hukukunda anayasa meselesi öteki anayasalardan farklı bir değerlendirmeyi zorunlu kılar.

Özet olarak ana başlıklar halinde, bu anayasal belgenin nitelikleri şu şekilde açıklanabilir:

Dil, ırk, din farklılığına rağmen (burada dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. O da "din" farkını nazar-ı itibara almama değil, aksine "din" farkı gözönüne alınmakla birlikte) bunların mahiyetlerine uygun bir yaşama ortamı oluşturulmak istenmektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in "din" farkı gözetmemesi, çok açıktır ki düşünülemez. Aslında bu husus İslam Hukuk Sistemi'nin çarpıcı ve ne yazık kolayca gözden kaçırılan üstün yönüyle de ilgilidir, devlet müessese ve teşkilatlanmasının dayanacağı, insan, yani "ümmet" unsuru oluşturulmaktadır. Bu unsur içine giren farklı insan topluluklarının hak, özgürlük ve görevleri de hükme bağlanmaktadır. Ensar'ın muhacirlere karşı hak ve vecibeleri gibi, gayr-i müslimlerin müslümanlarla ilişkilerinin niteliği ve yükümlülükleri (mesela savaşta) amir hükümler şeklinde düzenlenmiştir. (18, 24, 36, 37, 38, 47. md.'ler gibi)

Yine oluşan bu "ümmet"in iç ve dış ilişkilerini, toprak (ülke) bütünlüğünü gerçekleştirecek tedbirler, yani devletin coğrafi sınırları (mad. 39) belirlenmiştir. iç-dış ilişkileri ve toprak bütünlüğü sağlanan bu insan unsuru; eskiden beri sürüp gelen kan ve kabile bağıyla değil, "din" farklılığına rağmen, asli belirleyici olan İslam'ın ruhuna uygun "dava birliği"yle toplum statüsü kazanacaktır. Bu da "ümmet"in siyasi toplum olma kaynağını besleyecek mahiyettedir. Zaten gayr-i müslimlerin ya da Muhacirlerin veya Ensar'ın hak ve yetkileri, riayet edilmesi gereken hukuki esasları ihtiva etme yanında, bunun tabii sonucu olarak, siyasi hedefi veya hedefleri de kapsar niteliktedir. (1, 36, 47; 25, 42 vb. mad.) Aslında bu yönüyle bakıldığında mezkur anayasal belgenin bugünkü anlamda anayasa kavramını ihtiva etmediği, hatta onun üstünde bir özelliğe sahip bulunduğu görülmektedir.

Dünyada ilk yazılı anayasa olarak elimizde bulunan bu belge, siyasi yapının işleyişini gerçekleştirici idari ve hukuki özerkliği, fertlerin veya toplulukların anlaşmazlıklarını çözücü yargı özerkliği sistemini getirmektedir (23, 25, 42. mad) Eğer topluluklar aralarındaki anlaşmazlıkta çözüme ulaşamazlarsa, o taktirde anlaşmazlığın çözümü doğrudan doğruya Hz. Peygamber'in yetki ve görev alanına girmektedir. Bunun anlamı hukukun uygulanmasında ihtilaf çıktığında üst ve son yetkili mercinin Hz. Peygamber olmasıdır. Bu özellik, bugünkü hukuk uygulamalarında, anayasa ve kanunların anlaşılmasında meselenin yüksek yargı organlarına götürülmesinin ilk örneğidir. Demek ki İslam devletinde en üst otoritenin Hz. Peygamber olduğu kabul edilip, bu husus anayasada temel bir madde olarak belirtilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Ehl-i hal ve'l akd meclisi, hukuki-idari müesseseler olarak teşkil olunmuşlardır.

Öte yandan belgenin mali yükümlülük esasları, savaş durumu ve bu esnada fert ve toplulukların hak ve sorumlulukları (ödevleri) da hüküm altına alınmıştır (3, 12, 17, 23, 24, 36, 37, 38. mad.)

Belgenin muhtevasından hareketle İslam toplumunda anayasanın kaynaklarının, aynı zamanda İslam hukukunun aslı kaynakları olduğu söylenmelidir. (Kur'an, Sünnet, Raşid halifelerin uygulamaları ve İslam hukuk bilginleri yani müçtehitlerin görüş ve ictihadları gibi)

Bu kaynaklara dayalı ve bağlı olarak yapılacak bir anayasa, İslam'ın itikadi esaslarını genel ilkelere dönüştürme yanında, İslam hukukunun mantığını da özümlemelidir. Bu bakımdan genel anlamıyla İslam devletinin anayasası şu özellikleri kapsar:

1) Mutlak yaratıcı olan Allah, kanun koyucu olarak da kayıtsız şartsız hakimiyet sahibidir. Yani İslam anayasasında hakimiyet ve hüküm koyma yetkisi Allah'a aittir.

2) Anayasa gibi kanunlar ve uygulamaları da, İslam hukukunun genel kaynaklarına ve ruhuna aykırı olamaz ve bu kaynaklara ters düşecek şekilde yorumlanamazlar.

3) İslam'ın insan ve toplum anlayışı; soy, dil, toprak gibi belli bir unsurun değil, İslam'ın öngördüğü dünya görüşünün temel ilke kabul edilmesini gerektirir.

4) Fertlerin maddi ve manevi varlıkları ve bunlar için gerekli her türlü tedbirin alınması, düzenlemenin yapılması (eğitim, öğretim, seyahat, düşünce, ibadet, çalışma hak ve özgürlükleri; mal, can, namus ve sağlığın korunması, imkan ve fırsat eşitliği; yiyecek, giyecek, mesken sağlanması vb. gibi).

5) Gayr-i müslimlerin, İslam hukukunun öngördüğü esaslar dahilinde korunması, haklarının koruma altına alınması .

6) Devlet başkanının seçimi; seçilecek kimsenin nitelikleri, yetki ve sorumlulukları ve bunların temsil ve devredilme usulü.

7) Hükümetin teşkili, yetki ve sorumlulukları .

8) Devletin idari teşkilatı; idari yetki ve sorumlulukların belirlenmesi.

9) Yargı organlarının teşkilat, yetki, görev ve sorumlulukları.

10) Devletin dış ilişkilerde uyacağı esaslar, burada görev alacakların seçimi, atanması usulü, yetki ve görevlerinin sınırlarının belirlenmesi.

İşte ilk anayasal belge olan Medine İslam devleti anayasası bu konuda temel bir örnek olarak görülmelidir. Sonraki yüzyıllarda bu türden bir girişimin olmaması bu anayasal belgenin önemini ve değerini gölgelemez. Ne var ki, İslam ülkelerinde ancak batının etkisiyle ondokuzuncu yüzyılda başlayan anayasa hareketleri, (Tunus'ta 1861'de, Türkiye'de 1876'da) bu asli örneği gözönünde tutmadığı için, müslüman toplumun konsensusunu yansıtan belgeler olma özelliklerini de kazanamamışlardır. Bunun çarpıcı örneğini ülkemizde 1876'dan sonra yapılan anayasaların muhtevasında açıkça görmek mümkündür.

Batı'daki anayasal gelişmeler, her ne kadar onüçüncü yüzyılda İngiltere'de kral ile aristokratların yetki ve imtiyazlarını düzenlemeye çalışan Megna Carta Libertatum'a dayandırılmak isteniyorsa da, aslında gerçek anlamda onyedinci ve onsekizinci yüzyılda "Toplum Sözleşmecileri" olarak bilinen Hugo Grotius, John Locke ve Jean -Jacques Rousseau'nun mutlakiyetçi krallara karşı verdikleri düşünce mücadelesinde temellerini bulabilmiştir. Ancak Toplum Sözleşmecilerinin kralın mutlak ve keyfi otoritesine karşı engel oluşturacak, onu sınırlandıracak, yetki ve görevlerini belli esaslara bağlayacak düşünce tartışmaları anayasacılık hareketinin doğumunu hazırlamıştır. Bu düşüncelerin uygulamaya aktarılması çabası olarak da değerlendirilebilecek Amerikan ve Fransız ihtilalleri anayasacılık hareketini hızlandırmıştır. Fakat bu gelişmeler meyvesini on dokuzuncu ve özellikle yirminci yüzyıllarda verecektir. Toplumun yönetim ve teşkilatlanmasında, devletin siyasi iktidarını kullananların görev ve yetkilerinin belirlenerek sınırlanmasında, ferdin insan hak ve özgürlüklerinin tanımı , tanınması, sınırlarının çizilmesi Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonlarında yeni ve değişik şekillerde anayasalara girebilecektir.

Osmanlılarda devletin üstten aldığı kararlar sonucu başlatılan batılılaşma hareketi, anayasacılık hareketi alanında da etkili olacaktır. 1808 tarihli Sened-i İttifak, Osmanlı döneminin ilk anayasal belgesi gibi gösterilse de, aslında bunda, devletin siyasi iktidarını kullanmada ortak olan kimselerin veya zümrelerin (Ayan, ehl-i örf vb. gibi) ortaklaşa sınırını belirleme düşüncesi ağır basmakta, dolayısıyla bir anayasal belgeden çok bir "bürokratik anlaşma" niteliği öne çıkmaktadır. Aynı şekilde "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" ve sonraki "Islahat Fermanları" da değişik alanlarla ilişkili görünse bile, gerçek anlamda anayasal belgeler olarak değerlendirilmekten uzak sayılabilirler. Ancak 1293 (1876) "Kanun-i Esasi"yle anayasa kavramına uygun gelişmelerin kapısı aralanacaktır. Fakat gerek 1. Meşrutiyet olarak adlandırılan 1876 "Kanun-i Esasi"si, ve gerekse bunun değiştirilmesini amaçlayan ve II. Meşrutiyet olarak nitelendirilen 1909 değişiklikleri, toplumun ve devletin teşkilatlandırılması bakımından tartışmaya açık sınırlı veya eksik anayasal belgeler olarak değerlendirilebilir.

Cumhuriyet döneminin ilk anayasası sayılan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, meclis üstünlüğü anlayışına dayalı (Meclis Hükümeti), hakimiyetin millette olduğunu belirtmekle birlikte yasama ve yürütmeyi mecliste toplayan, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu gibi devletin esas organlarına yer vermeyen ve siyasi niteliği hukukiliğe ağır basan bir sınırlı anayasal belge görünümündedir.

20 Nisan 1924'te kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 105 maddeden oluşmakta; 1921 Anayasası'nın ilkeleriyle, parlamenter sistemin esaslarını birleştirmeyi amaçlamaktaydı. Cumhuriyet ilkesi yanında, "Devletin dini, İslam dinidir" esasını kabul etmişken, 10 Nisan 1928'de bu hüküm kaldırılmıştır. 5 Aralık 1934'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş, yapılan 5 Şubat 1937 değişikliğiyle, o dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin parti programındaki cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik, anayasa ilkesi haline dönüştürülmüştür . 10 Ocak 1945'te anayasanın dili "Öztürkçeleştirildi"yse de 24 Aralık 1952'de yeniden önceki haline getirildi ki; bu tür değiştirmeler toplumun temel yasa kabul ettiği bir belgenin sürekli tartışma gündeminde tutulmasına yol açmış, hatta devletin hukuka bağlılığı şüphesini bile doğurmuş sayılmalıdır.

1961 Anayasası bir tepki anayasası özelliğinde olmakla birlikte, 1924 Anayasası'ndan farklı olarak hakimıyetin kullanılmasında parlamentoyu, tek yetkili olmaktan çıkartarak "yetkili organlar"dan biri haline getirmiştir. Dolayısıyla yürütme organının yetkisi de sınırlandırılmıştır ki, bu, 1950-60 döneminin siyasi iktidar uygulamalarına bir tepkinin ifadesi sayılabilir. Öte yandan 1961 Anayasası devletin niteliklerinde yeni yaklaşımları gerçekleştirmeyi amaçlar gözükmektedir. Bu bakımdan insan haklarına dayanan, demokratik, sosyal devlet ve hukuk devleti gibi yoğun tartışmaları da beraberinde getiren ilkeleri kapsamına almaya çalışmıştır. Ayrıca temel hak ve özgürlüklerin kapsamının genişletildiği, özellikle "Sosyal ve iktisadi Haklar ve Ödevler" başlığı altında bazı hak ve özgürlüklerin düzenlendiği söylenebilir. Fakat 1971 değişiklikleriyle bunların sınırlanması yoluna gidilecektir. Yine hukuk devleti kavramına bağlı olarak getirilen Anayasa Mahkemesi kurumu da parlamenter düzen içinde ve parlamentonun da üstünde olan bir başka yenilik sayılmıştır.

1982 Anayasası da, 1961 Anayasası gibi bir tepki anayasasıdır. Bu tepki 1961 Anayasası'na ve getirdiği sisteme karşı olduğu kadar, siyasi kadrolara, üniversite ve aydın çevrelere, toplumdaki düşünce kaynaşmalarına karşı da olmuştur. Anayasa, tekniği bakımından karışık ve yetersiz olması yanında, kendi içinde de çelişkiler ve çatışıklar taşımaktadır. Toplumsal sözleşme ya da toplumdaki çeşitli sınıf veya zümrelerin uzlaşmasını yansıtmaktan çok, bazı zümrelerin (örneğin asker, uluslararası iş çevrelerinin uzantıları durumunda bulunan sınırlı bir "işadamı"nın, anlayış, zihniyet ve çıkarının ağır bastığı bir siyasi belge özelliğindedir ki, 1808 Sened-i İttifak'ının çağdaş bir uyarlaması olarak da değerlendirilebilir. 1982 Anayasasıyla temel hak ve özgürlükler konusunda da sınırlar getirilmiştir. Din eğitimi alanında belli bir yumuşama ortaya konularak İslam'dan yana olan kitlenin beğenisi ve takdiri kazanılmaya çalışılmışsa da, bunun insan hak ve özgürlükleri içindeki yeri istenilen bıçimde belirlenememiştir. Ayrıca yürütme organına, dolayısıyla siyasi iktidara geniş yetkiler verilmesi ve bunu sınırlandırıcı kurumların yeterince düzenlenmemesi" "seçimli diktatörlük" olarak nitelendirilecek bir uygulamadır.

Bibliyografya:

Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul, Servet Armağan, Türk Esas Teşkilat Hukuku, İstanbul 1979; İlhan Arsel, Anayasa Hukuku Demokrasi, İstanbul 1968; Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku, İstanbul 1960; Kemal Dal, 1961 Cumhuriyet Anayasası Üzerine Düşünceler, A.İ.T.İ.A. Dergisi, c. IX, 1-2, Ankara 1977; Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, İstanbul 1963; Aynı müellif, İslam Peygamberi, İstanbul 1966; Aynı müellif, Hz. Peygamber'in Savaşları, İstanbul 1962; Aynı müellif, İslam'ın Hukuk İlmine Yardımları, İstanbul 1962; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul 1968; Mevdudi, İslam Anayasası, Çev. İhsan Toksarı, İstanbul 1969; Aynı müellif. İslamda hükümet (Çev. Ali Genceli), Ankara; Maverdi Ebu'l-Hasan, el-Ahkamu's-Sultaniyye, Çev. Ali Şafak, İstanbul 1976; Selçuk Özçelik, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, İstanbul 1978; Joseph Schacht, İslam Hukukuna Giriş (Çev. M. Dağ-A.Şener), Ankara 1977; Mümtaz Sosyal, 100 soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1979; Salih Tuğ, İslam Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969; Tarık Zafer Tunaya, Siyasi Müesseseler ve Anayasa Hukuku, İstanbul 1969.

İsmail KILLIOĞLU


3-)(Constıtutıon) Bir
devletin temel organları ve bunlar arasındaki ilişkileri, siyasal iktidarın
oluşturulma biçimi ve topluma yayılmasıyla ilgili genel kuralları, özel ve
tüzel ki­şilerin hak, sorumluluk ve devletle olan ilişkilerinin nitelik ve
sınırlarını düzenleyen, çoğunlukla da yazılı olan hukuki metin. Kanunlarla
karşılaştırıldığında, onlar kadar kolay değiştirilebi­len ve genel hükümler
İçeren anayasaya esnek anayasa; ay­rıntılı ve değiştirilmesi kanunlardan daha
zor ve hatta değiştirilmesinin hukuken mümkün olmadığı kayda bağlanmış hü­kümler
içeren anayasaya da katı anayasa denir.


4-)Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa, kanunuesasi.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Constitution.
İngilizcesi İngilizce
Organic law.
İngilizcesi İngilizce
Constitutional charter.
İngilizcesi İngilizce
Fundamental law.
İngilizcesi İngilizce
Ground law.
İngilizcesi İngilizce
Constitutional law.
İngilizcesi İngilizce
Paramount law.
İngilizcesi İngilizce
Polity.

  • Türkiye'ye'Anayasa'övgüsü AB ilerleme raporunda Türkiye sivilleşme ve Anayasa süreci konusunda övülürken, ifade özgürlüğü alanında eleştirildi.

Sizde içinde Anayasa kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Anayasa kelimesi anlamı 199 defa okunmuştur. [235864] Anayasa kelime anlamı, Anayasa nedir, Anayasa ne demek, Anayasa sözlük anlamı

Paylaş