İslamiyet Nedir

İslamiyet Nedir ? İslamiyet Ne demek ?

1-)son peygamber hazret-i Muhammed’e gönderilen din. Bütün hurafelerden, efsanelerden temizlenmiş olan, yalancı kerametleri reddeden, insanları günahkar değil, aksine Allahın kulu ve doğuştan günahsız olarak kabul eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkanını veren, bedenin ve ruhun temizliğini emreden İslamiyet, en son ilahi dindir.

İslam, lügatte, “sulh ve sükunet, selamet, barış ve tek olan Allah’a, kendini tamamıyle teslim etmek” demektir.

Terim olarak ise; “Cebrail ismindeki melek vasıtasıyle sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan usul ve kaideler” olarak tarif edilir. İslamiyet, miladi 610 senesinde Mekke’de Muhammed aleyhisselama Allahü teala tarafından gönderilmeye başlanmış, bu vahiyler 23 sene sürmüştür.

İslam dini, bütün zamanlara, mekanlara ve bütün insanlara gönderilmiştir. O, evrenseldir. Bu durumda İslamiyet, bir ırkın, bir sınıfın ve zümrenin dini değildir. O, bütün milletlerin, toplumların ve sınıfların dinidir. Bu bakımdan Allah, “Rabbülalemin”, yani alemlerin Rabbi’dir. Başka dinlerde olduğu gibi yalnız O dinin mensuplarının Allah’ı değildir. İslam dininde Peygamber, tıpkı bizim gibi bir insandır. Fakat kusursuz (masum)dur. Allah O’nu, kendi emirlerini bütün insanlara bildirmek için seçmiştir.

İslam dini, hazret-i Muhammed’in bu dini bildirmeye başlayıncaya kadar gelmiş olan bütün peygamberleri tanır. Bunların hepsini sever ve hürmetle anar.

Her asırda gönderilen peygamberler insanları doğru yola davet etti. Peygamberlere uyanlar kurtuldu, uymayanlar ise sapık yollara düştüler. Çünkü rehbersiz doğruyu bulmak mümkün değildir. Bütün peygamberler, aynı imanı bildirmişler, tek olan Allah’a inanmayı, O’na ibadet etmeyi ve O’nun mahluklarına karşı nasıl davranılacağını göstermişlerdir. Esasen eski din kitaplarında ve hakiki İncil’de bir son Peygamberin geleceği yazılıdır. Hazret-i Muhammed en son peygamberdir ve O’ndan sonra bir daha peygamber gelmeyecektir.

Hazret-i Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna inanmak demek, O’nun bildirdiği Kur’an-ı kerimde yazılı olan emirlerin ve yasakların hepsinin Allah’ın emirleri ve yasakları olduğuna inanmak, hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Böyle inanan kimse, bunlardan bazılarına uymazsa, imanı bozulmaz. Müslümanlıktan çıkmaz. Fakat bunlardan birine bile uymadığına üzülmez, hatta bu hali ile öğünürse, Peygambere inanmamış olur, imanı bozulur, dinden çıkar. Uygunsuz hareketinden dolayı Allah’a karşı boynu bükük, kalbi üzüntülü olursa, imanının kuvvetli olduğu anlaşılır.

İslamiyette türlü ayinler, dinde reformlar, türlü yortular yoktur. İslam dini, insanların dürüst ve namuslu yaşamalarını esas tutmuştur. İbadet için emrettiği zamanlar kısadır. İbadet bir adet olarak değil, Allahın huzuruna çıkıp, O’na canı gönülden şükretmek ve O’na yalvarmak için yapılmaktadır. Gösteriş olarak yapılan bir ibadeti Allah kabul etmez. Kur’an-ı kerimde de mealen: “Kimseye yardımı dokunmayan ve açı doyurmayan, fakat yalnız namaz kılanlara ne yazık! Onlar kıldıkları namazdan gafil olanlardır, onlar gösteriş yapanlardır.” (Maun suresi) buyrulmaktadır.

İslam dininin kitabı, Kur’an-ı kerimdir. Kur’an-ı kerim, hazret-i Muhammed’e Allah tarafından indirilmiş ve kendisi tarafından insanlara tebliğ olunmuştur. Kur’an-ı kerimin ayetleri büyük bir dikkatle zaptedilmiş ve bir harfi bile değişmeden, bugüne kadar gelmiştir. Hiçbir dini kitap, Kur’an-ı kerim kadar beliğ değildir. Aradan on dört asır geçmiş olmasına rağmen bugün de, o berraklığını muhafaza etmektedir. (Bkz. Kur’an-ı Kerim)

İslam dini, ruh ve beden temizliği esası üzerine kurulmuştur. İslamiyet bu ikisini eşit tutar. Eski dinlerin görünür ve görünmez bütün iyiliklerini İslamiyet kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edecekleri iman, ibadet esasları ve güzel ahlaktan ibarettir.

İslamiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyetin dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz. İslamiyet insanların sevişmelerini, yardımlaşmalarını, kardeşçe yaşamalarını, memleketleri imar ve insanları manevi ve maddi olarak yükseltmeyi emretmekde, Allahü tealanın emirlerini büyük bilip saygı göstermeyi ve mahlukata merhameti, vatanını, bayrağını sevmeyi, kanunlara isyan etmemeyi istemektedir. Nefsin temizlenmesini temin etmekte, kötü huyları iyi huylardan ayırarak iyi huyları emretmekte, kötü huyları ise şiddetle yasak etmektedir. Gayri müslim vatandaşlarla ve iyi, kötü herkesle iyi geçinmeyi, her bakımdan iffet ve hayayı, tam sıhhatli olmayı istemektedir. Müslümanların, başkalarının malına, canına, namusuna, şeref ve itibarına el, dil, fiil, resim ve yazı ile saldırmaları kesinlikle yasaktır. Yalan, iftira, gıybet, hasetlik, düşmanlık reddedilmiştir. İslam dini, herkese karşı edepli, saygılı olmayı, ana babaya, akrabaya, arkadaşlara, muhtaçlara daima müşfik, merhametli, iyilik edici olmayı, hayvanların dahi hakkını gözetmeyi, cömert olmayı, israftan sakınmayı emretmektedir. Tembellik ve boşa vakit geçirmeyi yasaklamıştır. Ziraate, ticarete, sanayiye, sanata, ilme, fenne, tekniğe, endüstriye layık olduğu üzere ehemmiyet verir. İnsanların yardımlaşmalarını, birbirlerine hizmet etmelerini istemekte; dini, vatanı, inanışı başka olanların canlarını, mallarını ve namuslarını korumayı mecbur edip, bunlara saldırmayı kesinlikle yasaklamaktadır. Fertlerin, evladın, ailenin ve milletlerin haklarını ve vazifelerini öğretmekte, dirilere, geçmişlere, geleceklere, herkese karşı bir hak ve mesuliyet gözetmektedir. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: “İslamiyet, Allahü tealanın emirlerini tazim etmek, büyük bilmek ve O’nun yaratıklarına da acımak, merhamet etmektir.”

İslamiyet; insanın hem ruhi, hem de maddi refahını temin edecek bir ahlak getirmiştir. Bu mukaddes din, sadece fert ile Allah arasında rabıta kurmakla kalmayıp, fertlerin birbirlerine, hatta insanlık camiasına karşı haklarını ve vazifelerini temin eden, hep ileriyi gösterir, ileriyi ister ve ilericidir. İlericiliğin ve dinamizmin mümessilidir. Bu din, insan ruhunu ve bütün insanlığı saadete kavuşturacak prensiplerden ibarettir. Sosyal adalet esasları üzerine kurulmuştur. İslamiyette sınıflaşma yoktur. Müslüman olan herkes aynı haklara, aynı itibara sahiptir. Adalet karşısında devlet reisi de, çoban da eşit haklara maliktir ve eşit mesuliyetler taşır. Bir kişinin veya belli bir cemiyetin değil, bütün insanlığın hür ve medeni bir hayat seviyesine ulaşmasını emretmekte, bunun için de sosyal adaleti esas tutmaktadır. Ancak İslamiyetin bildirdiği sosyal adaletin, sosyalizm ve komünizmle hiçbir alakası yoktur. (Bkz. Adalet)

İslamiyet, komünist ve kapitalist düşüncelerin tam ortasını bildirmiş, bir yandan zenginlerin fakirlere yardımını emretmiş (zekat gibi) bir yandan da bütün insanları biraraya getirerek (hac gibi), fakat aynı zamanda onların dürüst olmalarını sağlayacak, yani disiplini de koruyarak dünyada düşünülebilen en mükemmel sosyal hayatı tayin etmiştir.

Allahü teala,İslam dinini hayatın yürümesini, ihtiyaçların değişmesini karşılayacak, terakkileri sağlayacak esaslar üzerine kurmuştur. İslamiyet insanların mukadderatını, muayyen, müstekar, hiç değişmeyecek olan sağlam bir adalet temeline bağlamıştır. Halkın mukadderatını tesadüfe, şansa değil, beyaza-siyaha ve doğuya-batıya yayılan eşit haklara, adil hükümlere bağlamıştır. İslamda, modern ilimlerle tezata düşen (zıt gelen) hiçbir nokta yoktur. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyle mantıki ve akla uygundur. Fen adamlarının hayatları boyu uğraşmalarının sonucunda elde ettikleri ilmi gerçekler, İslamiyete tam uygun çıkmakta, diğer dinler ise bu hakikatlere ters düşmektedir.

Bozulmuş olan diğer dinler, yalnız maneviyata hitap eden bir takım mistik ideallerle doludur. Bunların hakiki hayat ile hiçbir ilgisi yok gibidir. Halbuki İslam dini, insanın hayatta ne yapması gerektiğini de öğretir. İslam dininin emirleri, insana yalnız ahirette değil, aynı zamanda dünyada da hayatın her safhasında doğru yolu gösterir. İslam, tamamıyle tarafsız ve ancak insanların iyiliğini isteyen, yüce Allah’a kul olmayı emreden bir dindir.

İslamiyette iman esasları: İslamiyet insanlardan ilk önce iman etmelerini ister. Îman, hazret-i Muhammed’in Allahü tealadan bildirdiklerine kalple kabul etmek, dil ile söylemektir. İslamiyete ilk giriş Kelime-i şehadeti söylemek ve manasına inanmakla olur. Kelime-i şehadet “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh” sözüdür. Manası “Yerde ve gökte Allah’tan başka ibadet edilmeye hakkı olan ve tapınılmaya layık hiçbir varlık yoktur. Hakiki mabud (ibadet edilmesi gereken) Allahü tealadır.” demektir. Böyle inanan kimse, mümin ve Müslümandır. Müslüman olmak için Kelime-i şehadeti bir din görevlisinin yanına gidip söylemek şart değildir. Böyle bir uygulamanın bulunması, din görevlisinin Müslüman olacak kimseye yardımcı olması içindir.

Kelime-i şehadeti söyleyip, manasına inanan kimsenin aslında Kelime-i şehadetin manası içerisinde mevcut olan şu altı esası da öğrenip inanması gerekir. Bunlar: Allahü tealaya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere (hayrın ve şerrin Allahü tealadan geldiğine) inanmaktır. (Bkz. Âmentü)

İslam dinine girmiş olanlara, yani Müslümanlara farz olan, muhakkak yapılması gereken beş esas vazife vardır: Bunlar, tek Allah’a ve O’nun Peygamberi ve kulu olan hazret-i Muhammed’e inanmak, namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, hacca gitmek ve zekat vermektir. Bu beş esasa “İslamın binası” (yani şartlar) denir.

İslam dininde, insana, gücü yetmeyeceği, altından kalkamıyacağı bir şey emredilmemiştir. Sıhhatini feda ederek, hastalanarak ibadet etmeyi, Allahü teala hiçbir zaman istememiştir. Allah, çok kerim, gafur ve rahimdir. Tövbe edenleri affedici ve merhametlidir.

Namaz, günde beş defa yapılan dini vazifedir. Namaza başlamadan evvel abdest almak, yani elini, yüzünü, kollarını, ayaklarını yıkamak, başını mesh etmek lazımdır. Günde beş defa bu vazifenin yapılması, normal çalışmaya mani olmaz. Namaz, camiye gitmeden her yerde yalnız kılınabilir. Su bulunamazsa ve hastalık özrü varsa toprak ile “teyemmüm” adı verilen tarzda abdest almak mümkündür. (Bkz. Namaz, Abdest, Teyemmüm)

Oruç, senede bir ay, yalnız gündüzleri yemek ve içmekten uzaklaşmak demektir. Bunun manası, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu da öğretmektir. Oruç, toklara, aç insanın neler çektiğini hatırlatır. Aynı zamanda nefse hakim olmayı sağlar. Oruç tutma zamanı Kameri aylara göre tayin edildiğinden, her sene (şemsi sene hesabıyla) evvelki seneye göre 10-11 gün evvel gelir. Bu sebepten, yaklaşık otuz üç sene içinde her mevsimde oruç tutmak mümkün olur. (Bkz. Oruç)

Zekat, serveti yerinde ve fıkıh kitaplarında bildirilen ihtiyacından fazla malı ve geliri olan Müslümanın, elindeki toplu kazancın yüzde iki buçuğunu, yani kırkta birini senede bir defa, muhtaç olanlara vermesi demektir. Bu farz, varlıklı Müslümanlar içindir. Kazancı ancak kendi geçimine yeten kimseler, yani zengin olmıyanlar zekat vermez. (Bkz. Zekat)

Hac ise, hiçbir borcu bulunmayan ve seyahatteyken ailesinin nafakasını (geçimini) onlara bırakabilen varlıklı kimselerin, ömründe bir kere Mekke şehrine gidip Kabe’yi tavaf ve Arafat meydanında Allah’a dua etmesi demektir. Bu da, bu şartlara haiz olan Müslümanlara farzdır. (Bkz. Hac)

İslamiyette din bilgileri “edille-i şer’iyye” denilen dört ana kaynaktan elde edilir. Bunlar:

1) Kur’an-ı kerim: Dini hükümlerin birinci derecede kaynağıdır. Müslümanların mukaddes kitabıdır. Son ilahi kitaptır. Önceki kitapların hükümlerini kaldırmıştır (Bkz. Kur’an-ı Kerim). 2) Sünnet: Peygamber efendimizin işleri, sözleri ve görüp de mani olmadıkları şeylerdir (Bkz. Sünnet). 3) İcma: Bir asırdaki müctehid alimlerin bir meselenin hükmü için sözbirliği etmeleridir (Bkz. İcma). 4) Kıyas: Müctehid alimlerin, dinde hükümleri açıkça bildirilmeyen işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek anlamadır. (Bkz. Kıyas, İctihad)

Bu dört ana delilden çıkarılan bilgilerin tamamına fıkıh bilgileri denir. Fıkıh bilgileri başlıca dört ana kısma ayrılır: 1) İbadetler; bunlar namaz, oruç, hac, zekat, kurban, sadaka-i fıtır ve cihaddır. 2) Muamelat; kısmen medeni hukuk, amme hukuku, borçlar hukuku ve kısmen kişisel haller. 3) Münakehat; medeni hukuk ve kişisel haller. 4) Ukubat; ceza hukuku, ahlak ve görgü kurallarıdır. Bu bilgilerin teferruatını, şartlarını ve en doğru olarak nasıl eda edilebileceği Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında geniş olarak çok güzel anlatılmıştır. Müslümanlar, Allah’a, Peygamberlere, kitaplarına, meleklere, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine ve ölümden sonra tekrar bir dirilme olacağına inanırlar. Esasen diğer ilahi dinler de, bunlara inanmayı emretmektedir. (Bkz. İman,Âmentü)

İbadette ihmal ve kusuru olanları ahirette Allahü teala, dilerse affeder dilerse cezalandırır. Fakat başkasını aldatanlar, başkasının hakkını yiyenler, yalan söyleyenler, hilekarlık yapanlar, zulmedenler, adaletsizlik yapanlar, riyakarlar, anasına-babasına ve büyüğüne itaat etmeyenler, amirlerine, hükumete isyan edenler. Başkasının hakkını yiyen veya başkasını aldatanlar, hak sahipleri ile helallaşmadıkça affedilmeyeceklerdir. Ancak hususi hallerde (şehid olmak, müzdelife vakfesinde bulunmak, bol sadaka vermek) affolunabileceklerdir. Üzerinde kul hakkı olan kimseler, daha dünyadayken pişman olarak, o kulun hakkını ödeyip, onunla helallaşmalı, sonra Allah’ın merhametine sığınmalı, bir daha böyle kötü harekette bulunmaktan çekinmeli, birçok iyilikler yaparak günahlarını affettirmeye çalışmalıdır. O zaman, cenab-ı Hak, belki onların kusurlarını bağışlayacaktır. Bu ancak Allahın iradesine bağlıdır. Kur’an-ı kerimde daima Allah’ın çok merhametli ve affedici olduğu tekrarlanmakta olduğundan ümit olunur ki, cidden nedamete gelip tövbe edenler ve hayırlı işler yaparak günahlarını affettirmeye çalışanlar, cenab-ı Hakk’ın mağfiretine, bağışlamasına layık görülsün!

Cenab-ı Hak mealen; “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür, kim zerre kadar kötülük yapmışsa onun da karşılığını görür.” (Zilzal suresi: 3) buyurmaktadır ve bunu yalnız Müslümanlara tahsis etmeyerek, bütün insanlara ait kılmıştır. Yalnız insanlara iyilik etmek düşüncesi ile çalışarak, insanlığa faydalı keşifler veya işler yapmış, insanlara yardım için hayatını, sıhhatini tehlikeye koyarak, en güç şartlar altında çalışmış olan bir kimse bile, Müslüman olmayıp, kafir olarak ölürse, iyilikleri onu küfrün cezasından kurtaramaz. Fakat cenab-ı Hakk’ın huzurunda her türlü fenalığı ve hilekarlığı yapan, yalan yere ibadet eden münafıkların cezası muhakkak bunlarınkinden daha çok olacaktır.

İslamiyette inanılacak ve amel edilecek hususlarda doğru bir itikat ve doğru bir amel gerekir. Bu itikat ve amel, Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının bildirdiği itikat ve ameldir. Bu itikat bilgilerine inanan ve amel bilgilerini yapana Ehl-i sünnet veya kısaca Sünni denir. Bugün dünyada Ehl-i sünnet olanlar inanılacak hususlarda iki imama yani İmam-ı Matüridi ile İmam-ı Eş’ari’ye tabidirler (Bkz. Ehl-i Sünnet). Ameli hususlarda ise Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine tabidirler. Bu mezheplere ve imamlara tabi olmayan kimseler Ehl-i sünnetten değildirler.

Ehl-i sünnet itikadında olmayan Müslümanlara Ehl-i bid’at veya Ehl-i dalalet denir. Bunlar 72 fırka (grup)dır. Bunlar imanı gideren bir inanışın içine düşmedikçe yine Müslümandırlar. (Bkz. Bid’at Fırkaları)

İslamiyet, kadınlara en büyük hakları vermiştir. İslam dininde birkaç kadınla evlenmek gibi bir emir yoktur. Bu hususta İslam dini, dörde kadar evlenmeye izin vermiştir. Bunu da ağır şartlara bağlamıştır. İslam dini zuhur ettiği zaman, Araplar istedikleri kadar kadınla, hiçbir hak tanımaksızın birlikte yaşarlar ve onlara köle muamelesi yaparlardı. İslamiyet, kadınları bu feci vaziyetten kurtarmış, onların haklarını korumuştur. Peygamber efendimiz; “Cennet anaların ayağı altındadır.” buyurarak, yüce dinimiz kadınlara seçkin bir mevki vermiştir. Hak dinlerin dışında insanların uydurduğu hiçbir dinde kadınlara böyle bir hak tanınmamıştır.

İslam dini son dindir. Kur’an-ı kerim, ilk gününden bu güne kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Bu o kadar barizdir (açıktır) ki, artık başka din gelmeyeceği, insanların dini ihtiyaçlarının tamamıyla giderilmiş bulunduğu, İslam dininin hakiki Allah dini olduğu kendiliğinden meydana çıkar.

Bir cümle ileİslamiyet, insanın dünya ve ahiret saadetini içinde toplayan en son ilahi dindir. Nitekim Allahü teala Kur’an-ı kerim’de mealen buyuruyor ki:

Bugün size dininizi ikmal ettim ve size ihsanda bulunduğum nimetlerimi tamamladım. Sizin için din olarak İslamı seçtim. (Maide suresi: 3)

Muhammed (aleyhisselam)in getirdiğiİslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teala sevmez ve kabul etmez. İslam dinine arka çeviren, ahirette ziyan edecek, Cehenneme gidecektir. (Âl-i İmran suresi: 85)

Doğrusu, Allah katında makbul olan din, İslamdır. Kendilerine kitap verilen Hıristiyan ve Yahudiler, hakikati bildikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, İslam dini hakkında ihtilafa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse, şüphe yok ki, Allah onun cezasını çok çabuk görücüdür. (Âl-i imran suresi: 19)

İslamiyetin emrettiği gibi iman edip bu iman ile ölenler, ahirette Cennete gidecektir. Cennet, Allahü tealanın ahirette Müslümanları ebediyyen sayısız nimetlerle mükafatlandıracağı yerin adıdır (Bkz .Cennet). Îman etmeyenler ve imansız olarak ölenler, Cehennemde ebediyen cezalandırılacaklardır (Bkz. Cehennem). İslamiyette mükafat ve cezaları ancak Allahü teala takdir eder. Hiçbir kulun O’nun takdirine karışmaya, beğenmemeye hakkı yoktur. Ancak peygamberler, evliyalar, alimler, şehidler, salih Müslümanlar, büluğa ermeden ölen Müslüman çocukları, Allahü tealanın izni ile Müslümanlardan günahkar olanların affedilmesi ve salih Müslümanların da mükafatlarının arttırılması için şefaat edeceklerdir. Âhirette buna kavuşmak için iman ile ölmek şarttır.

İslamiyet için ne dediler?

Asrımızın meşhur İngiliz ediplerinden olan Bernard Shaw (1856-1950): “Dünya için bir tek din seçmek gerekirse, bu muhakkak İslam dini olacaktır. Her devre hitap edecek kudrette olan biricik din, İslam dinidir. Ben Müslümanlığın yarınki Avrupa’nın kabul edeceği din olduğunu söylüyorum.”

Lord Hadley: “İslamın sade, fakat nur içinde parlıyan büyüklüğünü gördükten sonra insan, karanlık bir dehlizden çıkıp, gün ışığına kavuşan bir adam gibi oluyor.”

Chatfeld: “Araplar, Türkler ve başka Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, batılı milletlerin, yani Hıristiyanların Müslümanlara karşı uyguladıkları muamele ve gaddarlığın aynını yapmış olsalardı, bugün doğuda tek Hıristiyan kalmazdı.”

Dünyanın tanıdığı en büyük ilim adamlarından biri olan İskoçyalı Thomas Carlyle (1795-1881) seyahat hatırasında: “Almanya’da dostum Goethe’ye İslamiyet hakkında topladığım bilgileri ve bu husustaki düşüncelerimi anlatmıştım. Goethe beni dikkatle dinledi ve en sonunda bana; «Eğer İslam bu ise, hepimiz Müslümanız.» dedi.”

Hindistan devletinin istiklal kahramanıGandhi (1869-1948): “İslam, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve O’nun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı korkunç bir karanlık içinde iken, doğuda parlıyan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, sulh ve rahatlık vermişti. İslam dini yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dini saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslamiyeti benim gibi seveceklerdir.”

Tarihe dünyanın en büyük askeri dehası, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransa İmparatoru Birinci Napoléon (1769-1821): “Öyle sanıyorum ki, yakında bütün dünyanın aklı başında kültürlü insanlarını biraraya toplayarak bir hükümet kurmak ve bu hükümeti İslamiyet ile (Kur’anda yazılı olan esaslara göre) idare etmek imkanını bulacağım. Ancak, Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar insanları bahtiyarlığa götürecektir.”

İslam Tarihi, İslam dininin tarihi, hazret-i Muhammed’in doğumu esas alınırsa miladi 571, Allahü tealadan ilk vahyin gelmesi, yani peygamberliğinin kendisine bildirilmesi başlangıç kabul edilirse 610, insanları İslamiyete açıkça davet etmesi düşünülürse 613 senesinde başlar. Hicret; İslam tarihinin en mühim hadiselerinden biri olup, İslam takviminin başlangıcıdır. Hicret tarihi miladi 622’dir.

Din olarak İslamiyetin hazret-i Muhammed’e O’nun tarafından da insanlara bildirilmesi 23 hicri senede tamamlanmıştır. Peygamberimize 610 yılında Mekke’de Hira Dağındaki mağarada gelen ilk vahiyle bildirilen ayet-i kerimeler, Kur’an-ı kerimin İkra’ suresinin ilk beş ayetleridir. Bu surede mealen; “Ey Muhammed, yaratıcı Allahın adı ile oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku, Allah büyük kerem (iyilik) sahibidir. O, kalemle öğretir, insana bilmediklerini öğretir.” buyruldu.

En son gelen de Nasr suresidir. Bu surede de mealen; “Allah’ın yardımı ve zafer günü gelip insanların, Allah’ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et! O’ndan af dile! Çünkü O, tövbeleri daima kabul eder.” buyrulmaktadır.

Bu ilk ve son gelen ayetler arasında, 23 seneye yakın zamanda bildirilen ve Kur’an-ı kerimde mevcut bulunan bütün ayet-i kerimeler ile İslamiyet insanlara dünya ve ahiret nizamı olarak bildirilmiş, geçmiş ümmetlerden ve gelecekteki olacaklardan çeşitli bilgiler ve misaller verilerek bütün insanlardan dünya hayatlarında İslamiyete tabi olmaları istenmiştir. Peygamber efendimizin son haclarında deve üstünde 124.000 kadar sahabiye hitaben buyurdukları sözler de “Veda Hutbesi” ismiyle meşhur olmuştur (Bkz. Veda Hutbesi). Bu hutbe ile de İslamiyet topluca ve öz şekliyle insanlara son bir kere daha tebliğ edilmiş ve uymaları istenmiştir. Böyleceİslamiyetin gelmesiyle bütün dinler yürürlükten kalkmış, kıyamete kadar gelecek insanlara Allahü tealanın yanında makbul olan yegane dinin İslamiyet olduğu bildirilmiştir.

İslam dini Allahü teala tarafından Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama gönderildi. Muhammed aleyhisselam peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Babası Abdullah’tır. Miladın 571 senesi Nisan ayının yirmisine rastlayan Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke’de doğdu. Doğumundan evvel babasını, altı yaşındayken annesini kaybetti. Yirmi beş yaşındayken Hadice-tül-Kübra ile evlendi. Kırk yaşındayken bütün insanlara ve cinne peygamber olduğu bildirildi. Üç sene sonra herkesi imana çağırmaya başladı. Miladi 622 yılında Allahü tealanın emri ile Mekke’denMedine’ye göç etti. Bu yolculuğuna “hicret” denir. İslam tarihinin en büyük hadiselerinden biri olan hicret, İslam takviminin başlangıcı olduğu gibi, ilk İslam devletinin kuruluşunun da başlangıcıdır.

Muhammed aleyhisselam bundan sonra Medine’de İslamiyeti yaymaya devam etti. Mekkeli müşriklerle hicretin ikinci senesinde Bedir, üçüncü senesinde Uhud, beşinci senesinde ise Hendek gazalarını yaptı. Hicretin sekizinci senesinde Mekke fethedildi. Bu arada Arabistan’daki uzak ve yakın pekçok kabile reisleri ve guruplar gelerek Müslüman oldular. Çeşitli beldelere ilk İslam valileri tayin edildi. Böylece İslamiyet, Arap Yarımadasının tamamına yayılmış oldu. Peygamber efendimiz hicri 11 (M. 632) senesinde Rebiül-evvel ayının on ikinci Pazartesi günü vefat etti. Vefatında 63 yaşındaydı. (Bkz. Muhammed Aleyhisselam)

Dört halife devri: Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in 632 (H. 11) tarihinde vefatından sonra, Eshab-ı kiram arasından; hazret-i Ebu Bekir (632/H.11-634/H. 13), hazret-i Ömer (634/H.13-644/H.23), hazret-i Osman (644/H. 23-656/H.35), hazret-i Ali (656/H.35-661/H.40) sıra ile halife seçildiler. Böylece dört halife devri başladı. Bu devir otuz yıl kadardır. Bunlar Peygamber efendimizin vazifelerini tam olarak yaptıklarından “Hulefa-i Raşidin” de denir. İslam tarihinde Dört Halife’yi Emevi halifeleri takib etti. Dört Halife Devri (632/H.11-661/H.40), İslami faziletlerin yaşandığı“Altın Çağ” olarak kabul edilir. Bu devirdeİslam orduları Kuzey Afrika, Kıbrıs, Suriye, Anadolu, Irak, İran içlerine seferlere çıktı. Buralarda pekçok ülke ve şehir fethederek, İslamiyeti insanlara ulaştırdılar. Muharebelerden alınan ganimetler ile İslam memleketleri imar edildi, Müslümanlar rahat ve huzur içinde yaşadılar. (Bkz. Dört Halife)

Emeviler: Dört Halife Devrinden sonra İslam devletinin başına, halife (devlet başkanı) olarak hazret-i Muaviye seçildi. Onun Ümeyyeoğullarına mensubiyetinden dolayı devlet, “Emeviler” adı ile anıldı. Böyleceİslam tarihinde Emeviler devri başlamış oldu. Şam’daki Emevi halifeleri 661 (H.41)den 750 (H.132)ye ve İspanya’daki Endülüs Emevi Sultanlığı da 756 (H.138)dan 1492 (H. 898) tarihine kadar devam etti. Şam’daki Emevi Halifeliğini Abbasiler devri takib etti.

Emeviler Çin, Orta Asya, Hazar ülkesi, Hindistan, bütün Orta Doğu ülkeleri, Kuzey Afrika’dan İspanya dahil Avrupa içlerine kadar aralıklarla sekiz yüzyıl hüküm sürdü. Emeviler, İslam dinini İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıklarını yaydılar. (Bkz. Emeviler)

Abbasiler: İslam devleti başkanlığını(hilafetin) Emeviler’den sonra hazret-i Peygamber’in amcası hazret-i Abbas soyundan olan Ebü’l-Abbas Abdullah es-Saffah ele geçirdi. 750/H. 132’de Abbasiler devri başladı. Devletin başşehri Şam’dan Bağdat’a nakledildi. Irak’taki Abbasi hilafeti, 750 (H. 132)den 1256 (H.656)ya ve Mısır’daki Abbasi hilafeti ise 1257 (H. 656)den 1517 (H.923)ye kadar devam etti. Abbasilerden sonra halifelik, Osmanlı sultanlarına geçti.

Abbasiler [750 (H. 132)-1517 (H.923)] devrinde, hicri ikinci asırdan itibaren Abbasi halifeleri adına hutbe okutan emirlikler ve devletler kuruldu. İslam dini, doğuda Büyük Okyanustan, batıda Atlas Okyanusu kıyılarına, kuzeyde Rusya içlerinden, güneyde Hind Okyanusu kıyılarına kadar yayılıp, üç kıtada İslam devletleri hakim oldu.(Bkz. Abbasiler)

Osmanlı Devleti: En uzun ömürlü Türk-İslam devletidir. Mısır’daki son Abbasi halifesinin 1517 (H. 923)de Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Hana hilafeti bırakmasından sonra, dünyadaki bütün Müslümanların başı olmuştur. 1281 (H. 680)den beri Kayı Aşireti Reisi Osman Gazi tarafından 1299 (H. 699)da Söğüt kasabasında kuruldu. İlk başşehirleri Yenişehir’di. Daha sonraları da 1326 (H. 726)da Bursa, 1364 (H.767)te Edirne, 1453 (H. 857)te İstanbul başşehir yapıldı. İslam dini ile idare edildi. Osmanlı Sultanları 1517 (H. 923)de Yavuz Sultan Selim Hanın Mısır’ı fethetmeleriyle halifeliğin de kendisine verilmesi üzerine bütün Müslümanların da halifesi oldular. 1908 (H. 1326)de halifelerin salahiyetleri sınırlandı. Osmanlı Devletinin 1922 (H. 1340)de yıkılmasından sonra 1924 (H. 1342)te hilafete de son verilerek, İslam halifeliği yeryüzünden kaldırıldı.

Osmanlı Devletinin hakimiyeti Avrupa’da Viyana’ya, Asya’da Kırım, Kafkasya, bütün Ortadoğu ülkeleri, Afrika’da Kuzey Afrika, Hint ve Atlas okyanusları ile Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, Adriyatik, Umman denizlerinde sürdü. Kıymetli alimler yetişip, muhteşem ilim ve sanat eserleri inşa edildi. (Bkz. Osmanlı Devleti)

Bu en büyük İslam devletlerinden başka, İslam tarihi boyunca başlıca şu devletler kurulmuştur:

ARABİSTAN YARIMADASINDA

Kuruluşu Yıkılışı

Karmatiler : 894 : 11. yy sonu

Ressiler/Yemen

Zeydi İmamları : 9. yy. : 1969

Süleyhiler : 1047 : 1138

Resuliler : 1229 : 1454

Birleşik Arap Sultanlığı : 1741 : 1964

Suudiler (Vehhabiyye) : 1746 : Devam ediyor.

MISIR, SURİYE VE IRAK’TA

Kuruluşu Yıkılışı

Tolunoğulları : 868 : 905

İhşidiler : 935 : 969

Fatımiler : 909 : 1171

Hamdaniler : 905 : 1004

Mezyediler : 661 : 1150

Mervaniler : 983 : 1085

Ukayliler : 990 : 1096

Mirdasiler : 1023 : 1079

Eyyubiler : 1169 : 15. yy sonu

Memlukler : 1250 : 1517

Kavalalılar : 1805 : 1953

İSPANYA ve KUZEY AFRİKA’DA

Kuruluşu Yıkılışı

Endülüs Emevileri : 756 : 1031

Mülessiminler : 11.yy. : 12.yy ortası

Murabıtlar : 1056 : 1147

Muvahhidler : 1130 : 1269

Nasriler Beni Ahmer : 1230 : 1493

İdrisiler : 789 : 926

Rüstemiler : 777 : 93Cbr>
Ağlebiler : 800 : 93Cbr>
Ziriler ve Hammadiler : 972 : 1152

Meriniler ve Vattasiler : 1196 : 1549

Hafsiler : 1228 : 1574

Fas Şerifleri : 1711 : Devam ediyor.

Sunusiyye : 1837 : 1969

BATI ve ORTA AFRİKA’DA

Kuruluşu Yıkılışı

Gao Sultanlığı : 1009 : 1593

Keita Sultanlığı : 1200 : 1670

Timbuktu Sultanlığı : 1336 : 1468

Bagirmi Sultanlığı : 1512 : 1935

Vaday Emirliği : 1635 : 1912

Tukulör (Sokoto) Sultanlığı : 1801 : Devam ediyor.

Futa Callon Emirliği : 1692 : 1900

Adamava (Yola) Sultanlığı : 1809 : 1901

Kaarta Emirleri : 1670 : 1891

Bornu Sultanlığı : 1097 : Devam ediyor.

Kano Sultanlığı : 998 : 1807

Katsina Sultanlığı : 1554 : 1806

Nupe Sultanlığı : 1531 : 1835

Kebbi Sultanları : 1515 : Devam ediyor.

Kano Emirleri : 1807 : Devam ediyor.

Dagomba Sultanları : 1500 : Devam ediyor.

Not: Devam edenler, prenslik şeklindedir.

İRAN, KIRIM, ORTA ASYA, AFGANİSTAN, HİNT YARIMADASINDA

Kuruluşu Yıkılışı

Bavendiler : 665 : 1349

Müsafiriler : 10.yy : 11. yy.

Ravvadiler : 10.yy : 1071

Ziyariler : 927 : 1090

Büveyhiler : 932 : 1062

Şeddadiler : 951 : 1174

Kakuyiler : 1008 : 1119

Samaniler : 819 : 1005

Tahiriler : 821 : 873

Saffariler : 867 : 1495

Harizmşahlar : 10.yy : 13.yy ortası

Karahanlılar : 840 : 1212

Büyük Selçuklular : 1038 : 1194

Artuklular : 1102 : 1408

Zengiler : 1127 : 1222

İldenizliler : 1137 : 1225

Salgurlular : 1148 : 1286

İsmaililer/Haşşaşiler : 1090 : 1273

Altınordulular : 1227 : 1502

Çağataylılar : 1227 : 1370

İlhanlılar : 1256 : 1353

Muzafferiler : 1314 : 1393

Celayirliler : 1336 : 1432

Timurlular : 1370 : 1506

Karakoyunlular : 1370 : 1468

Giraylar : 1426 : 1792

Buhara Hanlığı : 1428 : 1924

Şeybaniler : 1500 : 1598

Kazan Hanlığı : 1435 : 1552

Kasım Hanlığı : 1445 : 1556

Astırhanlılar : 1460 : 1556

Hive Hanlığı : 1804 : 1924

Safeviler : 1501 : 1732

Afşarlılar : 1736 : 1786

Zendler : 1750 : 1794

Kaçarlar : 1779 : 1924

Pehlevi Şahlığı : 1924 : 1979

İran Şii Cumhuriyeti : 1979 : Devam ediyor.

Gazneliler : 963 : 1186

Delhi Sultanlığı : 1206 : 1555

Bengal Sultanlığı : 1336 : 1576

Keşmir Sultanlığı : 1346 : 1589

Behmeniler : 1347 : 1527

Handeş Faruki Sultanlığı : 1370 : 1601

Gucarat Sultanlığı : 1391 : 1583

Cavnpur Şarki Sultanlığı : 1394 : 1479

Malva Sultanlığı : 1401 : 1531

Gürganiye/Babürlüler : 1526 : 1858

Haydarabad Nizamlığı : 18.yy : 1948

Afganistan Şahlığı : 1747 : 1973

ANADOLU’DA

Kuruluşu Yıkılışı

Danişmendliler : 1072 : 1177

Saltuklular : 1072 : 1202

Mengücekler : 1072 : 1277

Türkiye Selçukluları : 1077 : 1307

Dilmaçoğulları : 1085 : 1192

İnaloğulları : 1098 : 1183

Ermenşahlar : 1100 : 1207

Çobanoğulları : 1227 : 133Cbr>
Eşrefoğulları : 13.yy. ortaları : 1320

İnanoğulları/Ladik Beyleri : 1261 : 1368

Sahibataoğulları : 1275 : 1341

Pervaneoğulları : 1277 : 1322

Candaroğulları : 1292 : 1462

Alaiye Beyleri : 1293 : 1471

Karasioğulları : 1297 : 1360

Germiyanoğulları : 1300 : 1429

Hamidoğulları : 1301 : 1423

Saruhanoğulları : 1302 : 1410

Aydınoğulları : 1308 : 1426

Eretnaoğulları : 1335 : 1381

Dulkadiroğulları : 1339 : 1521

Taceddinoğulları : 1348 : 1428

Ramazanoğulları : 1352 : 1608

Akkoyunlular : 1378 : 1508

Kadı Burhaneddin

Ahmed Devleti : 1381 : 1398

İslamiyet, aynı zamanda yeryüzünde en çok devlet kurmuş bir dindir. Günümüzde de bu en son ilahi din hiçbir misyoner teşkilatı olmadığı, propagandası için devlet hazineleri sarf edilmediği halde, başka dinden olan birçok insan tarafından benimsenmekte ve Müslümanların sayıları artmaktadır. Bilhassa Afrika’da bir çığ gibi büyüyen İslamiyet, Amerika, Avrupa, Çin, Japonya gibi dünyanın her tarafındaki devletlerde hızla yayılmakta, Müslüman cemaatler teşekkül ederek camiler ve çeşitli isimler altında İslam cemiyetleri kurulmaktadır.

Bugün yeryüzünde bir milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. Yaklaşık 26 milyon km2 toprak üzerinde hüküm süren çoğunluğu Müslüman olan devletlerin bir kısmının isimleri şöyledir:

Afganistan, Bahreyn, Bangladeş, Borneo Sultanlığı, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Çad, Güney Yemen, Kuzey Yemen, Endonezya, Fas, Gabon, Gambia, Gine, Gine-Bisseau, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Nijer, Pakistan, Senegal, Sierra Leona, Somali, Suriye, Sudan, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Uganda, Umman, Ürdün, Yukarı Volta.

İslam medeniyeti ve sanatı: İslamiyet, bütün dünyanın üzerine kıyamete kadar batmayacak bir güneş olarak doğmuştur. Bütün insanlığı yükselmeye, şeref ve itibar sahibi olmaya, sevgi ve kardeşliğe, huzura ve hürriyete davet eden bu güneş; dünyadaki afaki (objektif) ve enfüsi (sübjektif) bütün putların karanlığını ilk ışıklarıyla beraber boğmuş; beyazı-siyahı, kadını-erkeği, cahili-alimi, fakiri-zengini bir olan hakiki mabuda, yani Allahü tealaya kulluk yapmakta eşitliğe kavuşturmuştur. İnsanlar arasında kaba kuvvete, batıl inançlara, zulme, sahtekarlığa, soy-sop, mevki-makam ve zenginliğe dayalı olarak kurulmuş bütün sahte otoritelerin zalim ve sömürücü saltanatlarına son vermiş, hakiki hakim ve kudret sahibi, alemlerin Rabbi olan Allahü tealanın dini içinde emniyet ve adalet tesis etmiştir. İslamiyetin özü olan tevhid inancı (Lailahe illallah) ile, daha ilk kelimede halledilen bu fevkalade büyük ve o derece yüksek işlerin kıymetini ve İslam medeniyetinin mükemmelliğini anlamak için İslamiyetin doğduğu yıllarda bütün dünyanın içinde bulunduğu pek acıklı hali hatırlamak lazımdır.

O yıllarda, miladi 6 ve 7. asırlarda, Avrupa meşhur ortaçağ karanlığının en zifiri günlerini yaşıyordu. Papazların elinde oyuncağa çevrilmiş ve defalarca değiştirilmiş İncil, kilisenin insanlığa tahakküm ve zulmünü devam ettirebilmek için bir kalkan haline getirilmişti. Hıristiyanlık dininde olanlar uydurma “teslis= üç tanrı” inancının saçmalığına kurban edilmekle kalmamış, ayrıca Allah’a ibadet etmek, tövbe ve dua etmek, O’ndan yardım dilemek için de Allah ile aralarına, tanrının vekili denilerek papalar sokulmuş, insanların önce iman ve ibadet noktasında kilise tarafından vicdanları esir alınmıştı. Diğer taraftan derebeyler, krallar, diktatörler elinde köle gibi çalıştırılan halk; can, mal, namus, adalet, hak, hukuk emniyetinden uzak, boğaz tokluğuna çalıştırılıyor, sefil bir hayat sürüyordu. Fen bilgileriyle uğraşmak yasaklanmış, ilim-teknik ve sanatın izi yok olmuş, son derece iptidai, temizlik mefhumunun bulunmadığı, salgın hastalıkların arkasının kesilmediği hayat şartları içinde; Avrupa kavimleri boyunları bükük, gelecekten ümitsiz, o günlerinden endişeli bir halde Doğu ve Batı (Bizans) Roma İmparatorlarının zalim hakimiyetlerine teslim olmuşlardı. Avrupayla beraber Anadolu ve Kuzey Afrika topraklarını da hükmü altında bulunduran bu mutaassıp kilise ve zalim derebeylik idaresi işbirliği, medeniyetin yolunu tıkayan en büyük engellerden biriydi.

Aynı asırlarda Asya kavimleri de Brehmen, Buda, Konfüçyüs gibi felsefeye dayalı putperestliklerin yanısıra bunların ve tarihin derinliklerinden gelen eski inançların karışımlarından müteşekkil Şamanizm gibi isimlerle anılan inanç sistemlerinin hakimiyeti altındaydı. Bazı hayvanlardan, güneşe, yıldızlara, hatta ırmak ve göllere kadar birçok tanrı çeşidi içinde bunalıyor, bocalıyor ve çaresizlik içinde kıvranıyordu. İran’da yerleşmiş olan Mecusilik, ateşi tanrı tanıyor, çeşitli hayvanlara ve hayali varlıklara kutsallık izafe ediyordu. Buralarda da din adamı denilen büyücü ve kahinlerin insanlık üzerindeki tahakkümlerinin yanısıra bilhassa Güney Asya’da çeşitli sınıflara bölünen insanlar racaların, asillerin, varlıklı olanların boyunduruğu altında köle gibi kullanılıyordu. Kadınlar orta malı yapılmış, sosyal hayatta adalete, hukuka yer verilmeyerek, itiraza tahammülü olmayan otoriteler cemiyeti eziyor, sömürüyordu.

Afrika kavimleri ise tamamen iptidai, vahşi bir hayat sürüyor, türlü çeşitli totemlere dayalı gülünç inançlar içinde medeniyetten habersiz, dünyadan geçip gidiyorlardı.

Çeşitli yerlere dağıtılmış bulunan Yahudiler, İsa aleyhisselam vasıtasıyla Allahü tealanın yürürlükten kaldırdığı muharref Tevrat’a inat ve ısrarla bağlılıklarını sürdürüyor, gittikleri her yere kin, hased ve düşmanlık tohumları ekiyorlardı. İncil’i tahrif etmişler, Hıristiyanlığı bozmuşlar, insanlık arasına türlü fitne ve fesatlar sokmuşlardı. Devlet haline gelemedikleri için toplu halde yaşadıkları yerlerde, kendi cemiyetlerinde ekalliyat (azınlık) psikolojisi ve diğer kavimlere duydukları düşmanlık ateşi içinde yaşıyorlar, bütün insanlığı köle gibi kullanacakları günün hasreti ile yanıyorlardı. Musevilik, tamamen bozulmuş, yalnız Yahudi ırkından olanların girebildikleri milli bir din haline sokulmuştu.

Arabistan kavimlerinin durumu da içler acısıydı. Başta mübarek Hicaz toprakları olmak üzere, bütün Arabistan Yarımadası başına buyruk kabilelerin kendi aşiret kanunlarına göre yaşadığı bir bölge haline gelmişti. Her kabilenin kendine mahsus bir putu olup, ona tapınıyorlardı. Allah’ın evi olan Kabe’yi 360’dan fazla putla doldurmuşlardı. Kaba kuvvet, soyla övünme, faiz, kumar, kan davası, fuhuş, kadınların orta malı olarak kullanılması, hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye varacak kadar vahşetler içinde çalkalanıp durmakta olan Arabistan yarımadası kavimleri, bir devlet bile kuramayacak, kah Rumların kah Acemlerin vesayeti altında ilimden, medeniyetten bihaber yaşıyorlardı. Çöllerde yaşayanları hayvancılık, şehirlerde olanları da ticaretle meşgul idiler. Aralarında itibar gören ve fevkalade ilerledikleri tek saha “hitabet-edebiyat” bilgisiydi.

İslamiyet, böylesine karanlığa gömülmüş bir dünya ve yolunu şaşırmış insanlığa tebliğ ettiği tevhid inancı ile yalnız Kabe’deki 360 putu değil, bütün dünyada çeşitli inanç, felsefe ve tanrı isimleriyle insanların inanmaya ve tapınmaya zorlandıkları her çeşit putu devirmiştir. Yaratılmışların en şereflisi olan insana yaratanından (Allahü tealadan) en son, en açık ve en kesin bir şekilde son peygamber hazret-i Muhammed vasıtasıyla gelen bu davete koşanlar, kendileri gibi birer mahluk olan nesnelere esir olmaktan kurtulup hakiki halıka, yaratana kul olmak şeref ve hürriyetine kavuşmuşlardır. İslam medeniyetinin zirvesini teşkil eden bu imanla, Halık (yaratıcı) ve mahluk (yaratılmış) kesin olarak birbirinden ayrılmış, Müslüman olanların gönülleriyle beraber zihinlerini de her türlü karışıklık, bulanıklık ve istifhamdan kurtaracak safiyet ve berraklığa kavuşturmuştur.

İslam dininin diğer iman, ibadet ve ahlak esasları da insanların ruh ve bedenlerini, hal ve hareketlerini olgunlaştırarak medeni bir cemiyet hayatı kurmuştur. Adalet, bu cemiyet hayatının en mümtaz vasıflarından biri olmuş, devlet başkanı da çoban da adalet karşısında aynı haklara sahip olmuşlardır. Başka dinden, milletten olanlar da bu adaletten en geniş ölçüde faydalanmışlar, o kadar ki, Müslüman idaresi altında yaşamaya can atmışlardır. Çalışanın ücretinin tam ve zamanında verildiği, fakir, aciz, kimsesiz, yetim ve zavallıların ihtiyaçlarının temin edilerek korunduğu, sosyal adaleti esas alan hoşgörü, kardeşlik, karşılıklı sevgi, saygı, hakkaniyetle bezenmiş bir sosyal hayat, Müslüman cemiyetlerine mesut ve huzurlu bir dünya hayatı yaşattığı gibi ebedi olan ahiret saadetini de kazandırdı. Ruh ve beden temizliği, bu dinin temel esaslarından olarak mensuplarını her türlü pislikten uzaklaştırdı. İlme ve ilim adamlarına verilen kıymet ile cehalet yok edilerek ilimde ve teknikte kısa zamanda çok büyük merhaleler katedildi.

Yirmi sene gibi kısa bir zamanda Arabistan halkını dünyada bir benzeri görülmemiş üstünlüklere, yüksekliklere ve medeniyete kavuşturan İslamiyet, otuz sene gibi çok kısa bir zamanda da Mezopotamya, İran ve Hindistan içlerine, Anadolu’ya, Mısır ve Kuzey Afrika’ya, Kıbrıs’a kadar yayılarak büyük İslam devletleri kuruldu. Daha sonraki asırlarda Afrika içlerine, İspanya’ya, Avrupa içlerine götürülen İslam dini ve medeniyeti, gittiği her yerde insanlara adalet ve emniyet, huzur ve saadet dağıttığı gibi ilmin ve tekniğin en son mahsullerini de bol bol saçtı. Şehirler imar edildi, yollar açıldı, hastahaneler, üniversiteler, hanlar, hamamlar, çeşitli vakıf eserleriyle beldeler imar edildi, güzelleştirildi. İnsanların hayat seviyesi yükseltildi. Hicaz başta olmak üzere Halep, Şam, Bağdat, Kahire, Trablusgarp, Gırnata, Konya, Bursa, İstanbul, Edirne, Belgrad, Sofya, doğuda Maveraünnehir şehirleri Horasan, Buhara, Semerkand ve Haydarabad, Delhi gibi Hind şehirleriİslam medeniyet ve sanatından en çok nasiplenen şehirler oldu. Kubbelerin hakim olduğu bir mimari tarzıyla yapılmış camiler, medreseler, saraylar, sosyal tesisler ile süslenen bu şehirler, yetiştirdikleri ilim ve fen adamlarıyla insanlığa ışık saçtılar. Bu, öyle yüksek ve nimetlerini her yere bol bol saçan öyle cömert bir medeniyet oldu ki, bugün Müslümanların elinde olmayan şehirlerde Hıristiyanların ve dinsizlerin yaptıkları olanca tahribata rağmen hala haşmetleriyle ayakta durmaktadırlar.

Ayrıca Müslümanların matematik, astronomi, kimya, tıb, botanik, coğrafya gibi ilim dallarında gösterdikleri maharet ve buluşları Avrupa rönesansının ve bugünkü dünya ilim ve tekniğinin temeli oldu. Müslüman alimlerin göz ameliyatından çiçek aşısına, matematik kaidelerinden astronomi hesaplarına, kan deveranından eczacılığa kadar her sahada ulaştıkları yüksek seviye, İslam medeniyetini süsleyen kıymetli mücevherler gibidir. Edebiyat, mimari, tezhip, hat, çinicilik, hattatlık, oymacılık, kakmacılık sahalarında ortaya konulan mümtaz eserler, bugün de bütün dünyanın hayranlık ve takdirlerini toplamaktadır. (Bkz. İlim)

İslam devletlerinin devlet teşkilatı, idari prensipleri bugün de ilmi tez konuları yapılarak incelenmekte, birçok esaslar alınarak Avrupa ve Amerika devlet idaresi sistemlerinde kullanılmaktadır. İslam devletlerinde toprak en verimli usuller ve en yeni aletlerle işlenmiş, dokumacılık, demir-çelik mamülleri, bakır işlemeleri, kurşun, kalay gibi madenlerden faydalanma zamanlarına göre modern usullerle yürütülmüştür.

Gerçek manasıyla “beldelerin imar edilmesi, insanların manen ve maddeten yükseltilmesi” olan medeniyet, alemşümul bir şekilde denilebilir ki, yalnız İslam medeniyeti ile yaşanmıştır.


2-)Müslümanlık.


3-)Bk. islamlık


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
İslamism.

  • İslamiyet ALLAH YOLUNDA OLMAKTIR
  • İslamiyet konusunda kavram kargaşası yaratılmasına karşı olduğunu yineleyen Valls,"Ben radikal İslamcılık ile Fransa’daki İslamı birbirine karıştırmıyorum.

Sizde içinde İslamiyet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

İslamiyet kelimesi anlamı 342 defa okunmuştur. [250735] İslamiyet kelime anlamı, İslamiyet nedir, İslamiyet ne demek, İslamiyet sözlük anlamı

Paylaş