Divan-I Hümayün Nedir

Divan-I Hümayün Nedir ? Divan-I Hümayün Ne demek ?

1-)Alm. Osm Staatsrat, Fr. Chancellerie (f) imperiale-ottomane (hist), İng. The Imperial Council. Mühim devlet işlerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yüksek merci. Divan-ı Hümayun bugünkü Bakanlar Kuruluna benzetilebilir.

Diğer Türk ve İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da divan-ı hümayun adı ile bütün mühim devlet işlerinin görüldüğü ve karara bağlandığı bir merci olmak üzere büyük divan vardı. Osmanlı Devletinin merkez teşkilatının üç büyük temel unsurundan biri de divan-ı hümayun ve kalemleridir. Diğerleri bab-ı asafi ve kalemleri ile bab-ı defteri ve kalemlerinden meydana gelmektedir. Divan-ı hümayunda, imparatorluğa ait siyasi, idari, askeri, örfi, şer’i, adli ve mali işler, şikayet ve davalar görüşülüp ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra bir karara bağlanırdı. Divan hangi dil ve millete mensub olursa olsun, her sınıf halka, kadın erkek herkese açıktı. Devletin idari, siyasi ve örfi işleri doğrudan doğruya, diğerleri bir müracaat, bir itiraz veya bir lüzum üzerine tetkik edilirdi. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahalli kadılarca haklarında yanlış hüküm verildiğini iddia edenler, vakıf mütevellilerinin haksız muamelelerine uğrayanlar, idari veya askeri amirlerden şikayeti olan herkes ve diğer davacılar divan-ı hümayuna bizzat başvururlardı. Bütün davalar burada tarafsızlıkla görülürdü. Ayrıca harp ve sulh gibi kararlar divanca verildiği gibi bütün mühim devlet işleri de burada müzakere edilir ve neticelendirilirdi. Divanda bitmeyen veya padişaha arza muhtac olmayan gerek resmi ve gerek hususi işler padişahın mutlak vekili olan vezir-i azamın ikindi divanında müzakere edilir ve karara bağlanırdı.

Divan-ı hümayun, mutat toplantılarından başka kapıkulu askerlerine ulufe dağıtımı için üç ayda bir fevkalade olarak toplanırdı. Gelen yabancı elçiler de, bu vesile ile sadrazamla görüşürler ve daha sonra padişahın huzuruna çıkarlardı. Buna Galebe Divanı denirdi. Padişahın tebeasıyla ve bilhassa askeri sınıflarla vasıtasız olarak görüşmesi gayesiyle tahtın, Babüssaade denilen, sarayın üçüncü kapısı önünde kurulması suretiyle akdedilen olağanüstü toplantılara ise Ayak Divanı denirdi. Ayak divanları ekseriya ihtilal veya karışıklık zamanlarında olurdu. Hükümdar burada halkla veya askerle doğrudan doğruya temas eder, dertlerini dinlerdi. Ayak Divanının mühim ve acele işleri müzakeresi ve derhal bir karara varılması için hükümdarın veya serdar-ı ekremin başkanlığında saray dışında ve mesela sefer zamanlarında ordunun bulunduğu yerde toplandığı da olurdu. Bu sırada müzakerelere yalnız devlet ricali ve tecrübeli komutanlar iştirak ederlerdi.

Fatih devrine kadar divana bizzat padişahlar başkanlık ederlerdi. Daha sonra padişah adına veziriazamlar başkanlık etmişlerdir. Padişah nerede bulunursa divan orada toplanırdı. Yalnız veziriazam seferde bulunurken büyük divan onun başkanlığında toplanırdı. Fatih zamanında da divan her gün toplanmakta olup, haftada dört gün padişahın huzuruna arza girilirdi. Divan-ı hümayun toplantıları 16. yüzyıldan sonra haftada dört güne inmiştir. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin yazdığına göre Üçüncü Murad zamanına kadar haftada dört gün divan ve bu divan toplantılarından sonra dört defa da arza girilirken, dört defa arza girmek çok görüldüğünden arz günleri ikiye indirilmiştir.

Toplantı Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günleri yapılırdı. Bu dört günde divan-ı hümayun üyeleri saraya gelip işlere bakarlardı. Pazar ve Salı günleri müzakerelerden sonra veziriazam ile diğer vezirler, kazaskerler ve defterdarlar arz odasında padişahın huzuruna kabul olunarak divan işleri hakkında her biri ayrı ayrı izahat verirdi. Divan heyetine vezir rütbesinde olmadıkça yeniçeri ağası iştirak edemezdi. Vezir olmayan yeniçeri ağası arz günlerinde divan üyelerinden önce arza girip yeniçeri ocağına dair söyliyeceğini söyler, sonra maiyetiyle beraber ağa kapısına girerdi. Dördüncü Mehmed’in padişahlığı ve Fazıl Ahmed Paşanın sadrazamlığı zamanında evvela Avusturya ve sonra Leh seferleri dolayısıyla padişah Edirne’de bulunduğundan, divan müzakerelerini yalnız arz günlerine inhisar ettirerek, haftada iki gün, yani Pazar ve Salı günleri toplanması kararlaştırılmıştı. Padişah 1677’de İstanbul’a gelince yine aynı surette haftada iki gün olarak devamı emredilmişti. Bu durumda devlet işleri yavaş yavaş sadrazamların ikindi divanlarına yükletilmiş oluyordu. İkinci Ahmed’in saltanatının son senelerinde haftada iki gün toplanan divanın azlığı ve iş sahiplerinin mağduriyeti göz önüne alınarak bu hükümdarın emriyle divan toplantıları yine haftada dört gün olmuştu.

Divan toplantılarının 18. yüzyıl başlarında Üçüncü Ahmed zamanında haftada iki ve sonra bire indiği görülmektedir. Daha sonraki devirlerde divan toplantıları büsbütün terk edilerek işlerin halli sadrazam divanına bırakılıp, padişahların iradeleri alınmak için hükümdara telhisçi gönderilmek suretiyle paşa kapısında görülür olmuş ve divan akdi üç ayda bir, kapıkulu ocaklarına maaş verme ve yabancı elçi kabulü şekline dönüşmüştür.

Divan-ı hümayunun Topkapı Sarayında Kubbealtı denilen binasını Kanuni Sultan Süleyman zamanında veziriazam Damad İbrahim Paşa yaptırmıştır. Bundan evvel, sonradan eski divanhane denilen başka bir divan toplantısı yeri bulunmaktaydı. Divan-ı Hümayun binası, ikinci yer veya alay meydanı denilen orta kapı ile Babüssaade arasındaki sahada sol kısımdadır. Kubbealtı veya Divan-ı hümayun binası esas itibariyle üç kubbealtındadır. Bu üç kubbeden birisi divan üyelerinin toplandığı müzakere salonudur. Burada üyelerin oturacağı yerler bellidir. Bu salonda veziriazam ile diğer vezirlerin oturdukları yerin üstünde padişahların divan toplantılarını gizlice dinledikleri “Kasr-ı Adl” denilen kafes pencereli yer bulunmaktadır.

Divan-ı hümayun 18. yüzyıldan sonra önemini kaybetmesine rağmen büsbütün ortadan kaldırılmayarak imparatorluğun sonuna kadar muhafaza edilmiştir.

Divan-ı Hümayun Üyeleri

Veziriazam (Sadrazam): Osmanlıların ilk devirlerinde veziriazamlar ilmiye sınıfından gelmişlerdir. Padişahın mutlak vekilidirler. Kanunnamelerde yazıldığına göre veziriazamlar imparatorluktaki ilmiye tevcihlerine de dahil olmak üzere bütün tayin ve aziller, katiller, terfi ve ilerlemelerde birinci derecede merci olup, her iş onun emir ve müsaadesiyle olurdu. Sefer dışındaki zamanlarda vezir, kazasker ve şeyhülislam gibiler hakkındaki muamelelerde padişahın muvafakatı alınırdı. Sadrazamlar sefere gittikleri zaman devlet merkezindeki işleri görmeleri için, vekil olarak bir veziri kaymakam bırakırlardı. Buna “Rikab-ı Hümayun” veya “Sadaret Kaymakamı” denilirdi. Sadaret kaymakamı da gerek divan-ı hümayunda, gerekse paşakapısında divan toplandığı zamanlarda görülen işleri müstakil defterlere yazdırır, buna da Rikab Defteri ismi verilirdi. Divan-ı hümayun üyelerinin seferde bulunması halinde bu divanlara vekilleri gelirdi.

Kubbe vezirleri: Veziriazamdan sonra gelen diğer vezirler ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir vb. şekilde adlandırılırdı ve sayıları yediye kadar çıkabilirdi. Divan müzakerelerinde ve siyasi herhangi bir işin hallinde de tecrübeli devlet adamları olan bu kubbe vezirlerinin fikirlerinden istifade edilirdi.

On yedinci yüzyılın başlarından itibaren defterdar, nişancı ve kaptanpaşaların vezirlikleriyle beraber vezirlerin adedi artmıştır. Hatta bazı beylerbeyliklere tayin edilen zevata da vezirlik rütbesi verilmiştir.

Kazasker: 1480 tarihine kadar bir adetken bu tarihten sonra Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ismiyle iki olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun fethi üzerine 1516’da Arap ve Acem kazaskerliği ismiyle üçüncü bir kazaskerlik kurulmuş, Diyarbekir de bu kazaskerliğe merkez olmuştur. Daha sonra Suriye ve Mısır’ın da ilhakıyle Arap ve Acem kazaskerliği merkeze nakledilmiştir. 1518’den sonra da lağv edilmiş ve kazaskerlik tekrar ikiye inmiştir. Kazaskerler, divanda şer’i meselelere bakarlardı. (Bkz. Kazasker)

Nişancı veya tevkıi: Devlet kanunlarını iyi bildiğinden gerektiğinde bu meseleler hakkında fikri alınırdı. Divandan padişah adına sadır olan fermanlara tuğra çekmek de bunların vazifesiydi. Divan üyesi olmasına rağmen vezir rütbesinde olmadıkça arz günlerinde padişahın huzuruna giremezlerdi. Defterhanedeki tahrir defterine bizzat nişancılar yazı yazabilirdi.

Defterdarlar: Fatih Kanunnamesi’ne göre defterdar, padişahın malının vekilidir. Defterdarlık teşkilatına “Bab-ı Defteri” de denilir. Başdefterdardan sonra Anadolu mali işlerini görmek için Anadolu Defterdarı geliyordu. Yavuz Sultan Selim devrinde buraların mali işlerini görmek üzere Halep’te bir defterdarlık daha kuruldu. Fakat bu devlet merkezinde değildi. On altıncı yüzyıl ortalarında devlet merkezinde Şıkk-ı Sani adı ile bir defterdarlık daha kurulmuştur. Bu şekilde Başdefterdar, Anadolu Defterdarı ve Şıkk-ı Sani isimlerinde üç defterdarlık olmuştur.

Divan-ı hümayun sabah erkenden toplanır ve kuşluk zamanına ve bazan da öğleye kadar devam ederdi. Divan-ı hümayuna gelecek olan devlet adamları sabah namazını çoğu zaman Ayasofya Camiinde kılar, Yeniçeri ocağı ile süvari bölük ağaları ve bir miktar yeniçeri, sarayın Bab-ı Hümayun denilen ve Ayasofya Camiine bakan kapısı önünde iki sıra üzerine dizilirler, divan erkanı namazdan sonra buradaki yerlerini alırlardı. Bu sırada duacı dua ettikten sonra Bab-ı Hümayun kapıcıları kapıları açarlardı. Divan-ı hümayunda divan üyelerinden başka reisülküttab, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hizmet görürlerdi. Divanda nişancı, tuğra çekilmesi lazım gelen ferman, berat, menşur gibi evraka tuğra çekerdi. Örfi işleri ise veziriazam kararlaştırırdı.

On sekizinci yüzyılın son çeyreğinden itibaren Osmanlı kabinesi şu şekilde teşekkül ettirilmiştir.

Sadrazam.

Sadaret Kethüdalığı: 1835 yılında Umur-ı Mülkiye Nezareti ve 1837 yılında Dahiliye Nezareti olmuştur.

Reisülküttaplık: 1836 yılında Umur-ı Hariciye Nezareti olmuştur.

Defterdarlık: 1838 yılında Maliye Nezareti olmuştur.

Çavuşbaşılık: 1836 yılında Deavi Nezareti ve 1870 yılında Adliye Nezareti olmuştur.

Yeniçeri Ağalığı: 1826 yılında Seraskerlik, 1908 yılında Harbiye Nezareti olmuştur.

Kapudan-ı Deryalık: 1878’den sonra Bahriye Nezareti olmuştur.

Daha sonraları kabineye Şeyhülislam da dahil edilmiştir.

Divan-ı Hümayun Kalemleri

Divan-ı hümayunda Reisülküttaplık ile maiyeti olan beylikçinin nezaretleri altında divan-ı hümayun kalemleri bulunmaktaydı.

Amedi Kalemi: Reisülküttabın hususi kalemi olup aynı zamanda bütün dış işleriyle meşgul olup ve sadrazamlıkla sarayın irtibatını temin ederdi. Padişahın kendisine sadrazam tarafından yazılacak tahrir, telhis ile yabancı devletlerle yapılacak antlaşmalara dair ahidname ve musalahaname suretleri, sadrazam tarafından yabancı devletlere gönderilen mektup müsveddeleri ve protokoller, elçi, konsolos, tercüman ve yabancı tüccarlara ait yazışmalar burada yazılır ve bu kalemde saklanırdı.

Beylikçi veya Divan Kalemi: Divanda müzakere olunup karara bağlanan işlerin, icab eden yerlere havalesi ve divan sicillerinin tutulmasıyla vazifeliydi. Ferman ve beratlar burada yazılırdı. Beylikçi yazı işlerinden dolayı Reisülküttabın emri altında bulunurdu.

Tahvil Kalemi: Bu kaleme, Nişan Kalemi veya Kese Kalemi de denilmektedir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi beratlarıyle, vilayet kadılarının beratları, zeamet ve timarların kayıtları hep burada tutulurdu.

Rüus Kalemi: Genellikle küçük berat olarak tarif edilir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve vilayet kadısı derecesine çıkmış, ilmiye sınıfı hariç olmak üzere, bütün devlet memuriyetlerine intisab edenlerin veya kendilerine evkaftan vazife verilenlerin muameleleriyle meşgul olur ve kayıtlarını tutardı. Tahvil ve Rüus kalemleri bugünkü özlük işlerinin görevini yaparlardı.

Teşrifatçılık Kalemi: Divan-ı hümayundaki mühim vazifelerden biri de teşrifatçılık idi. Gerek sarayda ve divan-ı hümayunda, gerekse sadrazam konağında yapılan merasimlerde elindeki defter gereğince protokolü tatbik ederdi.

Vak’anüvislik Kalemi: Osmanlılarda vak’anüvislik ismiyle resmi bir memuriyet ve kalemin kuruluşu 18. yüzyıl başında ortaya çıkar. Bu kalem devlet işlerine ait verilen vesikaları tedkik ve kaydederdi. İlk meşhur vak’anüvis tarihçi Mustafa Naima Efendidir.

Mühimme Odası Kalemi: 1797 tarihinde çıkan nizamnameyle, divan veya beylikçi kalemlerindeki Mühimme Nüvislerin (yazanların), bir yerde çalışmaları için Mühimme Odası veya Mühimme Kalemi kurulmuştur.

Divan-ı hümayun kalemlerinin şeflerine Hacegan ve bir kalemin en kıdemli memuruna Halife denirdi.

Divan-ı Hümayun Defterleri

Divan-ı hümayunda çeşitli işler hakkında tutulmuş pekçok defter bulunmaktadır. Bunların arasında en önemlileri mühimme, ahkam, tahvil, rüus, name, ahidname defterleridir.

Mühimme Defterleri: Divan-ı hümayunun muntazaman toplandığı zamanlarda her divan toplantısında görüşülen siyasi, içtimai, mali, idari ve örfi kararların kayıtlarını ihtiva eden defterlere “mühimme defterleri” denirdi. Divan toplantılarında zabıt tutma usulü olmayıp görüşülen işin neticesi, yani karar sureti divan katipleri tarafından kaleme alınırdı. Bu karar suretini daha sonra reisülküttab gözden geçirip tashih eder ve daha sonra icab eden yere yazılır ve en son olarak nişancı tarafından hüküm veya fermanın tuğrası çekilirdi. Divan-ı hümayun işlerinin Bab-ı ali’ye nakli sırasında mühimme defterleri de, oraya taşınmıştır. Elde mevcut mühimme defterleri 16. yüzyıl ortalarından başlamaktadır.

Mühimme defterleri de birkaç çeşittir. Biri normal divan görüşmelerine ait olan defterlerdir. Diğer bir mühimme defteri de “Mektum Mühimme Defteri” olup, adından da anlaşılacağı üzere gizli yazılan hüküm ve fermanları havidir. Bunlardan elde mevcud olanlar 18. yüzyıldan başlamaktadır. Savaş zamanlarında lazım olan defterler sadrazam ve serdar-ı ekremle beraber sefere gönderildiğinden, seferdeki görüşmelere ait tutulan mühimme defterlerine “Ordu Mühimmesi” denilmektedir. Sadrazamın seferde bulunması dolayısıyle devlet merkezinde Rikab-ı Hümayun Kaymakamının başkanlığı altında toplanan divan veya meclisteki görüşmelere ait tutulan defterlere “Rikab Mühimmesi” ismi verilmiştir.

Ahkam defterleri: Bazan bir eyalete ve bazan muhtelif eyaletlere ait olarak tutulmuşlardır. Bu defterlerde valilere, kadılara ve saireye hitaben yazılan hükümler bulunmaktadır.

Tahvil defterleri: Bu defterlerin pekçok çeşitleri vardır. Tahvil muameleleri sadrazamın emrini müteakip en son olarak yapılırdı.

Rüus defterleri: Rüus genellikle küçük memuriyet, vazife veya mültezimlere o işin verildiğini gösteren tayin vesikası olarak küçük berat şeklinde tarif edilmektedir. On altıncı yüzyıl rüus defterlerinde büyük memuriyetlere ait beratlar da bulunmaktadır. Rüus defterlerinin kadı, mukataat, rikab, vakıf, müderrislik ve zeamet rüusu gibi çeşitleri bulunmaktadır.

Bu belli başlı defterlerin dışında pekçok divan-ı hümayun defteri de bulunmaktadır.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Divan-I Hümayün kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Divan-I Hümayün kelimesi anlamı 12 defa okunmuştur. [236897] Divan-I Hümayün kelime anlamı, Divan-I Hümayün nedir, Divan-I Hümayün ne demek, Divan-I Hümayün sözlük anlamı

Paylaş