İslami Edebiyat Nedir

İslami Edebiyat Nedir ? İslami Edebiyat Ne demek ?

1-)Alm. İslamiche Letaratur, Fr. Littérature İslamique, İng. Islamic literature. İslamiyetten sonra Araplarda ve sonraları Müslüman ülkelerde gelişen edebiyat. Her milletin bir edebiyatı olduğu gibi İslamiyetten önce Arapların da kendilerine mahsus bir edebiyatı vardı. Daha çok şifahi (sözlü) olan bu edebiyatta hica (yergi), risa (mersiye) ve hamase (yiğitlik ve kahramanlık) üzerine şiirler söylenir, şairler duygu ve düşüncelerini dile getirirlerdi. Şiire pek fazla önem verildiğinden her kabilenin şairleri vardı ve bunların cemiyetteki yeri pek üstündü. Eski Türklerde olduğu gibi, Araplarda da şairlerin fevkalade bir kaynağa bağlı olduğu inancı hakimdi. Şair, aynı zamanda kahin, yerine göre doktordu.

İslamiyetten önceki devir, Cahiliye Devri Edebiyatı olarak adlandırılmaktadır. Bu devrin çölde dolaşan ve müsabakalara giren şairleri, şiirin an’anesini de kurmuşlardı. Aralarındaki karşılıklı söyleşmelerde bilhassa hiciv tarafı ağır basardı. Bunlar da tabaka tabakaydılar. Bir kısmı hem cahiliye hem de İslami devirde yaşamışlardı. Bu itibarla eski şiir geleneği, İslami devre de girmeyi başardı ve bazı şairler İslamiyeti kabul edip, imanla şereflenerek sevgili Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında yer aldılar. Devirlere dayanan ve kendi arasında, nesillere göre tabakalaşan şairler; 1) Cahiliyyun, 2) Muhadramun, 3) İslamiyyun, 4) Muvelledun veya muhdasun olmak üzere dört grupta toplanmışlardır. Bunlardan birincisi, İslamiyetten önceki şairlere ad olmuştur. İkinci tabakalardaki şairler, cahiliyye devrinde ortaya çıkıp İslami devre giren şairlerdir. Üçüncüsü, İslami devrin ilk şairleri olup, cahiliye devrine girmezler. Dördüncüsü ise, bu üç tabakadan sonra gelen şairlerdir.

Cahiliyye devrinde şair ve şiir bir övünme vesilesi olmuştu. Ayrıca hitabet çok gelişmişti. Cemiyetin dertleri ve bazı şikayetler yine panayırlarda meşhur hatibler tarafından dile getirilir ve bir çeki düzen verilmesi istenirdi. Sevgili Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) de Suk-ı Ukaz’da (Ukaz panayırında) dinledikleri Kus bin Saide’nin hutbesi bunlara bir örnektir.

Sözün en güzel şekilde söylendiği, nesrin iç kafiyeler, yani secilerle ortaya konduğu bu zamanda, Kur’an-ı kerimin gelmesi bütün dikkatleri sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) çevirmişti. Artık insanlar en güzel, en veciz sözleri ilahi kaynaktan duymaya başlamıştı. Sözün en güzeli ortada dururken şairlere susmak düşerdi. Ancak Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) iyi şiire değer verince, şairler bu yoldaki güç ve kudretlerini ortaya koydular. Nihayet İslam milletlerinde, bilhassa Türklerde mühim bir mevkii olan na’atlar ortaya çıktı. İşte bu zamandaki şairler, artık İslamiyet ve Peygamberimiz için şiirler söylüyorlardı. Bunların en başında Mu’allakat-ı Seb’a’da da adı olan ünlü şair Lebid (560-661) gelmekteydi. Hassan bin Sabit (radıyallahü anh) da Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kasidecisiydi ve yanında yüksek bir mevkii vardı. Konu bakımından İslamiyet ve Peygamberimize yer veren şiirlerden meydana gelen Divan’ı çok meşhurdur.

Mu’allakat-ı Seb’a şairlerinden olan Züheyr’in oğlu Ka’b (radıyallahü anh) da, Banet Suad veya Kaside-i Bürde adıyla anılan şiirini Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) için yazmış, O’nun ve Eshabının (radıyallahü anhüm) huzurunda okumuştu. Sevgili Peygamberimiz bunun üzerine bürdelerini hediye etmişlerdi.

Bunlardan başka; Abdullah bin Revaha, Muttammim, Ebu Mihcan, Züeyb ve Ebü’l-Esved ed-Düeli de bu devrin şairlerindendir. Bunlardan Ebü’l-Esved ed-Düeli, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra hazret-i Ali’nin yanından ayrılmamış ve onun emri ile ilk defa Arapçanın grameri üzerine çalışmıştır.

Dört halife devrinde daha ziyade Kur’an-ı kerimin toplanıp yazılarak yayılmasına önem verilmiş ve hadis-i şeriflerin derlenmesi üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Böylece klasik Arapça, kaideleri ve kelime hazinesi bakımından tam manasıyla tesbit edilmiş oluyordu. Bunlardan başka, dört halifeye (radıyallahü anhüm) ait resmi muhaberat, atasözleri ile bir kısım mensur parçalar, bir de eski şiirler, dille ilgili çalışmalara temel teşkil etti.

Dört halife ile devam eden fetihler hazret-i Muaviye’nin halifeliğiyle daha da genişlemiş ve memleketin çeşitli yerlerinde yeni yeni edebi faaliyetlerin yeşermesine yol açmıştı. Emeviler devrindeki (M.662-749, H.41-127) edebi faaliyetler arasında, hazret-i Muaviye ile kütüphaneler de kurulmaya başlandı. Hatta onun devrinde, bilindiği kadarıyle dil ve edebiyata ait malzemeyi bulunduran bir kütüphaneye yer verildi. Bu devirde Yezid’in oğlu Halid’in adına 705 (H.85) senesinde kurulan ilk umumi kütüphanede şiirlere yer veren kitapların bulunduğu, hatta Velid bin Abdülmelik’in (M.705-715 H.86-97) halifeliği zamanında eski ahbarı ve şiirleri yazmak için resmi bir katibin vazifelendirildiği görülmektedir. Bu durum İkinci Velid’in hilafeti zamanında da (743-744 H.125-126) devam etmiştir. O da Araplara ait ahbar ve şiirlerin yanında onların nesepleriyle ilgili bilgileri toplattırmıştır.

Bütün bunların yanında, Arap tarihinde geleneğini kuran şiir, Emevilerin hüküm sürdükleri islam memleketlerinde varlığını devam ettirmiş, yerine göre kadılar ve halifeler de şiir söylemeye başlamıştır. Yalnız bu devirde eskiye göre şiir iki çevrede kendisini göstermiştir. Bunlardan biri, eski çöl geleneğine bağlı şairlerin şiirler söylemesidir. İkincisi ise, artık bir saraya sahib olan halifelikle, sarayın etrafında, buna mümasil olarak valilerin yanında ortaya çıkan edebi mahsullerdir. Tabii ki ikinci durumda, acemler gibi diğer ülkelerin tesiri de vardır.

Bunlara ilaveten Kufe Kadısı A’şa Hamdan ile Halife Velid (ölm. 742) idareci oldukları halde, şairler arasında da yer almışlardır. Şiirlerinde Adi bin Zeyd’i örnek alarak daha ileri giden Velid, büyük şair Ebu Nüvas’a zemin hazırlamıştır.

Yine bu devirde görülen Kuseyyir de, saray şairleri arasında yer almış ve dini şiirler söylemiştir.

Eski çöl geleneğine bağlı şairler daha ziyade halk arasında görülürlerdi. Bunlar içinde Zu’r-Rumma diye meşhur olan Geylan bin Ukbe mühim bir yer tutar.

Yine çöl şairleri arasında görülen ve Hıristiyan olan Abdullah bin el-Muhrik de, Emevi halifeleri tarafından korunmuştur. Bu gruba, şair Ahtal’ın yeğeni olup, önceleri Hıristiyanken, sonra Müslümanlığı kabul eden Umeyr bin Şuyeym’i de katmak gerekir. Bu şair, şiirlerinde kendine mahsus deyimler kullanmakla hususiyet kazanmıştı.

Emeviler devrinde görülen İslam edebiyatının bir başka yönü de, halk hikayelerinin teşekkülüne yol açmış olmasıdır. Leyla ile Mecnun hikayesinin bu devirde teşekkül ettiğini belirtmek gerekir. Türk ve İran edebiyatlarında da asırlarca işlenecektir. Ayrıca pek meşhur olmamakla birlikte buna benzer bazı hikayelerin yine bu devirde teşekkül ettiğini belirtmek yerinde olur.

Emeviler devrinde görülen Arap asıllı olmayan şairler de vardır. Bunlar şiirlerinde İran ırkçılığını işlemişler ve İslam edebiyatında inatçı bir çığırın açılmasına sebeb olmuşlardır. Bunların önde geleni İsmail bin Yesar’dır. Kullandığı dil Arapça olmasına rağmen, şiirlerinde İranlıları övmüş bir şairdir. Yine Sindli şair Ebu Eflah bin Yesar’ı da zikretmek gerekir.

Ayrıca bu devirde destani edebiyat ortaya çıkmıştır. Bu çığırı açanların başında şair El-Kumeyt (ölm. 743) gelmektedir.

Er-Raviye adı ile anılan Hammad bin Sahr’a (ölm. 7771-774) ise; kuvvetli bir hafızaya sahib olup, eski şiir ve hikayeleri ezbere bilen tek kişiydi. Okuduğu şiirlerin yanında hikayeler anlatırdı. Bu yüzden haklı olarak Raviye adını almıştı. Halife Yezid’in iltifatına mazhar olan Raviye, Kabe’ye asılan şiirlerin tamamının kitap haline getirilmesinde büyük emek sarf etmiştir. Hafızasının zenginliği bilindiğinden, Halife Hişam Adi bin Zeyd’in iki mısraını okuyup arkasını getiremeyince, onu çağırmış ve kasidenin tamamını okutmuştur.

Emeviler devrinde az olmakla birlikte, tarihçilik de mühim bir yer tutar. Fihrist sahibi İbn-i Nedim, bu sahanın tek adamıdır. Bir de Ebu Mihnef Lut bin Yahya’nın (ölm. 774) tarihi konuları da içine alan otuz üç eseri bulunduğu, bu müellifin de zamanının tarihçileri arasında yer aldığı kaydedilir.

Yine büyük veli Hasan-ı Basri (rahmetullahi aleyh), büyük bir din alimiydi. Temiz ve pürüzsüz Arapçası vardı ve ziyadesiyle akıcı bir dile sahipti. Mu’tezile yolunu tutan öğrencisi Vasıl bin Ata’nın da, Arap atasözlerini toplamaya başladığı görülmektedir.

Abbasiler devrinde (750-1258), edebi faaliyetler yanında ilmi faaliyetler de gittikçe gelişmiş ve çeşitli sahalarda pekçok ilerleme kaydedilmiştir. Emeviler devrindeki birkaç şair hariç, aslen Arap olanların edebi faaliyetlerinin çokluğuna rağmen, Abbasiler devrinde bu faaliyetlere daha ziyade Fars, Türk ve Suriyeliler ile Kuzey Afrikalı Berberiler katılmışlardır. Bunda başlıca amil, genişleyen devletin her şeyden önce hükumet merkezini değiştirmesidir. Mansur tarafından kurulan Bağdat şehri, Arapları ve diğer milletleri, İslami bir şuur altında içinde barındırıyor ve dil olarak Arapça konuşuluyordu. Bu sebeple, İslam dairesi içindeki diğer milletlerin kendi dilleri sadece konuşma dili olarak kaldı ve Arap olmayanlar tarafından Arap dili ile pekçok eser yazıldı. Bu milletler, eserleriniArapça verirken, kendi kültürlerine ait pekçok şeyleri yazıp sunmaktan çekinmediler. Böylece Arab dili ve edebiyatında bir genişleme ve başkalaşma görüldü. Ancak Arapça, artık bu devirde zabt ve rapt altına alınmış ve Arap şiirinin vezni de açıkça bir ilim halinde ortaya konmuştu. İmam Halil ve ondan birkaç sene önceliğe sahib olan el-Mufaddal ed-Dabbi bilhassa aruzun kaidelerini ortaya koyarak bir ilim haline getirmişlerdi.

Şiirin muhteva ve şekli de tamamen değişmiş oldu. Emevilerle başlayan saray hayatı, Abbasilerde daha mükemmel şekilde sürdü. Bu bakımdan Dicle kıyılarında doğan yeni şiir, devletin dört bir yanına yayılarak, ilim ve sanat düşkünü kimselerin bir yerde toplanmasına yol açtı.

Bu asırda ortaya çıkan şairlerin en azından çocukluk ve gençlik devirlerini Emeviler zamanında geçirdikleri, hatta eserler vermeye başladıklarını da zikretmek gerekir.

Bunların başında aslen Filistinli bir ailenin çocuğu olan Muti bin Ayas gelmektedir. Ebu Dülame (ölm. 778) ise, daha çok alaycı bir şair olarak göze çarpar.

Şair Ebü’l-Fadl Abbas ibni Ahnef ise, Horasanlı bir ailenin çocuğudur. Şiirlerinde, seven bir insanın hali vardır. Yüksek mevkilere yükselmesi onu hiç bir zaman değiştirmemiş ve her zaman mu’tezile ekolünün ileri gelenlerinden olan Ebü’l-Huzeyl el-Allaf’a karşı çıkmıştır.

Emevilerden sonra tamamen Abbasilerin zamanında yaşayan Ebu Nüvas Hasan bin Hani Hakemi (756-813), devrin en ünlü şairi olarak görülür. Manzumelerinin hususiyeti, ahenkli ve berrak bir dile yer vermesinden ileri gelir. Şiirlerinde hayatı gerçek olarak verir ve zamanın adetlerine büyük yer ayırır. Ayrıca çeşitli hayvanları tasvir eden şiirlerin yanında, medhiyeler, hicivler, mersiyeleri de vardır. Çok sevilen Zühdiyatı adlı masal kitabı ile kendinden sonraki şairlere tesir etmiştir. Harun Reşid’le olan nükteli hadiseler Binbir Gece’de bile yer almıştır. Bu itibarla halk edebiyatına girmeyi başarmış ve hakkında eserler yazılmıştır.

Müslim bin Velid (747-830) de, Harun Reşid zamanının şairlerindendi. Kendisinden önceki şairleri örnek alarak yetişmesini bilen bu şaire, Halife Harun Reşid, Güzeller Kurbanı adını takmıştı.

Daha önce Arap şiirinde pek bulunmayan didaktik şiir, Abbasiler devrinde İran tesiriyle kendini göstermeye başlamıştır. Arap edebiyatında bu sahanın ilk temsilcisi gibi görünen Ebü’l-Atahiye (748-828)dir. Belki öğretici şiirler yazdığı için, halk diliyle yazmayı gaye edinmiştir. Önceleri küp tüccarlığı yapan şaire bu manaya gelen El-Cerrur denilmiştir. Yegane övündüğü husus şiirlerinde her türlü kelimeyi kullanmasıdır.

Taberistan valisi Ömer bin el-A’la’ya yazdığı kasidesi, akranı şairlerin kıskançlığına sebeb olmuş, vali onun kasidesi ile diğer şairlerinkini karşılaştırarak, eserinin hususiyetini belirtmiştir.

Abbasi devrinin hiciv sahasında kendini gösteren ve bir eşi bulunmayan şairlerinden biri de Di’bil el-Huza’i’dir (765-860).

Ebu Temmam’ın talebesi olan şair Buhteri (820-897), Halife Mütevekkil ve maiyeti için kasideler yazmıştır. Eski üslubun bir taklidi olan şiirlerinde Haleb ağzını kullanmış ve Ebu Temmam’ın Hemase’si gibi bir kitap vücuda getirmiştir.

Abbasi Hanedanından olan şair Abdullah İbn-i Mu’tez (861-908) kendini iyi yetiştiren şair ve bilginlerdendir. Âlim olması, kitap yazmasına sebeb olmuş ve hitabet sahasında Kitabü’l-Bedi’i yazmıştır.

Abbasiler devrinde kültür faaliyetleri yalnız Bağdat ve çevresine münhasır değildir. Irak dışında devletin geniş toprakları üzerinde başka kültür merkezleri de teşekkül etmiş, edebi faaliyetler bölge bölge kendini göstermiş, Arapça pekçok eser ortaya çıkmıştır. İran bu bölgelerin başında gelir. Ancak Emeviler devrinde fethedilen İran, edebiyatı ile Araplara tesir etmeyi başarmış, bilhassa Abbasiler devrinde Harun Reşid’den sonra şiirin konusunu az çok değiştirmiştir. Hatta Ebu Nüvas, kasidelerinde çöl hayatındaki acı gözyaşlarını, sevgilinin çadırını bir tarafa bırakarak, saray hayatına yönelmiştir.

Yine Arap ve Türk edebiyatlarında görülmeyen, Arapların kaside-i müzdevice veya müzdevice dedikleri mesnevi nazım şekli de, Harun Reşid devrinde Eban el-Lahıki’nin (ölm. 815) Pehlevice’den çevirdiği Kelile ve Dimne adlı eseri ile Arap edebiyatında bir başlangıç teşkil etmiştir. (Bkz. Nazım Şekilleri)

İran sahasında ortaya çıkan şairlerin önde gelenlerinden olan Ebü’l-Feth Ali el-Busti (971-1010), Divan sahibi olarak görülür ve Kasidet-ül Busti’si ile şöhret yapmıştır. Ebu Mansur Ali (ölm. 1072) ise, İnci Tarlası lakabı ile tanınmıştır.

Şafii alimlerinden Ebü’l-Hasan Ali el-Baherzi (ölm. 1075) de şiirle meşgul olmuş ve bir Divan bırakmıştır. Haşimi soyuna mensub olan Şerif Ebu Ya’la Muhammed’in (ölm. 1116) ise dili kuvvetli bir şairdir. Nizam-ül-Mülk’ün meclislerinde yer alan şair, bilhassa hiciv vadisinde kendisini göstermiştir. Ayrıca Es-Sadih ve’l-Bagim (Alçak sesle konuşan, mırıldanır) adında Netayic-ül-Fitne adıyla anılan bir eser bırakmıştır. Aslen Arap olan Ebü’l-Muzaffer Muhammed el-Ahiverdi (ölm. 1113) şairliği yanında, hadisçiler arasında da yer alır. Manzumeleri Irakıyat, Necdiyat ve Vecdiyat olmak üzere üç bölüm halindedir.

Bütün bunlara paralel olarak Farsça da yavaş yavaş kendi varlığını göstermeye ve İslami edebiyat içindeki yerini almaya başlar. Bilhassa 10. yüzyıldan itibaren Şehname denilen İran’ın destani tarihleri yazılır. Tabii ki, bu eserlerin nazım şekli de İran’ın kendi nazım şekli olan Mesnevi’dir. Vezin olarak ise, aruzun; “faulün faulün faul” kalıbı kullanıldığından, daha sonra bu kalıp da Şehname vezni olarak anılacaktır. Mes’udi’nin Şehname’si ile Dakiki’nin Hudayname’si ilk eserler olarak görülür. Bunları Sasani devri şairi Kudeki’nin (ölm. 941) Kelile ve Dimne ile Sindbadname adındaki eserleri takib etmiştir.

Gazneliler devrindeki edebi faaliyetde gittikçe bir genişlik görülür. İran edebiyatı bu devirde, Fars dilinin abidelerini ortaya koymuştur. Ayyuki’nin 10 ve 11. asırlarda Varaka ve Gülşah’ı mesnevisinin yanında, Unsuri de (ölm. 1031) Vamık u Azra adlı hikayeyi ortaya koymuştur. Her iki şair yine devirlerinde gazel sahasında şöhret bulmuşlardır. Yine aynı zamanın şairi olan Firdevsi şehnamelerin yanında halk arasında söylenen hikayeleri de göz önüne alarak 60.000 beyitlik Şehname’sini yazmış ve Gazne Sultanı Mahmud’a sunmuştur. Artık İran dili, bu eserle gerçek manada zenginliğini göstermiş ve edebi abidesine kavuşmuştur.

Yine bu devirde rubaileri ile tanınan Ömer Hayyam (ölm. 1136), Rubaiyat’ı ortaya koymuştur. Bu alim ve şairin yanında; Ebu Sa’id, Baba Efdal Kaşani de Selçuklu devrinde rubai yazan şairlerdendir. Yine bu devrin büyük şairlerinden olan Genceli Nizami (ölm. 1215), İran edebiyatında ilk defa beş mesneviden meydana gelen Hamse’sini ortaya koymuştur. Mahzen-ül-Esrar, Hüsrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Heft Peyker ve İskendername gibi mesnevilerden meydana gelen hamsesi daha sonraki şairlere bir örnek olmuştur. Aynı devrin şair ve şeyhlerinden olan, bilhassa nasihat tarafı ağır basan meşhur şair Feridüddin-i Attar (ölm. 1230), Türk edebiyatına da tesir eden ve tasavvufi bir eser olan Mantık-ut-Tayr’ı yazmıştır.

Moğollar devrinde yetişen şairlerin başında Bostan ve Gülistan yazarı Sadi-i Şirazi (ölm. 1291) gelmektedir. Ayrıca Emir-Hüsrev Dehlevi (ölm. 1325); Matla-ul-Envar, Husrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Âyine-i İskender ve Heft-Behişt mesnevilerinden meydana gelen hamsesini yazmıştır.

Moğol istilasından sonra görülen şairlerden Selman-ı Saveci (1309-1376) ve Hafız-ı Şirazi (ölm. 1390), İran edebiyatında görülen belli başlı şairlerdendir. Selman-ı Saveci’nin Divan’ı vardır. Ayrıca, Cemşid ü Hurşid ve Firakname adlı mesnevileri bulunmaktadır. Bilhassa gazel ve rubaileri ile tanınmıştır. Hafız’a gelince, İran’ın meşhur gazel şairidir. Lisan-ül-Gayb lakabı ile anılan Divan’ı, Türk edebiyatında Sudi, Şem’i ve Süruri gibi şairler tarafından şerh edilmiştir.

Timurlular devrine gelince, bu zamanda da İran edebiyatı, eserlerini vermeye devam etmiştir. Kazvini, İslam tarihini nazma çektiği Zafername’yi ortaya koymuş; Şerafeddin Yezdi (ölm. 1457) de yine aynı isimle anılan Zafername adlı eserini yazmıştır. Abdurrahman Cami (ölm. 1492) de yine Sünni itikadın İran’da kökleşmesi için gayret sarf etmiş ve otuza yakın eser yazmıştır. Bunlar; manzum-mensur edebiyat, dini, ilmi ve tasavvufi eserlerden meydana gelmektedir. Edebi yönü ile belirtilirse, üç Divan’ı vardır. Ayrıca Heft Evreng adı altında anılan yedi mesnevisi bulunmaktadır. Nefehat-ül-Üns gibi tasavufi eserlerini de zikretmek ve devrinde başlı başına bir mekteb olduğunu belirtmek gerekir.

Yine 15. yüzyıla girerken, Fas edebiyatında tezkireler görülmektedir. Bunların belli başlıları, Devletşah’ın Tezkiret-üş-Şuara, Cami’nin Baharistan, Sam Mirzan’ın Tuhfe-i Sami’si vs. gibi eserlerdir. 16. yüzyıldan sonra İran edebiyatı Hind tesiri altında gelişmiş ve Sebk-i Hindi adı altında yeni bir edebi okulun doğmasına sebeb olmuştur. Türk edebiyatına da tesir eden bu ekolün ilk temsilcileri Şevket-i Buhari, Kelime-i Hemedani (ölm. 1652), Saib-i Tebrizi (1585-1628) ve Urfi-i Şirazi (1555-1591) olup her birinin Divan’ı mevcuddur.

Bağdat’ın halifeliğin bulunduğu yer ve hükumet merkezi oluşu, buranın şiirin yeni memleketi olmasını sağlamış, ancak şiirin beşiği diye bilinen Arabistan’da şairlere pek rastlanmaz olmuştur. Bununla birlikte eski parlak devirden uzaklaştıkça, burada tek-tük kıvılcımların sıçradığı görülmüştür. Yemenli şairlerden; Abdurrahman el-Buri ile Ebü’l-Hasan ibni Humartaş el-Himyeri ve Bahreynli Ali bin Mukarreb bin Mansur (ölm. 1234) bunların önde gelenleridir.

Mısır’da da edebi faaliyetlerin devam ettiği görülür. İskenderiyeli Zehr-ül-Besim (Gülen Çiçekler) adlı edebi eserin yazarı El-Kadı el-A’az (1137-1172) takma ismi ile bilinen ve İskenderiyye’de doğan Ebü’l-Feth Nasrullah, yine Mısırlı el-Kadı es-Sa’id adıyla anılan Hibetullah ibni Sena el-Mülk (1150-1211), bunların başında gelirler. Hibetullah ibni Sena, Dar-üt-Tıraz adlı eserinde halk şiiri tarzında şiirlere yer verir. Füsus el-Füsus’u ise, nazm ve nesir parçalarını ihtiva eden başka bir eseridir. Yine Divan sahibi en-Nebhih (ölm. 1222), Eyyubi meliklerine şiirler sunmuştur.

Ancak Mısır’ın yetiştirdiği en büyük şairlerden birisi Ömer ibn el-Fariz’dir. 1181 yılında Kahire’de doğan bu büyük sufi şairin bir Divan’ı vardır. Bir süre Mekke’de kalmış, tekrar Kahire’ye dönmüş ve 1235 yılında burada ölmüştür. Na’tlarıyla ün yapan meşhur şair Şerafeddin Muhammed el-Busuri (1211-1294) de bu bölgenin ünlü şairlerindendir. Bu şair bilhassa Kasidet-ül-Bürde ve Mekke için yazdığı Ümmü’l-Kurre adlı kasideleriyle tanınmış ve eserleri asırlarca, zevkle okunmuştur. Kaside-i Bürde’sine pekçok nazire yazılmış, Almanca, Fransızca ve İngilizceye de çevrilmiştir. Eyyubi prensi el-Melik es-Salih Necmeddin’in maiyetinde bulunan ve hazine veziri olan Cemaleddin Yahya ibn Matruh (1196-1251) da şiirle uğraşmıştır. İbn-i Hallikan’ın dostu ve edebi toplantıların müdavimi olan bu şairin Divan’ı İstanbul’da 1881 yılında basılmıştır.

Ayrıca yine Mısır’da yetişen Behaeddin Züheyr el-Muhallebi (ölm: 1258) de bir Divan bırakmıştır.

Şam’da doğmasına rağmen, hayatını Mısır’da geçiren İbn es-Saati (1161-1208) de iki şiir kitabı bırakmıştır. Mukattasaat-ün-Nil adlı eseri Ayasofya Kütüphanesinde bulunmaktadır.

Suriye’de yetişen şairlerden Es-Savva diye bilinen şii şair Şehabeddin Yusuf bin İsmail Halebi (1166-1237) görülmektedir. Fakat bu bölgede Ebu Nuvas yolunda giden ve Miftah-ül-Efrah fi İmtidah-ir-Rah adlı eserin sahibi olan Abdül Muhsin bin Hamud et-Tanuhi (1174-1245)’dir. Siirt’te 1222 yılında doğan Nureddin Muhammed el-İs’irdi (ölm: 1245), Eyyubi Şehzadesi melik en-Nasır’ın büyük şairlerinden idi. Yine Mardinli olan İbn-i es-Saffar (1179-1260) da aynı şehzadenin hususi katibi olup şiirleri ile meşhurdu. Şamlı Necmeddin el-Meali ibni İsrail (1206-1278) ise Divan sahibidir. Şam’da doğan şairlerden el-Âmir lakabı ile tanınan İbn-i Hayyus (1003-1081), Haleb’e gitmiş ve Beni Mirdan ailesine intisab etmiştir. Bu sülaleden Mahmud bin Nasır’a, onun ölümü üzerine oğluna şiirler yazdı. Bilhassa Mersiye’si ile dikkat çekti.

Bu bölgede yetişen ve önde gelen şairlerden olan İbn-i ez-Zekkal Bulkini (ölm. 1134) Muvaşşahatlarıyla tanınmıştır. Aslen bir Türkmen olan Ali bin Ömer bin Kızıl bin Cildak (1205-1258), bu devrin Divan sahibi şairlerindendir. Ayrıca şair İbn Münir et-Trablusi (1080-1153) Kasidet-üt-Tatariyye’si ile tanınmıştır. Bunlara ilaveten; parça parça şiirler bırakan ve Menzil-ül-Ahlak adlı antolojinin sahibi Nasıreddin İbn en-Nakib en-Nefisi (ölm. 1288), şiirlerinin çokluğu ile bilinen Siraceddin el-Varrat (ölm. 1296), Hama sarayına müntesib ve şiirleri Berlin’de bulunan Şihabeddin el-Tellafari (1197-1277) kasideleriyle üne kavuşan Abdullah el-Hafaci (ölm. 1074) ve na’tlarıyla bilinen Şemseddin el-Haffaf yine Suriye bölgesinde yetişmiş şairlerdendir.

Abbasiler devrinde edebi faaliyetlerin bulunduğu ülkeler içinde Kuzey Afrika ile İspanya’nın da mühim yeri vardır. Tunuslu şair Ebu İshak İbrahim el-Husri (1061-1130), Zehr ül-Âdab (Edebiyat Çiçekleri) adlı üç antoloji meydana getirmiştir. Bundan başka Nefehat-ı Kudsiye kasidesi şairi Fatımilere düşman Sünni şair El-Muiz ibn Badis (1007-1061), Makamat adlı tezkire vadisinde bir eserin sahibi olan İbn-i Şeref el-Kayravani (ölm. 1063) bunların önde gelenleridir. Ayrıca, na’tlarıyla şöhret bulan Tunuslu şair Ebu Abdullah Muhammed es-Sukratisi (ölm. 1072), Münferice adlı kasideyi yazan Ebü’l-Fadl et-Tuzeri (1040-1113) ile Ebü’l-Hasan Hazim el-Kartacini (1211-1285) ile Sicilyalı şair Abdülcebbar ibni Hamdis’i zikretmek gerekir.

İspanya’daki faaliyetlere gelince, İslam fütuhatı ile başlayan ve gittikçe genişleyen kültür çalışmalarından çok, ilim ve mimari yönünden üstünlük göstermektedir. Bu bölgedeki edebi faaliyetlere yer veren eserler 11. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Şiirlerindeki his ve hayal genişliği bulunan ve velud bir şair olan Yusuf bin Harun er Ramadi önde gelen bir zattır. Divan sahibi Ebü’l-İshak İbrahim’den başka Selçuklu Hükümdarlarından Mahmud bin Melikşah’ın hizmetinde bulunan doktor şair Ubeydullah bin Muzaffer’in (1093-1154) şiirleri bulunmaktadır. Sevilli bir Yahudi olan İbn-i Sehl, Müslüman olmadan önce de na’tlar yazmıştır.

Edebi sahada, şiirin dışında, başka eserler de verilmiştir. Nesir sahasında kafiyeli yazı, yani süslü ve secili nesrin revaçta olduğu bir gerçektir. Bunlar halkı eğitme ve cihad fikrine yer veren eserlerdir. Belli başlıcaları, İbn-i Nübate’nin Rüya Mev’izesi; Ebu Bekr el-Harezmi’nin edebi mektuplarının toplandığı Resail kitabı; Hemedani’nin Makama’sıdır. Bunlar içinde; Muhammed el-Kasım el-Hariri (1054-1122) mühim bir yer tutar. Makamat adlı eseri ile nesirde zirveye ulaşmış; Türk edebiyatında bile zaman zaman, Ahmedi gibi şair ve müellifler kendilerinden bahsederken, bir ölçü kabul etmişlerdir.

İslamiyetten sonra Araplarda görülen diğer bir hususiyet, şiirleri ve hikayeleri nakleden ravilerin yetişmesidir. Emevilerden sonra ravilerin hafızasında yer alan bu edebi mahsuller, Abbasiler devrinde yazıya geçirilmiştir. Bunda Ebu Amr eş-Şeybani (ölm. 828), El-Esmai (ölm. 831), İbnü’l-Arabi (ölm. 845) gibi ahbar ve şiirleri tedvin eden zevat büyük rol oynamış, hatta bunları, İbn-i Habib (ölm. 860), İbn es-Sikkit (ölm. 861), Et-Tusi (ölm. 861) devam ettirmişlerdir. Bütün bu kabil çalışmaları Es-Sukkeri (ölm. 888) terkib yoluna gitmiştir.

Fakat İslami edebiyat içinde Araplarda görülen ve şairlere yer veren eserlerin başında; Ebu Abdullah Muhammed bin Sallam el-Cumahi’nin (847) Tabakatü Fuhul-iş-Şuara’sı, İbn-i Mu’tez’in (908) Abbasi devri şairlerine ait Tabakat-üş-Şuara’sı, İbn-i Kuteybe’nin Eş-Şi’r ve’ş-Şuara’sını zikretmek yerinde olur.

Bütün bunların yanında akli ve nakli ilimler alanında yazılmış eserler bir hayli fazladır. Buna paralel olarak edebiyatla ilgili ve en azından kaynak mahiyetindeki eserlerin sayısı pek çoktur. Bunların başında tarih kitapları gelmektedir. İbn-i İshak, Vakıdi, Muhammed bin Abdülkerim el-Ezraki, El-Belezuri Ahmed bin Yahya, Taberi ve Fihrist sahibi İbn-i Nedim belli başlı tarih yazarı olarak görülürler.

Türklerin İslamiyeti kabulüyle, Türkçe İslami eserler de kendisini gösterir. Karahanlılarla başlayan bu kültür faaliyetleri, Türklüğün yerleştiği sahalardır ve Türk şivelerine göre çeşitli merkezlerde ortaya çıkar. Bu merkezlerden ilkini Kaşgar meydana getirir ve Türklerde ilk edebi mahsuller burada kaleme alınır. Bu ilk devrin eserleri daha çok bir siyasetname olan Kutadgu Bilig’le Divanü Lugati’t-Türk’tür. Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig (1069) ayrıca Türk edebiyatında ilk mesnevi olarak karşımıza çıkar. Kaşgarlı’nın meydana getirdiği Divanü Lugati’t-Türk (1074) ise, şifahi edebiyattan derlenmiş büyük bir dil yadigarıdır. Bunları, müşterek Orta Asya Türkçesine mensub diğer eserler takib eder. Selçuklu devrinde ise, Türkçe eserler pek görülmez. Bununla birlikte 12. yüzyılda Edib Ahmed Yükneki’nin Atabetü’l-Hakayık’ı, Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i birbirini takib eden eserlerdir.

Bütün bunların yanında Selçuklular devrinde devam eden Türk edebiyatının şifahi mahiyette olması, başka eserlerin yazılmasına engel teşkil ettiğini belirtmek gerekir. Böyle olmakla birlikte Türklüğün batıya olan göçleri yeni kültür merkezlerini ortaya çıkarmış ve her bölgede edebi eserlerin yazılmasına sebeb olmuştur. Anadolu sahasında bu eserler Mevlana Celaleddin-i Rumi ile başlamıştır. Farsça yazmakla birlikte yer yer Türkçe ilavelere de yer veren bu büyük sufiyi oğlu Sultan Veled takib etmiş ve etrafında Ahmed Fakih, Yunus Emre gibi şairler yetişmiştir. Fakat bunlar artık eserlerini Türkçe yazmışlardır. Bunlara ilaveten yine Selçuklu sarayında yetişen Farsça bir Selçuklu Şahnamesini yazmakla birlikte, Türkçe gazeller yazan HocaDehhani’yi zikretmek lazımdır. Ayrıca yine bu devrin şairlerinden, na’tları ve bilhassa Yusuf u Zeliha mesnevisi ile tanınan Şeyyad Hamza vardır.

Türkiye yani Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması ile birlikte yeni yeni beyliklerin ortaya çıkması, kültür merkezlerini de ister istemez çoğaltmış oluyordu. Anadolu’da; Osmanlı, Germiyan, İsfendiyaroğulları, Aydınoğulları,Karamanoğulları bir çok eserler yazdırıyorlardı. Bilhassa bu faaliyetler 14. yüzyılda daha da genişledi. Ahmedi, Ahmed-i Dai, Şeyhoğlu Mustafa, Germiyan sarayında; Erzurumlu Mustafa Darir, Mısır’da; Gülşehri ve Âşık Paşa, Kırşehir’de eserler veriyorlardı. Daha sonra Osmanlı sarayında toplanan bütün bu sanatkarlar, Şeyhi ve Sinan Paşa gibi şahsiyetlerle, Osmanlı Türk Edebiyatının gelişmesinde büyük rol oynamıştır, Osmanlı sultanları bu kültür faaliyetlerini ziyadesiyle desteklemişlerdi. On dördüncü yüzyılda Kadı Burhaneddin ve 15. asırda Fatih gibi beyler ve hükümdarlar, kendi eserleri ile bu kültür faaliyetlerine bizzat iştirak ediyorlardı. Ayrıca Doğu Türkçesi Edebiyatı da, Timurlular ve Şeybaniler devrinde,Çağatay Türkçesi ile eserler veriyorlardı. Bu bölgenin en büyük şairi Ali Şir Nevai, kültür hizmetlerinde pek ileri giderek otuza yakın eser bırakmış ve Molla Cami’ye paralel olarak Sünni akidenin Türkler arasında yerleşmesine çalışmıştır. Dört Divan, Mecalüsü’n-Nefais adlı tezkiresi ve Hamse’si ile bu faaliyetlerde başta gelmiştir. (Bkz. Türk Edebiyatı)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


  • Öztürk, aynı zamanda İslami Edebiyat Vakfı’nın kurucusu olarak da biliniyor.

Sizde içinde İslami Edebiyat kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

İslami Edebiyat kelimesi anlamı 44 defa okunmuştur. [241111] İslami Edebiyat kelime anlamı, İslami Edebiyat nedir, İslami Edebiyat ne demek, İslami Edebiyat sözlük anlamı

Paylaş