İlim Nedir

İlim Nedir ? İlim Ne demek ?

1-)Alm. Wissenschaft (f), Fr. science, İng. Knowledge, science. Eşyanın ve olayların idraki, kavranması; maddi manevi sırlara vakıf olma ve bilme. İlim, lügatte “bilmek” demektir. İlmin çok çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bu tariflerden bazıları şöyledir:

“Varlığı mevcud olan bir şeyin kesin olarak kabul edilmesidir.”

“Bir şeyin suretinin, şeklinin akılda meydana gelmesidir.”

“Akıl sahibi olan insanın, kendisinin dışında bulunan şeyleri olduğu gibi kavramasıdır.”

“İnsanın bir şeyin manasına ulaşmasıdır.”

İlim, insanın sonradan elde ettiği bir sıfatıdır. İlim, aynı zamanda Allahü tealanın sıfatlarından biridir. Fakat O’nun ilmi, yarattıklarınınki gibi değildir. Allahü tealanın ilmi, ezeli ve ebedi olup, başlangıcı ve sonu yoktur. O herşeyi bilir, O’nun ilmi, herşeyi kuşatmıştır. Fakat insanın ilmi, meydana gelişi, kazanılması bakımından bazı şekiller arz etmektedir. Aklın, düşünmeden elde ettiği bilgilere “bedihi ilim” denir. Hesaba, tecrübeye (deneye) dayanan bilgilere “istidlali ilim” denir. Fen bilgileri böyledir. Duygu organlarıyla elde edilen bilgilere de “zaruri ilim” denmektedir. Görmekle, işitmekle, tatmakla, dokunmakla ve duymakla elde edilen bilgiler böyledir.

Arapça olan “ilim”, “marifet” ve “şuur” kelimelerinin mana bakımından birbirine yakınlıkları vardır. İlim bilmek; marifet tanımak, şuur idrak etmek, akılla kavramak demektir. Bu kelimelerden türeyen “alim, arif ve şair” kelimelerinde de bu manalar mevcuttur. “Ulema”, alim kelimesinin çoğulu olup, alimler (bilenler) demektir. İlim kesbidir, yani sebeplere yapışarak, çalışarak elde edilir. Marifet, keşif ve ilham ile hasıl olur. Marifet, kalbe doğan bir nurdur, çalışmadan ele geçen ilahi ihsanlar, lütuflardır. Bunlara “vehbi ilimler” veya “mearif-i ledünniyye, mearif-i ilahiyye ve hakayık-ı Rabbaniyye” de denir. İlim, üstaddan, yani bir bilenden öğrenilir. İlahi marifetler, yani Allahü tealayı tanımaya yarayan bilgiler, keşif ve ilham ile hasıl olur. Bunlara kamil ve mükemmil (tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen) bir rehberin yetiştirmesiyle kavuşulabilir. Tasavvuf bilgileri, keşif ve ilham ile hasıl olan marifetlerdir. Dinde ibadetler diğer işlerle ilgili bilgiler ve fen bilgileri alimden (hocadan) öğrenmekle elde edilir.

İlmin Tarihçesi

İlim, insanlık tarihi ile birlikte başlamıştır. Akıl ve idrak sahibi olan insan, kendisinin ilgi sahasına giren her hususta bilgi sahibi olmak istemiş ve buna ihtiyaç da duymuştur. Bu bilgiyi, ya kendi tecrübesiyle veya güvenilir bir kaynaktan öğrenmekle elde etmiştir.

Yeryüzünde yaratılan ilk insan hazret-i Âdem’dir. Bütün insanların babasıdır. Çocuklarına Peygamber oldu. Cebrail adındaki melek, kendisine on iki defa geldi ve Allahü tealadan kitap getirdi. Hazret-i Âdem’e oruç, namaz, gusül abdesti gibi din bilgileri yanında; fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik bilgileri ile çeşitli diller öğretildi. Çocukları çeşit çeşit dillerle konuştu. Zamanında Süryani, İbrani ve Arap dilleri ile kerpiç üzerine kitaplar yazıldı. Yaratılan her şeyin isimleri ve faydaları kendisine bildirildi. İhtiyaç duydukları zaman kullandılar. Daha sonra gelen peygamberler, insanların ihtiyaçlarını giderecek bilgileri onlara öğrettiler. Mesela, çift sürüp ekin ekmeyi hazret-i Âdem’den, elbise dikmeyi hazret-i İdris’ten, gemi yapmayı hazret-i Nuh’tan öğrendiler. Bütün bunlar, Kur’an-ı kerim’de bildirilmekte ve ilk insanların ilimsiz ve medeniyetten uzak kalmadıkları görülmektedir. Bugünkü tarihi araştırmalar, eski insanların bir çok medeniyetler kurduğunu, fakat harplerin, yer ve gök afetlerinin ve uzun bir zamanın geçmesi neticesinde yıkılıp yok olduklarını haber vermektedir.

Eski Mısır’da ilim ve tekniğin mazisinin M.Ö.5000 yıllarına kadar çıktığı tarihi araştırmalardan anlaşılmaktadır. Mısırlılar kendilerine mahsus bazı rakamlarla hesap işlemleri yapıyor, bazı adi kesirlerden faydalanıp üçgen ve dörtgenlerin yüzölçümlerini, pramitlerin hacimlerini hesaplayabiliyorlardı. Böylece geometri ilminden istifade ile Nil taşkınlarından sonra bozulan arazi taksimatını yeniden düzenliyor ve “tanrı” yerine koydukları firavunlar için meşhur ehramları inşa edebiliyorlardı. Onların ayrıca, hiyeroglif yazısı için kullanılan papirüs, mumya yapımı, süs, güzellik ve sağlık için hayli ileri bir tıp, kimya ve eczacılık bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır.

Eski Mısırlılar gök olayları hakkında geniş malumata sahiptiler. Yıldızlar konusunda çok geri olmalarına rağmen, Ayın periyodik olarak gösterdiği safhaları göstermişler ve güneşin hareketlerini dikkatle inceleyerek bir yıl içindeki yükselme ve alçalmalarını tesbit etmişlerdir. Ayrıca dört yön üzerinde kesin bilgi sahibiydiler. 365 günlük ve 12 aya bölünmüş bir güneş takvimini kullanmışlardır. Bu takvim M.Ö. 4200 yıllarına kadar uzanmaktadır.

Mezopotamya’da ise, Eski Mısır medeniyetiyle çağdaş olan hayli ileri bir medeniyet yaşanmıştır. Sümer, Babil kavimleri bilhassa matematik ve astronomide Mısırlıları geçerek matematikte 60’a kadar ondalık sistemi, yukarısı için 60 tabanlı sistemi kurmuş ve kullanmışlardır. Ayrıca çarpma, bölme, kare, karekök ve küpkök cetvelleri hazırlamışlardır. Daireyi 360 dereceye bölerek gök mekaniği hesaplarında faydalanmışlar, bir günü 24 eşit zaman birimine, bunu da 60 eşit parçaya ayırmışlar, M.Ö. 4700 yıllarına kadar çıkan bir takvim kullanmışlardır. Sümer-Babil Kavimleri Takvimi adıyla bilinen bu takvimde bir yıl 29 ve 30 günlük 12 kameri aya ve 354 güne bölünmüştür. Ayrıca güneş yılının bundan uzun olduğunu gördüklerinden her üç yılda bir kameri takvime bir ay ilave etmişlerdir.

Sümer ve Babil kavimleri yıldız hareketlerinin insanların hareketlerine etkili olduklarına inanarak bu yolda çalışmışlar, ayrıca güneşin, ayın ve gözleyebildikleri beş gezegenin hareketlerini özel fen aletleriyle takib ederek, hesaplarını çıkarmışlar, güneş ve ay tutulmalarını önceden tahmin etmişlerdir.

Bütün bunlar ve bazı tıp-eczacılık bilgileri ile cebiri hatırlatan temel bilgiler, Mezopotamya kavimlerinin bıraktığı çivi yazılı killi topraktan mamul kabartmalardan anlaşılmaktadır.

Eski İyonya ve Yunan’da ilmi çalışmaların temelini Mısır ve Mezopotamya kavimlerinden istifade ederek kuran Thales, bazı astronomi bilgileri ve matematikte üçgenlerin alanlarını hesaplama işlemini ifade eden teoremi ortaya koymuştur. Mısır ve Babil kaynaklarından geniş şekilde faydalanan bir başka bilgin Phythagorius, hipotenüs karesi ile ilgili problemi açıklamış, sayılar üzerinde çalışmıştır. Her bilgiyi ve bu arada astronomiyi de akılla ölçmeye ve akli delil ve izahlara dayandırmakta oldukça ileri giden İyon ve Yunan bilginleri, “tanrı, kainatın yaratılışı, hayat” gibi konularda da aynı yolu tutup, her şeyi akılla çözmeye kalkışmışlar ve böylece eski Yunan felsefesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca coğrafya dalında Miletoslu Hekataios, tıp ve anatomi dalında da Galen (Calinos)in fikirleri Orta Çağda Avrupa’da muteber tutulmuştur.

Atina’da ilim hayatı denilince akla felsefe gelir. Asırlar boyunca bu sahada yapılan ısrarlı çalışmalar; Aristo, Eflatun, Sokrat gibi filozofun yetişmesine sebeb olmuştur. Bunların ve öğrencilerinin kurduğu felsefe ekollerinin gittikçe yaygınlaşması neticesinde ilk çağlarda ilim üzerinde yapılan çalışmalar, daha çok felsefi mahiyete dönüştü. Bilhassa Yunan ve Roma’da bir çok filozoflar, beğendikleri düşünceleri hakikat olarak anlatıyorlar, yaldızlı ve heyecan verici sözlerle insanları kandırıyorlardı. Felsefe neticede, sırf akla dayandığı için eski Yunan felsefesi başlıbaşına bir ilim değildi. AyrıcaEflatun gibi felsefecilerin, ilmi, peygamberlerden ve onların bildirdikleri kitaplardan aldığını İslam alimleri kitaplarında bildirmişlerdir.

Ortaçağda Avrupa, ilim ve medeniyet bakımından tamamen karanlık bir devir yaşamıştır. Bu zamanda insanların, her sahadaki ilim ile uğraşabilmesi, Hıristiyan papazlarının tekelindeydi. Onlar bu hususta kimseye izin vermiyorlardı. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken; Müslümanlar, yer küresinin yuvarlak olup döndüğünü buldular. Galileo (1564-1642) İslam alimlerinin kitaplarından okuyarak öğrendiği, “Dünyanın yuvarlaklığı ve batıdan doğuya doğru döndüğü” hakikatını söyleyince, papazlar tarafından aforoz edilmiş, hapsedilerek öldürülmesine karar verilmişti. Kopernik (1473-1543) ve Newton’un (1642-1727) başına gelenler de bundan az değildir.

Avrupa’da ancak miladi 1500 yıllarından sonra ilmi çalışmalara başlanmıştır. Çünkü onlar bu sıralarda, harpler ve çeşitli sebeplerle Müslümanlarla sık sık temaslarda bulunmuşlar, onları yakından görerek ahlakına, ilim ve medeniyetlerine hayran kalmışlardır. Sulh zamanlarında İslam ülkelerini ziyaret ederek gördüklerini, kendi memleketindeki insanlara, bilmedikleri ve hiç duymadıkları şeyleri anlatmışlardır. Temizliği, hastalıkların tedavisini bilmeyen Avrupalılar, Müslümanların kurdukları hastahanelerde tedavi olmaya gelmişlerdir. Nitekim Fransız İmparatoru Napolyon, 1798’de Mısır’daki Akka Kalesini kuşattığı zaman, askerleri arasında başgösteren çiçek hastalığından kurtulmak için, biraz önce savaştığı Müslüman Türklerden yardım dilemiştir. Merhamet isteyen, düşmanının bile yardımına koşan Müslüman Türk hekimleri, Fransız askerlerini bu felaketten kurtarmışlardır. Tarih kitapları, bunun gibi pekçok olayı yazmaktadır. Aynı çağda Müslümanlar, her türlü ilimde, fen ve sanatta en yüksek medeniyet eserleri meydana getirmişlerdir. AyrıcaEmeviler İslam dinini, İspanya’dan, Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıkları saldı. Hıristiyanlık alemini uyandırıp, bugünkü ilim ve teknikdeki ilerlemenin temelini attı. Dünya yüzündeki ilk üniversitenin, Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi olduğu bütün ansiklopedilerde yazılıdır. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştur.

Endülüs SultanıÜçüncü Abdurrahman (M.829-903) kendisi ve devlet adamları ilim ve edep sahibiydiler. Âlimlere ve ilme çok kıymet verirdi. Bunun için Endülüs’te ilim ve fen çok ilerledi. Saray ve devlet daireleri birer ilim yuvası oldu. Her memleketten ilim öğrenmek isteyenler akın akın Kurtuba’ya geldiler. Kurtuba’da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa’da ilk yapılan tıp fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba’ya gelir; gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Üçüncü Abdurrahman ayrıca 600.000 kitap bulunan bir kütüphane de yaptırdı. Kurtuba’da çok sayıda derin alimler yetişti. Osmanlı Türkleri, İslam dinini doğudan, Avrupa’nın ortalarına kadar yaydılar, ilimde ve teknikte, bütün dünyaya ışık tutan muazzam medeniyet eserleri meydana getirdiler.

Avrupalılar, Müslümanlarla olan bu temasları sonucunda, dinlerinin yanlışlıklarla ve hurafelerle dolu olduğunu, ilimde ve teknikte çok gerilerde bulunduklarını anladılar. Papazların halk üzerindeki nüfuzunu azaltmak ve dinlerini hurafelerden kurtarmak için reform (dini değişiklik) hareketlerine giriştiler. Bu hususta 1555’te Martin Luther’in ve Calven’in öncülük yaptığı pek meşhurdur. Bunun yanında fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından öğrenen Avrupalılar, ilimde ve sanatta Rönesans hareketi adı altında bir takım yeniliklere başladılar.

Halbuki bütün ortaçağ boyuncaİslam alemi ilmin, sanatın, fen ve tekniğin merkezi olmuştu. Matematik, fizik, kimya, tıp, astronomi ilimleri ve bunların dalları üzerinde birçok eserler yazılmış ve o günün eğitim müesseseleri, üniversiteleri olan medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu ilimleriAvrupalılar, İslam memleketlerinde okuyup tahsil ettikten sonra öğrenmişlerdir. Bu çağda Müslümanların ilme hizmetleri sayılamayacak kadar çoktur. Avrupa’daki rönesans hareketinin başlaması, Müslümanlardan öğrendikleri ilimler sayesinde olmuştur. On dokuzuncu asra kadar Osmanlı medreselerinde fen dersleri okutuluyordu. Aydın din ve fen adamları yetişiyordu. Dünyaya önderlik ediyorlardı. Tanzimatçıların fen derslerini medreselerden kaldırmasıyla bu sahadaki çalışmalar tamamen durdu ve batı, doğuyu sür’atle geçti.

On sekizinci asrın ikinci yarısından itibaren buharlı gemilerin bulunması, yeni harp vasıtalarının yapılması ve bunları takib eden diğer teknik buluşların ortaya çıkması ile ilimde, teknikte pek sür’atli ve muazzam buluşlar yapıldı. Fizik ve kimyada, tıpta, astronomide akılları durduracak bu keşifler, yepyeni ufukların açılmasını sağladı. Atomun parçalanıp büyük nükleer güçlerin meydana gelmesi, uzay çalışmalarının başlaması ile yeni bir çağ başladı.

İslam Dininde İlim

İslamiyet, ilmin ta kendisidir. Kur’an-ı kerim’in birçok yerinde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Mesela Zümer suresi dokuzuncu ayetinde mealen; “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Bilenler elbette kıymetlidir!” buyruldu.

Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri, o kadar çok ve meşhurdur ki, başka dinde olanlar da bunları biliyor. Mesela İhyau Ulumiddin, İbn-i Mace’nin Sünen’inde ve Mevdu’at-ül-Ulum kitaplarında, ilmin fazileti anlatılırken, “İlmi, Çin’de de olsa, alınız!” hadis-i şerifi yazılıdır. Yani dünyanın en uzak yerinde ve kafirlerde de olsa, gidip ilim öğreniniz! Bir hadis-i şerifte de; “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, çalışınız.” buyruldu. Yani bir ayağı mezarda olan seksenlik ihtiyarın da çalışması lazımdır. Öğrenmesi ibadettir. Peygamberimiz: “Yarın ölecekmiş gibi ahirete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerine çalışınız.” buyururken diğer hadis-i şeriflerde de: “Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetden daha iyidir” ve “Şeytanın bir alimden korkması, cahil olan bin abidden korkmasından daha çoktur” buyurmuştur. İslam dininde kadın, kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez. Sefere, misafirliğe gidemez. Fakat, kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz, ilim öğrenmeğe gidebilir. Görülüyor ki, Allahü tealanın sevdiği, büyük ibadet olan hacca izinsiz gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor. Her Müslümanın önce din, sonra dünya bilgilerini öğrenmesi lazımdır.

İlim hakkındaki hadis-i şeriflerde buyruluyor ki:

Allahü teala bir kimseye iyilik etmek isterse, onu dinde alim yapar ve ona doğru yolu ihsan eder.

Ümmetimin alimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.

Temiz ve müttaki (Allahü tealadan korkan, haramlardan sakınan) bir alimin arkasında namaz kılan, İsrailoğullarının peygamberlerinden birinin arkasında namaz kılmış gibidir.

Göklerde ve yerde olanlar, alim için istiğfar ederler.

Peygamberlik derecesine en yakın olan insanlar din alimleridir. Çünkü din alimleri, insanları peygamberlerin gönderildikleri şeye çağırırlar.

Ümmetimden iki kısım insan iyi olursa, insanlar da din hususunda iyi olur. Bunlar alimler ve devlet reisleridir.

Âlimin abid üzerine üstünlüğü, benim sizin en aşağınız üzerine olan üstünlüğüm gibidir.

Kıyamet gününde üç kısım kimse şefaat eder. Peygamberler, sonra alimler, sonra şehidler.

Âlimle abid arasında yüz derece vardır. İki derecenin arası yetmiş senelik mesafedir.

Allahü tealanın Cehennem’den azad ettiklerine bakmak isteyen, ilim talebesine baksın! Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü tealaya yemin ederim ki, bir alimin kapısına giden ilim talebesine her adımı için Allahü teala bir yıllık ibadet sevabı yazar ve Allahü tealanın Cehennem ateşinden azad ettiği kullarından olduğuna melekler şahitlik eder.

İlim öğrenmek, erkek ve kadın her mü’mine farzdır.

Ey Ali! Ya alim ol, ya ilim talebesi ol, yahut da dinleyici ol. Dördüncü olma, helak olursun!

Müslümanların öğrenmesi lazım olan ilimlere“Ulum-i İslamiyye” (İslam bilgileri) denilerek önce ikiye ayrılmıştır. Bunlardan birincisine “ulum-i nakliyye”, ikincisine “ulum-i akliyye”denir.

Ulum-i nakliyye: Yüksek din bilgileri olup, 8 büyük kısma ayrılır: İlm-i tefsir, İlm-i usul-i hadis, İlm-i hadis, İlm-i usul-i kelam, İlm-i kelam, İlm-i usul-i fıkıh, İlm-i fıkıh, İlm-i tasavvuf (ilm-i ahlak) şeklinde sıralanan bu sekiz ana ilim de kendi içlerinde bir çok dala ayrılır.

Erkek ve kadın her Müslümanın bu sekiz bilgiden kelam, fıkıh ve tasavvuf bilgilerinde lüzumu kadarını öğrenmesi farz-ı ayndır. Bu bilgilerin kaynağı dörttür ve buna; “edille-i şer’iyye” denilir. Bu bilgiler zamanla değişmez. Bir insan kendi görüşü ile bu bilgilerde değişiklik yapamaz.

Ulum-i akliyye: Bunlara tecrübi ilimler de denir. Bunlar: Fen bilgisi ve edebiyat bilgisi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunları Müslümanların öğrenmeleri farz-ı kifayedir. Herkes kendi mesleği ile ilgili ilimleri tahsil etmeli, mümkünse mütehassıs olmalıdır. Bunlar zamanla değişebilir. Çeşitleri çoğalıp sayıları da artabilir. Bunlar akıl yoluyla elde edilen bilgilerdir. Akli ilimlerle ilgili en mükemmel çalışmaları da yine Müslümanlar yapmıştır. Çeşitli ilimler, bunların mevzuları, kaynakları, bunlar üstüne yazılmış kitaplar ve yazarları hakkında bir çok eser telif edilmiş, içlerinden Keşf-üz-Zünun gibi yüzlerce ilmin sayıldığı ve yeterli malumatların verildiği kitaplar bütün dünyaca meşhur olmuştur. Mevduat-ul-Ulum kitabında 500’den fazla ilmin tasnifi yapılmıştır.

İslamiyette İlim Elde Etme Yolları

İnsanın her şeyi bilmesi, üç vasıtadan birisiyle elde edilir. Bunlar:

1. His (duygu) organı: His organları göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beştir. Bunların hastalıklardan salim olduğu zaman, bir şey hakkında elde ettiği bilgiye güvenilebilir. Gözün, renk körü olduğu zaman gördükleri yanlıştır. Sinir sisteminin bozuk, nezle ve grip olduğu zaman derinin duyarlılığı azalır.

2. Akıl: Akıl ile bilmek iki şekilde olur. Düşünmeden hemen bilinirse “bedihi” denir. Düşünmekle bilinirse, “istidlali” denir. Her şeyin, kendi parçasından büyük olduğunu bilmek bedihidir. Hesapla elde edilen bilgiler, istidlalidir.

His (duyu) organları ve akıl ile birlikte elde edilen bilgilere (tecrübi bilgi) denir. Bunlar, çeşitli deneyler sonucu elde edilen bilgilerdir. Akli ilimler yani fen bilgileri, his (duyu) organları ve akıl ile tecrübe edilerek elde edilir.

3. Güvenilir haber: Buna “haber-i sadık” da denir. Din bilgileri bu yolla bilinir. Güvenilir haber ikidir:

a) Tevatür haberleri: Her asrın güvenilen insanlarının hepsinin söylemesidir.

b) Peygamber haberleri: Peygamberlerin, Allahü tealadan vahiy yoluyla alıp, insanlara bildirdiği bilgiler.

İmam-ı Gazali, El-Münkızü-ani’d-Dalal kitabında diyor ki: “Akıl ile anlaşılan şeyler, his organlarıyla anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, akıl da peygamberlik makamında anlaşılan şeyleri kavramaktan acizdir. İnanmaktan başka çaresi yoktur. Akıl, anlayamadığı şeyleri nasıl ölçebilir? Bunların doğru ve yanlış olduğuna nasıl karar verebilir?

Nakil yoluyla anlaşılan, yani peygamberlerin söyledikleri şeyleri, akılla araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. At, yokuşa doğru kamçılanırsa, ya yıkılıp çabalaya çabalaya canı çıkar, yahut alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harab olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya çıldırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve insanları da aldatır. “Akıl; his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan, bir miyardır, bir alettir. Bunların dışındakilerin hakikatlerini anlama hususunda şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka çare yoktur. Görülüyor ki, peygamberlere tabi olmak, aklın gösterdiği bir lüzumdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur.

İslamiyet ve Fen

İslamiyet, fen ilimleriyle uğraşılmasını Müslümanlardan istemektedir. Fen; “mahlukları, hadiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak”demektir. Bunları Kur’an-ı kerim emretmektedir. Fen bilgilerini ve sanat öğrenmek, en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, devletin ve Müslümanların vazifesidir. Müslüman olmayanlardan daha çok çalışmamızı dinimiz emretmektedir. O halde İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müsbet çalışmayı emreden dinamik bir dindir.

İslamiyetin hükümlerini iyice kavramış ve bugünkü medeniyetin temelini teşkil eden fen kollarının tarihçesini incelemiş bir fen adamı, tarih boyunca hiçbir zamanda, hiçbir teknik başarının, hiçbir fenni hakikatin, İslamiyete karşı durmadığını ve daima ona uygun bulunduğunu pek açık olarak görür. Nasıl uygun olmasın! Zaten tabiatı incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak, İslamiyetin emrettiği bir şeydir. Allahü teala, Kur’an-ı kerim’in birçok yerinde mealen; “Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri, canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz. Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hakimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız.” buyuruyor.

Allahü teala, İslamiyetin temeli olan imanı, tecrübeye ve aklı kullanmağa bağlamıştır. Yani Müslümanlık binası, bu iki esas üzerine kurulmuştur. Diğer bütün ibadetler, iyilikler, itaatler hep, bu iman ağacının dalları, budaklarıdır. Allahü teala, Kur’an-ı kerim’in birçok yerinde, kafirleri, neden akıllarını kullanmadıkları için ve neden yerleri, gökleri ve kendilerini inceleyerek düşünmedikleri ve böylece imana kavuşamadıkları için, azarlamakta ve aşağılamaktadır. Büyük İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani diyor ki: “Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü tealanın varlığını anlamaya çok yardım eder.” İmam-ı Gazali’nin; “Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü tealanın varlığını ve kudretini anlayamaz” sözü meşhur olmuştur.

Günümüzde Fen Bilgileri

Yirminci yüzyıldaki ilmi buluşlar, birçok ilmi teorileri altüst edercesine gelişti. Bu buluşlar insan yaşayışını da etkiledi. Wilhelm Konrad’ın Röntgen şuaları; Antoine Henri Becquerel’in radyoaktiviteyi fark etmesi; 1900 senesinde Mendel kanunlarının çıkışı; 1901 senesinde Max Planck’ın kuantum teorisi; Pierre ve Marie Curei’nin radyumun radyoaktif radyasyonu; 1905-1916 seneleri arasında Albert Einstein’in relativite ile ilgili teorileri ve Baron Rutherford’un 1919 senesinde atomu parçalayarak atom teorisinin gelişmesi son asrın ilmi buluşları arasında sayılabilir.

1950’lerde başlayan uzay çalışmaları ile ilimde yeni bir çığır açıldı. Uzayda zamanla yeni galaksiler meydana geldiği, her uzay cisminin kendine has manyetik sahaları olduğu ortaya çıkarıldı. Elektronik ilminin uzay çalışmalarındaki yardımları küçümsenmeyecek ölçüde büyüktür. Elektronik bilgisayarların geliştirilmesi insan hayatını etkilemiştir. Atomun yapısı hakkında bilgiler genişlemiş, nükleer enerji hem enerji kaynağı olarak hem de atom ve nötron bombaları şeklinde harb vasıtası olarak kullanılmaya başlamıştır.

Tıp sahasında ise organ nakli, açık kalp ameliyatları, sun’i derinin imali gibi tedavi usullerine geçilmesinin yanısıra; teşhis metodları ve aletlerinde de elektronik cihazların devreye girmesiyle büyük gelişmeler sağlandı.

Haberleşme sahasında telgraf, telefon ve radyo gerilerde bırakılıp; televizyon, video, uydular aracılığıyla haberleşme günlük hayata uygulanarak “mesafe” faktörü her geçen gün biraz daha önemini kaybetmektedir.

İlmin Kritiği

İlme kıymet vermek; medeni yaşamak için bir mecburiyettir. İnsan, ömür sürdüğü müddetçe dünyada ihtiyaçlarını temin etmek, tehlikelerden korunmak, rahat ve huzur içinde yaşamak, manen ve madden yükselebilmek için her şeyden önce bilmek, tanımak ve anlamak zorundadır. Çünkü insan bilmediğinin yalnız cahili değil, aynı zamanda esiri, acizi ve düşmanıdır.

İlim nedir? İlmin mahiyeti nedir? İlmin kaynağı nedir? İlimden maksad nedir? gibi bir nevi ilmin kritiğine yönelmiş sualler ve cevapları, ilk çağlardan beri tartışma konusu olmuştur. Bugün de bu tartışmalar bilhassa batı dünyasında ve tamamen batıyı taklid edenler nazarında halen devam etmektedir.

Eski Yunan filozoflarının da dahil olduğu ilkçağ filozofları ve sonraki çağlarda gelen filozoflar netice olarak, ilmin metodlu bir arayış ve inceleme, bir araya toplama ve sınıflandırma yoluyla tabiatta ve çevrede görülen sayısız varlıkların ve olayların idrakini mümkün kıldığını, böylece de devamlı bir oluş, akış, değişiklik içinde görünen bu olaylar karşısında insan duygularının bir düzene ve sıraya sokulması ve kaostan kurtulması için insanoğlunun bir gayret sarf etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bunun da ancak bütün oluşum ve değişimleri, alem-şümul planda hükmü altında bulundurduğuna kanaat getirilen düzenin ne olduğunun keşfedilmesiyle mümkün olacağını belirtmişlerdir.

İşte bu noktadan itibaren alem-şümul düzenin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, kim tarafından ve ne zaman konulduğu gibi soruların cevabını bulmak için yalnız akıl yoluyla ve eldeki çeşitli bilgilere dayanılarak sarf edilen gayretler çeşitli felsefe ekollerini ve felsefecileri ortaya çıkarmıştır. Bütün ilimlerin özünü, aslını ihtiva edecek; hayatı, dünyayı, olayları aynı zamanda ve mutlak doğru bir tarzda izah edecek bir görüş, bir fikir sistemi(diyalektik) arayışı bütün ilkçağ, ortaçağ ve yeniçağ filozoflarını ömürleri boyunca meşgul etmiştir. Ancak hiçbiri böyle bir idrak ve izaha ulaşamamış, gerek kendi asırlarında ve gerekse sonraki asırlarda ne kadar büyük yanlışlara düştükleri ve kainattaki muazzam nizamı keşfetmekte bile ne kadar aciz kaldıkları ortaya konmuştur.

Bu hallerinin sebebi, çeşitli fen bilgilerinin her asırda ilerleyerek önceki zamanlarda yaşayan filozofların felsefelerini bina ettikleri eski bilgilerden kat kat fazlalaşıp, hatta eksikli ve yanlışlıklar bulup, o bilgileri değiştirmesi ve böylece onların felsefelerini hükümsüz kılması şeklinde izah edilebilir. Ancak bu izah, bütün fen bilgilerindeki en son gelişmeler inceden inceye dikkate alınarak kurulacak felsefelerin de yakın zamanda yıkılacağını da beraberinde getirmektedir ki, doğrudur. Nitekim son yüzyılda artık batıda da bu tip filozoflar ve felsefeleri itibar görmemektedir.

Batıda ilimleri ilk sınıflama teşebbüsünde bulunan kimse olarak Aristo bilinir. Aristo temel ilim olarak felsefeyi almış ve bu temele dayalı olarak üç ilim sayıyordu. Bunları teoritik ve spekülatif (teoloji, fizik, metafizik, biyopsikoloji), pratik filozofi (ahlak ve siyasi ilimler), protüktiv felsefe (beyan, estetik, edebi tenkit) şeklinde sıralıyordu. Zenon Okulu(Revakıyun) mensupları ise bütün ilimleri bir bahçeye benzeterek “Mantık, bu bahçeyi dış tesir ve taarruzlardan korur. Fizik, bereketli toprağı temsil eder. Yetişen meyveler de ahlaktır.” demişlerdir.

Yeni zamanlardaFrancis Bacon, ilmin bir nevi planını yapmaya kalkışarak insan zekasının ortaya koyabildiği her şeyin bir envanterini çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Bu arada Fransız filozofu Descartes (1596-1650) ilmi metodun birliği prensibini rasyonalist bir tarzda tesbit etmeye çalışmış, daha çok bir fizikçi olarak tanınan Ampére (1773-1836) ise ilimlerin felsefesi üzerine verdiği derslerde, bütün ilimleri dört ayrı görüş açısından eleştirerek, yeni bir sınıflama yapmıştır. Ampére’in bu sınıflamasında ilimlerin sayısı 128 çeşide ulaşmaktadır. Auguste Compte ise, fazla teferruata girmeden yalnız temel pozitif ilimleri sınıflandırmıştır. Umumiyet ve komplekslik esas alınarak yapılan bu sınıflamada en genel ve mücerret, fakat en az kompleks olması bakımından matematik en üst sıraya konmuş, sosyoloji ise en alta yerleştirilmiştir. Compte’un bu sınıflandırması çeşitli bakımlardan çok fazla tenkid edilmiştir.

Herbert Spencer (1820-1903)e göre ise ilimler, konularındaki mücerretlik ve müşahhaslık derecelerine göre sınıflandırılmalıdır. O da Compte gibi edebi ve manevi ilimleri bir kenara bırakarak 10 ilimden ibaret bir tablo ortaya koymuştur.

Cournot’un (1801-1877) şemasını çizdiği bir başka tablo, bugünkü terminolojiye uydurularak ilimlerin tasnifinde kullanılmaktadır. Ayrıca ilimlerin üç ana gurupta toplanması da batıda son zamanlarda rağbet gören bir fikir olmuştur. Buna göre birinci gurupta tecrübi dayanağa ihtiyaç duymayan ilimler, ikinci gurupta canlılık kavramını hesaba katmadan yalnız maddeyi konu edinen ilimler, üçüncü grubu ise birbirlerinden ayrılamayacağı düşüncesiyle biyolojik-psikolojik-sosyolojik karakterdeki bütün ilimler girmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca ilme en yüksek değeri ve en şerefli yeri, yalnız İslamiyet vermiştir. Diğer hak veya batıl hemen bütün inançların, felsefi sistemlerin, rejimlerin ve dünyanın her tarafında ve her zamanda yaşamış olan insanların hiç tartışmasız kabul ettikleri nadir hususlardan biri, ilme kıymet vermektir. Ancak bu hepsinde şu veya bu bakımdan, şu veya bu derecede kalmış iken yalnız İslamiyette ilim gerçek yerine oturtulmuş, bütün cepheleriyle ele alınmıştır.

Ancak Müslüman olmakla kazanılan tevhid (Allah’ın bir olduğu) inancı, bütün Müslümanları daha başlangıçta kainatın yaratıcısı ve O’nun kurduğu düzeni hakkında mutlak doğru, kesin ve açık bir bilgiye kavuşturmuştur. Böylece batı dünyası için içinden çıkılmaz bir muamma olup, hepsi de birbirinden ayrı şeyler söyleyen birçok felsefe mekteplerinin doğmasına sebeb olan bu bilgi, İslam dinini seçen herhangi bir insan için daha ilk kelimede halledilmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle; Müslüman olmayan bir bilgin eşyayı ve olayları inceleyerek elde ettiği bilgiler yoluyla kainattaki düzeni, bu düzenin yaratıcısını, bu yaratıcının nasıl olduğunu anlamak için ömür boyu çırpınmakta; İslam alimleri ise isimleriyle, sıfatlarıyla inandıkları ve bildikleri yaratıcının (Allahü tealanın) yarattığı eşya ve olayları incelemektedirler. Birinci bilgin, yalçın ve yırtıcı kayalıklarla dolu bir uçurumu tırnaklarıyla tırmanıp zirveye ulaşmak isteyen birine, İslam alimleri ise zirveye oturmuş, etrafı ibretle seyreden ve inceleyen bir diğer kimseye teşbih edilebilir. Uçurumu tırmanmaya çalışanlardan ender kişiler aşağıya uçup parçalanmaktan kurtulmuş, binbir meşakkatle tırmandıkları zirvede ise hazret-i Muhammed’in tevhid inancını tebliğ eden sözlerini bulmuşlardır. Çeşitli din ve milliyetlerden olup da İslamiyeti seçen fen bilginleri ve düşünürler bu halin misalini teşkil etmektedir.

Sevgili Peygamberimize vahy yoluyla Allahü teala tarafından indirilen ayetlerin tamamını ihtiva eden Kur’an-ı kerim, Allah kelamıdır. Bu ilahi kitap, dünya ve ahirete ait bütün ilimleri ihtiva etmektedir. Peygamber efendimizin hadis-i şerifler’i de, Kur’an-ı kerim’in ayetlerini tefsir eden, manalarını açıklayan mutlak doğru sözlerdir. İşte İslam dünyasında “haber-i sadık” denilen ve ilmin kaynaklarından en mühim olanı bu ikisidir. Ayrıca her asırdaki güvenilir insanların hepsinin bildirdiği şeyler de haber-i sadık’ın ikinci çeşididir.

Bu güne kadar insanların elde ettiği hiçbir fen bilgisi, hiçbir ilmi buluş ve keşif, Kur’an-ı kerim’de ve hadis-i şerifte bildirilenlerin dışında olmamış ve aksini söylememiştir. Halbuki insanlar elinde bozulmuş olan Tevrat ve İncil’de yazılı olanlar his ve akıl yoluyla elde edilen fen bilgileriyle çatışınca, hatta fen bilgileri tarafından saçma ve uydurma oldukları ortaya konunca, Hıristiyan alemindeki bilginler bu kitapların yazılarını ve papazların sözlerini reddetmişlerdir. Böylece onlar insan eliyle değiştirilmiş bu kitaplara bakarak ilimde haber-i sadık kaynağını kabul etmemişler, filozofların sözlerini ve kitaplarını bunların yerine geçirmek yolunu tutmuşlardır. Müslüman alimlerin erdikleri, Kur’an-ı kerim gibi bir kitaba sahib olma saadetine onlar erememişlerdir.

İslamiyette insanların sahib oldukları ilim, Allahü tealanın sıfatlarından ilim sıfatının zıllerindendir. İnsanlara ilmi O vermiştir. İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem’e kendi uluhiyyetine ve dünya işlerine ait bazı bilgileri Allahü teala kendisinin öğrettiğini, diğer peygamberlere de din bilgilerinin yanısıra çeşitli dünya bilgilerini öğrettiğini Kur’an-ı kerim’de bildirmektedir. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler bütün insanlara en çok lazım olan ve insanların akıllarının yetmeyeceği iman ve ibadet bilgileri ile doğruyu bulmakta zorlanacakları ahlak bilgilerini tafsilatıyla bildirmiş, fen bilgilerine ise öz şekliyle beliğ ifadelerle işaret edip bunlar hakkında insanlar, düşünmeye, araştırma ve inceleme yapmaya ve tefekkür ederek ibret almaya sevkedilmişlerdir.

İslamiyette ilim ve ilim sahipleri çok övülmüş, cehalet ise kötülenmiş olmasına rağmen ilim bir maksat değil, vasıtadır. İlim, insana Rabbini tanıtan ve onu kulluğa sevkeden bir merhaledir. İlim, amele (fiiliyata, işe) dönüşürse kıymetlidir. Böyle olmayan bilgilere “faydasız ilim”denilerek insanlığı cehalete götürdüğü bildirilmiştir. İlim, insanı kendini bilmeye ve sonra da Rabbini bilmeye götürmelidir. “Âlim”, ilmin kendisinden kıymetlidir. İlmi arttıkça tevazuu artmayan, amelleri ve ahlakı olgunlaşmayan, kibir ve gurura kapılanlara alim denmez.

Müslümanlara beşikten mezara kadar ilim öğrenmelerini emreden İslamiyetin ilk yıllarında ilimlerin tasnifi yolunda herhangi bir çalışmaya ihtiyaç duyulmamıştır. İlk asırlarda yaşayan salih ve temiz Müslümanların ilimleri başta din bilgileri olmak üzere son derece berrak ve muntazamdı. İlk yıllarda ilimlerin kağıda geçirilmiş bir tasnif tablosu bulunmamakla beraber İslam alimlerinin eserlerinde ve Müslümanların günlük hayatlarında kendiliğinden vücud bulmuş ve yaşanmakta olan bir ehemmiyet sırası vardı. Bu sıralamada dini bildiren ilimler en mühimleri olup, diğer fen bilgileri de bu ilimleri anlamaya, hayatta tatbik etmeye yarayan ilimler olarak gereken önem ve titizlikle üzerinde duruluyordu.

Eski Yunan filozoflarının eserlerinin tercüme edilmesinden sonra bu kitaplardaki bozuk düşüncelere cevaplar verilirken, İslam bilgileri de bu arada tasnif edilerek kağıda geçirildi. Batıdaki ilim tasnifleri her asırda az veya çok değişikliğe uğramışken, İslam alimlerinin yaptığı tasnif, asırlar boyunca hiç değişmedi.

Müslümanların İlme Hizmetleri

İnsanlığın bugün sahib olduğu ilim ve teknik seviyedeki en büyük pay, Müslüman alimlerinindir. Yirminci yüzyılda, artık başdöndürücü bir sür’ate ulaşan fen bilgileri ve teknik harikaların temel bilgilerinin hemen hepsi Müslüman alimlerin kitaplarına dayanmakta ve esaslar oradan alınmaktadır. Tıp, matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi pekçok ana ilim dalında İslam dünyasında yüzyıllar boyunca yazılmış ve hepsi çok kıymetli bilgilerle dolu kitaplar, dünyanın meşhur kütüphanelerinin en kıymetli eserleri olarak muhafaza edilmektedir. İslamiyetin doğuşundan itibaren on sekizinci yüzyıla gelinceye kadar çeşitli İslam memleketlerinde yetişen alimlerin bir ibadet vecdi içinde geceli gündüzlü yaptıkları çalışmalar, dünyayı her bakımdan aydınlatmış, yeni yeni ilmi keşifler ve teknik buluşlar insanlığa hediye edilmiştir.

İslam dünyasında üç çeşit alim yetişmiştir: Yalnız fen bilgilerinde mütehassıs olanlara “fen alimi”; yalnız din bilgilerinde mütehassıs olanlara da “din alimi” denilmiştir. Din bilgilerinde üstad ve zamanındaki fen bilgilerinde mütehassıs olanlara ise “İslam alimi”denilmiştir.

Vaktiyle çok İslam alimi vardı. Bunlardan en meşhur olanlarından biri İmam-ı Gazali’dir. İmam-ı Gazali din bilgilerindeki derinliği, ictihaddaki derecesinin yüksekliğinin yanısıra zamanının bütün fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Bağdat Üniversitesinin rektörü olup o zamanın ikinci dili olan Rumcayı iki senede öğrenmiş, eski Yunan ve Roma felsefesini, fennini incelemiş, yanlışlarını ve bozuk taraflarını kitaplarında bildiren İmam-ı Gazali, eski Yunan filozofları ile felsefelerini tasnif ederek, herbirinin sözlerinin esasını, birbirlerinden farklarını, ayrıldıkları ve birleştikleri yerleri sistemli olarak mükemmel bir tarzda sıralamıştır. Ayrıca kitaplarında dünyanın döndüğünü, maddenin yapısını, ay ve güneş tutulmasının hesablarını ve daha birçok teknik ve sosyal bilgileri yazmıştır. Eserleri asırlar boyuncaİslam dünyasında olduğu gibi Avrupa’da da kaynak eser olarak okutulmuştur. Bugün de Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde bazı eserleri ders kitabı olarak okutulmakta, Unesco tarafından neşredilerek bütün dünyaya dağıtılmaktadır.

İslam alimlerinin en büyüklerinden biri de İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki’dir. Bunun din bilgilerindeki derinliğini ve ictihad derecesinin yüksekliğini; hele tasavvuftaki, vilayetteki kemalinin, aklın, idrakin üstünde olduğunu, dinde söz sahibi olanlar söylediği gibi, Amerika’da yeni çıkan kitaplar da bu ilim ve irfan güneşinin ışıklarıyla aydınlanmaya başlamıştır. İmam-ı Rabbani (1563-1624) zamanının fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Elektronların aralarının boş olduğunu, hızla döndükleri için dolu göründüklerini ilk defa o açıklamış, bu bilgi Avrupalılar tarafından ancak son yıllarda anlaşılmıştır. İmam-ı Rabbani’nin talebelerine okuttuğu Şerh-i Mevakıf kitabı Arapça büyük bir eser olup, içinde; o zamanın bütün fen bilgileri anlatılmakta, yer küresinin yuvarlak olduğu, batıdan doğuya doğru döndüğü isbat edilmekte, atom üzerinde, maddenin çeşitli halleri, kuvvetler ve psikolojik olaylar üzerinde kıymetli bilgiler verilmektedir. Kadı Adud’un 14. asırda yazdığı ve Seyyid Şerif Cürcani’nin şerhettiği bu kitapta ayrıcaYunan felsefecilerinin hataları ve yanlışları ispat edilmiştir.

Bu kitapların yazıldığı devirdeAvrupalılar dünyayı tepsi gibi düz, etrafı duvarla çevrili zannediyorlardı. Bir meridyenin uzunluğunu da ilk defa Musul ve Diyarbakır arasında, Sincar Sahrasında Müslümanlar ölçtüler ve bugünkü gibi buldular.

Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü olan Nureddin Batruci, El-Hayat adlı kitabında bugünkü astronomiyi yazmaktadır. (Bkz. Batruci).

Aynalarda ışıkların kırılması kanunlarını ilk defa İbn-i Heysem bulmuştur. Avrupa’da Alhazem adıyla tanınan bu Müslüman alim, 10. asırda yaşamış, matematik, fizik ve tıp ilimlerinde yüze yakın kitap yazmıştır.

Türkistanlı Ali bin Ebilhazm İbn-i Nefis (Bkz. İbn-i Nefis) doktor olup, tıp ilmindeki buluşlarını bildiren kitapları, tıp ilminin kaynaklarından olmuştur. Akciğerlerdeki kan deveranının şemasını ilk olarak bu doktor çizmiş, böbrek ve mesane taşlarının alametlerini ve nasıl tedavi edileceğini anlatmıştır. İslam cerrahlarından meşhur operatör Amr bin Abdürrahman Kirmani, Endülüs hastahanelerinde ameliyat yapmıştır.

Ebu Bekr Muhammed bin Zekeriyya Razi (Bkz. Ebu Bekr Razi) büyük bir İslam tabibiydi. Göz ameliyatlarını ilk defa fenni usullerle yaptı. Avrupa’da Razes ismi ile meşhurdur. İlaçlar ve kimya üzerine de kıymetli kitaplar yazmıştır.

Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan, İslam medeniyetinin yetiştirdiği İbn-i Sina’dır (Bkz. İbn-i Sina). İbn-i Sina, bundan 900 sene evvel; “Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki bunları görecek bir aletimiz yok.” demiştir. Ayrıca kanın insan vücudunda faydalı besinleri taşıyan sıvı olduğunu; idrardaki şekerin varlığını, içme suyunu mikroplardan temizleme usullerini, civa ile tedavi edilme, ameliyatlarda ağrıları hafifletici uyuşturucu terkiplerini gene ilk defa İbn-i Sina söylemiştir. Kanun adlı eseri asırlar boyunca Avrupa tıp fakültelerinde yegane tıp kitabı haline gelmiştir.

Osmanlı alimlerinden Fatih Sultan Mehmed Hanın hocası Akşemseddin de, Maddet-ül-Hayat kitabında; “Hastalıklar insandan insana canlı varlıklar (mikroplar) vasıtasıyla geçmektedir.” diye yazmıştır. Kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur (Bkz. Akşemseddin). Osmanlı Türkleri inekte çiçek aşısı üretmişlerdir.

Yıldızların hareketlerini inceleyen “zic ilmi” de Müslümanlar tarafından bulunmuştur. İslam alimlerinin bulduğu zicler yıllar boyunca astronomi ilmine rehber olmuş, batılı astronomlar önce bu zicleri araştırmış, sonra çalışmalarına başlamışlardır. Meşhur Müslüman alim Cabir’in Endülüs’te (İspanya’da) Sevilla (İşbiliyye) şehrinde kurduğu rasathaneye, burayı işgal ettikleri zaman rastlayan Hıristiyanlar, bu rasathanenin ne işe yaradığını anlayamayıp çan kulesi yapmışlardır.

Ayrıca Müslümanlar yıldızların kataloğunu yapıp birçoğunun adını vermişlerdir. Bugünkü sema haritalarında yıldızların çoğunun isimleri Müslümanların verdiği gibidir. Bir güneş yılının müddetini tayin, ışığın kırılmasının keşfi, rakkaslı saat da Müslümanların insanlığa hediyelerindendir.

Biruni’nin (Bkz. Biruni) çizdiği astronomi şemasının yanısıra astronomi ilminin en büyük üstadlarından Uluğ Beyin astronomik buluşları bu ilimde Müslümanların ulaştıkları maharetin delillerindendir. (Bkz. Uluğ Bey)

Osmanlı Türklerinden Kadızade-iRumi ise Uluğ Bey Zici’nin büyük kısmını tamamlamış, matematik ve astronomi ilmine ait eserleriyle meşhur olmuştur. (Bkz. Kadızade Rumi)

Kadızade’nin talebelerinden olan ve hocasının vefatından sonra Semerkant rasathanesinin başına geçen Ali Kuşçu da o devirlerin en büyük matematik ve astronomi alimlerinden biri olarak ün salmıştır. Astronomi ilmine ait en büyük eseri Risale fil-Hey’e’dir.

Coğrafya ilminde de Müslümanlar başı çekmişlerdir. Ünlü coğrafya alimi İdrisi’nin Nüzhet-ül-Müştak fi İbtirak-il-Âfak isimli meşhur eserinde 72 adet harita vardır. Evliya Çelebi, İbn-i Battuta ve Yakub Hamevi’nin seyahatleri ve eserleriyle coğrafya ilmine yaptıkları hizmetler, her türlü takdirin üstündedir.

Coğrafya ilmine adını büyük harflerle yazdıran Müslümanlardan biri de Piri Reis’tir. Bu meşhur Türk denizcisi yaptığı deniz seferleri sırasında edindiği bilgileri Kitab-ı Bahriye adlı eserinde toplamış, birçok bölgenin ve denizaşırı yerlerin bugünkine çok yakın haritalarını çizmiştir.

Katip Çelebi ise coğrafya ilminde en büyük eser olarak Cihannüma’yı yazarak bu ilim dalında yeni bir devir açmıştır.

Bugün bütün dünyanın kullandığı rakamları, sıfır dahil, Müslüman alimler bulmuşlardır. “Sıfır”ı Muhammed bin Ahmed bulmuş, cebir ilmini Harezmi kurmuştur. Bu ilmin adı Harezmi’nin Hisab-ül-Cebr vel-Mukabele kitabından gelmektedir. Ayrıca logaritma, onar onar sayıp yazmak, her dokuzdan sonra rakamın sağına sıfır koyarak diğer bir onlar hanesi vücuda getirmek yine Harezmi’nin buluşlarındandır. Harezmi’nin eserleri matematik sahasında o kadar yayılmış ve kullanılmıştır ki, ismi bile çeşitli milletlerin dilinde “Alkhorismi, “Algorisme”, “Augrisme” şekillerinde yazılıp söylenmiştir. (Bkz. Harezmi)

Sosyoloji ilmini ilk kuran İbn-i Haldun’dur. Mukaddime isimli ansiklopedik eserinde ilimlerin her dalından bahseder ve yeni bir ilim olarak sosyoloji yani İlm-i içtimaiyyatı kurduğunu bu ilmin esaslarıyla beraber anlatır.

İlim ve teknik, insanların hizmetinde faydalı olduğu müddetçe değerlidir. İnsanlara faydası olmayan ilmin ve fennin hiçbir faydası yoktur. Bu yüzden İslam alimleri insanlara faydalı olabilmek için ellerinden geleni yapmışlar, bu hususta müslim, gayr-i müslim ayırımı yapmamışlardır. İslam alimlerinin, ilme ve insanlığa yaptıkları hizmetlerin hepsini saymak, ancak her ilme ait kitap külliyetleri vücuda getirmekle mümkündür.

Lokman Hakim şöyle buyurmuştur:

“Yoksullar, ilim sayesinde sultan sarayında (sofrasında) otururlar.”

Müslümanların ilme katkıları konusunda Avrupalı ilim adamlarının söyledikleri sözlerden bazıları şöyledir:

Corci Zeydan: “Astronomi ilminde Avrupalılar değerli İslam alimlerine o kadar muhtaçtırlar ki, astronomi ilmi ile ilgili herhangi bir müşkil mesele ile karşılaştıkları zaman hemen Müslüman memleketlerine hususi memurlar göndererek onlardan yardım isterlerdi.”

Drapper: “İslam alimleri yaptıkları hesapların çoğunda o kadar isabet etmişlerdir ki, yeni matematikçilerin en mahirleri bile onları bulmuş oldukları bu hesapları kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Will Durant: “Tıp sahasında en büyük alim İbn-i Sina, en büyük hekim Razi, en büyük kimyager de Cabir’dir.

George Sarton: “Biruni, felsefe, matematik ve coğrafya ilimlerinde çok kıymetli olup, en büyük alimlerden birisidir.”

Prof. E. F.Genrtier: “Hiçbir itiraza imkan yoktur ki, bizim rönesansımızın matematik hocaları Yunanlılar değil, Müslümanlardır. Bizim bugün bildiğimiz hesap ilminin temel taşları İslam rakamlarıdır. Matematik ilminin karanlık garp alemine nasıl intikal ettiğini ve onların maddi medeniyetini nasıl ilerlettiğini bir tarafa bırakarak İslam rakamlarını bugünün dünya kültüründen kaldıracak olursak acaba şu büyük atom medeniyetinden geride ne kalır; düşünmek ve ona göre Müslümanların matematik ilmine yapmış oldukları hizmetleri takdir etmek lazımdır.”

Pasteur: “Îman hiçbir gelişmeyi engellemez. Bugün bildiklerimden daha çok ilmim olsaydı, Allah’a imanım şimdikinden daha güçlü ve derin olurdu.”

Admon Harbert (Jeolog): “İlim hiçbir zaman küfre neden olmaz.”

Einstein: “Îman, ilim araştırmalarının en güçlü ve en güzel savunucusudur. İlimsiz iman topalın yürüyüşüne benzer. Îmansız ilim de ama insanın bir şeyi duyuşuyla (el yordamıyla) anlamasına benzer.”

Charles Seignebos: “Müslümanlarla Haçlı seferleri yoluyla tanışan Avrupalılar medenileştiler.”

Bodley: “Rönesansı İslamiyete borçluyuz. Garplılar yel değirmenlerinin varlığını, kanallarla ziraat yapıldığını, oyuklu ok, trampet, top, barut, askeri alanda çok büyük öneme haiz olan bu malzemeleri Haçlı seferleri sayesinde öğrendiler. Otomatik saatten ipekli kumaşa kadar her şey Avrupalıların gözlerini kamaştırıyordu.”

Levi Provençal: “İspanya’da yetiştirilen çiçeklerin adları Arapçadan alındığı gibi kullanılıyor. Araplardan alınan bu isimler, Pirene Dağlarını aşmış, Fransız diline geçmiştir.

Roger Garaudy: “İslamın büyük Peygamberi; “Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın.” derken, her şeyi anlatmıştır. İslam hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslam; “İlim Çin’de de olsa alınız.”; “İlim ve fen, mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın.” diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslam bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyayı sarsmıştır.”

İlme Dair

İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,

Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.

Ondan sadık dost olmaz, ondan vefalı yar yok,

Her şeyde zarar olsa, onda asla zarar yok.

İlmde bir tat var ki, hiçbir şeyde bu tat yok.

Allah’ın huzurunda, alimden makbul zat yok.

İlm, uçsuz, bucaksız, bir ummanı andırır,

İlmden başka herşey, insanı usandırır.

Nasıl kıymetli olmaz, Allah onu övüyor.

Bak! Nebi-yi muhterem, bir hadiste ne diyor:

Ara, her yerde ilmi, o yer ister Çin olsun!

İlm öğrenmek farzdır, her mümin için olsun.

Bak! Aliy-yül-Mürteza, ne diyor, dinlesene:

“Köle olurum bana, bir harfi öğretene.”

Âlimler, İslamiyeti zevalden kurtarır,

Âlimler yer yüzünde, zıll-i sıfatullahtır.

Mürekkeb-i ulema, azizdir hatta şundan:

Fi sebilillah akan, şehidlerin kanından.

Çünkü, cihad-ı ekber, ancak ilimle olur,

Dareynde, ilmi ile, amil olan kurtulur.

Âlim, zahidden üstün, zühd, ilmin altındadır,

Âlimler, ahirette nebiler yanındadır.

İlm aşıklar tacı, ilm ruhlara gıda,

İlmdir, deva olan, yükselen her feryada.

İlm edinmenin ilk şartı, alim bulmaktır,

Hiçbir şey düşünmeden, ona teslim olmaktır.

Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir,

Bir sohbeti, yıllarca bitmez kütübhanedir.

Dime! Cihanda alim kalmadı, belki vardır.

Aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır!

Bu dinin alimleri, hadisle övüldüler,

Beni İsrail’deki nebiler gibidirler.

Âlimlerin bir sözü, yıllarca, baki kalır,

İnsanı en alçaktan, balalara kaldırır.


2-)Bilim
Örnek:Kılıç gibi kesen ve şakırdayan mantığıyla ilmin askerleşmiş tipiydi. P. Safa


3-)Ayrıntı, özellik, nitelik, hassasiyet.


4-)Bk. bilim


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Enlightenment.
İngilizcesi İngilizce
Science.
İngilizcesi İngilizce
Science bilim.
İngilizcesi İngilizce
Acquirement.
İngilizcesi İngilizce
Knowledge.
İngilizcesi İngilizce
Learning.
İngilizcesi İngilizce
Scholarship.
İngilizcesi İngilizce
Wisdom.

  • Keloglan İlim pesinde
  • İlim bilmeyen cahil olur

Sizde içinde İlim kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

İlim kelimesi anlamı 2490 defa okunmuştur. [241022] İlim kelime anlamı, İlim nedir, İlim ne demek, İlim sözlük anlamı

Paylaş