Kimya Nedir

Kimya Nedir ? Kimya Ne demek ?

1-)Alm. Chemie (f), Fr. Chimie (f), İng. Chemistry. Maddelerin yapılarını ve değişimlerini inceleyen bir ilim dalı. Kimya oldukça genç bir ilim dalı olup 18. yüzyıl sonlarında gelişmeye başlamıştır. Ancak binlerce yıl önce insanlar kimya ilmini kullanmış, maddeleri çeşitli değişikliklere uğratmıştır. Bakır ve kalay, bronz alaşımı şeklinde, altın ve gümüş de muhtelif süslemelerde kullanılmıştır.

Kimya ilminin konuları: Kimya ilmi, saf cisimlerin, yapılarında değişmelere yol açan karşılıklı etkilerini; ısı, ışık ve elektrik etkisi altında uğradığı bileşim değişmelerini ve bu etkilerin bağlandığı kanunları inceler. Ayrıca her maddenin ayırt edici (iç yapı ile ilgili) özelliklerini inceler. Kimya, her maddenin menşei ve meydana geliş yollarıyla da ilgilenir ve içinde bulunacağı çeşitli ortamlara göre ne hale geldiğini araştırır.

Mesela, bir cam balonda kükürt ısıtıldığında kükürt önce erir sonra kaynar ve buharlaşır. Buhar soğutulursa yoğunlaşır ve deneyde kullanılan kükürde eşit miktarda bir cisim meydana gelir. Kütlede bir değişme olmamıştır. Burada erime, buharlaşma ve yoğunlaşma gibi fiziki olaylar meydana gelmiştir. Aynı kükürt, ateşe tutulursa boğucu bir koku olarak yanmağa başlar. Kükürt havadaki oksijenle birleşerek kükürtdioksit (SO2) adını alan yeni bir ürün verir. Bu kükürtdioksit normal sıcaklığa dönüldüğünde bile kükürtünkilere benzemeyen özelliklerini korur. Kütlesi de yakılan kükürdün kütlesinin iki katı kadar olur. İşte “yanma” denilen bu olay kimyevi bir olaydır.

Kimya ilminin gelişmesi: Bir elementin çeşitli işlemlerden sonra altına çevrilebileceği üzerindeki düşünceler kimya ilminin temeli olmuştur. Bu konuda Arapların çalışmaları dikkate değer bir ilerleme kaydetmiştir. Cabir bin Hayyan zamanında kimya ilmi en yüksek seviyesine çıktı. Cabir’e göre maddeler, bir ahenk içinde dengeli olarak duruyorlardı ve birleşmeleri bu ahenk içinde idi. Kimya ilminin daha ileri gitmesi Muhammed Zekeriyya Razi zamanında olmuştu. Bilhassa imbikleme yolu ile birçok ilaç kimyevi olaylarla elde edilmeye başlanmıştır.

Bugünkü anlamda kimyaya 17. yüzyılda geçilmiştir. Maddelerin yapıları üzerinde çalışmalar devam etmiş, maddeleri tanımak için çeşitli indikatörler (ayraçlar) geliştirilmiştir. İngiliz kimyageri Robert Boyle bitki renklerini indikatör olarak kullanarak maddenin asitli veya bazlı olup olmadığını teşhis edebilmiştir. Fransız kimyageri Lavoisier 1789 senesinde bastırdığı Traitè Elèmèntaire de Chimie kitabında analitik yollardan parçalanamayan maddenin en küçük parçasına element ismini verdi. Kitabında 33 element sıralamıştır. Bu kitapta ışık ve ısı da element olarak kabul edilmiştir. Aynı kitapta “maddenin sakımı” kanunundan da bahisle maddenin yoktan var edilemeyeceğini ve var olanın da yok edilemeyeceğini; ancak yapısının değişebileceğini söylemiştir. Halbuki, Lavoisier, her şeyin kimya ile olduğunu, Allahü tealanın da, onun görebildiği bir kimya kanunu içinde kalacağını, bu kanundan başka hadiseler olmadığını sanarak, bu hataya düşmüştür. Lavoisier’in kimya olaylarında, maddenin artmadığını ve azalmadığını görmesi, (İnsanlar hiçbir şey var edemez ve yok edemez) hakikatini meydana çıkarmaktadır. Başka din düşmanları gibi, bu da deneylerinden yanlış netice çıkararak dine saldırdı. Allahü tealanın kainatı yoktan var ettiğine karşı çıktı. Fakat, böylece kendini lekeledi. Çünkü, bugünkü fiziko-kimya bilgisi kimyanın ulaşamadığı atomun derinliklerine girerek Lavoisier’in aldandığını ispat etmiş, Einstein relativite nazariyesi (teorisi) kütlenin korunumu kanununu bile modife etmiştir. Yani değiştirmiştir. Bu suretle anlaşılmıştır ki, madde, Lavoisier’in sandığı gibi dünyanın temeli değildir.

Lavoisier’den sonraki senelerde muhtelif memleketlerde yapılan analitik çalışmalarla uranyum, zirkonyum, tungsten, berilyum, palladyum gibi birçok element bulundu. On dokuzuncu yüzyılda Alman kimyageri Landolt, yaptığı hassas deneylerle “kimyevi değişmeler esnasında maddenin kütlesi belli bir ölçüye kadar yoktan meydana getirilemez ve vardan yok edilemez” fikrini ileri sürdü. Buradaki “belli bir ölçüye kadar” ibaresi esasen Lavoisier’in maddelerin sakımı teorisini daha bir asır geçmeden çürütmüş oluyordu. Landolt deneyi şu şekilde yaptı: Gümüşsülfat (Ag2SO4) ile demirsülfat (FeSO4) eriyiklerini V biçimindeki sızdırmaz bir tüp içine koydu. Tüp bu eriyiklerle beraber çok hassas tartıldı. Tüp ters çevrilip de reaksiyon neticesinde gümüş (Ag) ve ferrosülfat [Fe2(SO4)3] elde edilince tekrar tartıldı. Kimyevi değişme ile 170 gramlık toplam ağırlıktan 1.30x10-4 g eksilme olduğu görüldü. Landolt bu tür deneyleri daha birçok kimyevi maddelerle tekrarlayarak daima ağırlıkta değişme olduğunu gördü.

Elementlerin sayısı arttıkça bunları birer sembolle göstermek lüzumu da hasıl oldu. Kimyacılar da maddeleri bazı sembollerle göstermişlerdi. İlk olarak Dalton sembolleri kullanmaya başladı. Hidrojen O, oksijen o, karbon o nitrojen O şeklinde temsil ediliyordu. Bu sembollerin yazılışı kolay olmadığı için 1814’te Berzelyüz, harfleri sembol olarak kullanmayı tavsiye etti. Buna göre elementin isminin ilk harfi o elementin sembolü olarak kabul edilecekti. Aynı harfle başlayan element isimleri için ikinci harf de ilave edilecekti. Buna göre karbon C, bakır Cu, demir Fe, Flor F, oksijen O, hidrojen H vb. sembollerle ifade edildi. Mesela su molekülü iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomundan meydana geldiği için H2O şeklinde ifade edilmiştir.

Değişik elementlerin kimyevi reaksiyonları esnasında göstermiş oldukları özelliklerin incelenmesi ile atomların yapısı hakkındaki geniş bilgiler toplanmaya başlandı. Deneyler sonunda kimyevi bazı özelliklerin sıraya dizilerek periyodik tablo elde edildi. Periyodik tabloyu ilk olarak 1870 senesinde Alman Lother Meyer ile Rus İvanovich Mendeleyev birbirlerinden habersiz olarak hazırladılar. Atom ağırlıklarının tespiti ve organik kimyanın gelişmesi on dokuzuncu yüzyılda oldu. Kimyevi reaksiyonları izah eden ilk atom teorisi, İngiliz kimyager John Dalton tarafından ileri sürüldü.

Atom teorisine göre elementler atom ismini alan görünmeyen çok küçük parçalardan meydana gelmiş olup, her elementinki aynı kütleye ve özelliklere sahipti. Aynı cins atomlar birleşerek elementleri, değişik cins atomlar birleşerek bileşikleri meydana getiriyordu. 1808 senesinde Fransız kimyager Joseph Louis Gay-Lussac; “Eşit ısı ve basınç şartlarında gazlar birbiri ile reaksiyona girerse belli hacimlerdeki oranları ile birleşirler.” beyanında bulundu.

Mesela hacim olarak iki kısım hidrojen bir kısım oksijenle birleşerek suyu meydana getirir. Gay-Lussac’ın bu kanunu aynı zamanda gazların birim hacimde birim atom sayısı ihtiva ettiğini de söylüyordu. 1811 senesinde ise Avogardro, eşit ısı ve basınç şartlarında birim hacimde muhtelif gazlar hep aynı miktarda molekül sayısı ihtiva etmekle beraber bu muhtelif moleküllerdeki atom sayısının farklı olabileceğini beyan etti.

1800’den önce canlıların yapısını teşkil eden hidrokarbonlar gibi organik maddeler üzerine fazla bilgi olmamasına rağmen bu tarihten sonra organik kimya çok süratli gelişmiştir.

1805 senesinde Alman eczacısı Friedrich Sertürner, afyondan kristal halinde morfini ayırdı. Alkoloit ismi verilen bu tür organik maddeler, bilhassa ilaç sanayiinde kullanılmağa başlandı. 1823’te Fransız kimyageri Michel Engene Chevreul katı yağları alkalilerle sabunlaştırmayı başararak sabun ve gliserol elde etti. Organik maddelerin molekül yapıları incelendiğinde bileşiklerin karbon ve hidrojen ihtiva ettiği anlaşıldı. Organik bileşiklerde oksijene sık, azot, kükürt, fosfor veya halojenlere seyrek rastlanmakta, fakat diğer elementlere hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.

Tabiatta meydana gelen organik kimyevi reaksiyonlar da vardır. Bunlardan biri fotosentez hadisesidir. Fotosentez hadisesini ilk izah eden İsveçli botanik uzmanı Nicolas Thèodore’dır. Thèodore, 1804 senesinde yeşil bitkilerin havanın karbondioksit gazı ve su buharını alarak güneş ışığında fotosentez ile bitkinin dokularını meydana getirdiğini ispat etti. Daha sonra fotosentez üzerine çok çalışmalar oldu. Bitkilerin yetişmesinde topraktan köklere alınan azotun da önemli rolü olduğu anlaşıldı.

Yirminci yüzyıl radyoaktif elementlerin incelendiği bir devredir. Kimyager ve fizikçilerin beraberce incelediği radyoaktif elementlerin radyasyona sahip olduğu görüldü. 1899 senesinde bu radyasyonun hemojen olmadığını ilk olarak Rutherford buldu. Birkaç deneyden sonra radyasyonun, kolayca yutulan alfa şuaları, manyetik sahada yön değiştiren ve delip geçici özellikte olan beta şuaları ile X ışınları ayarında ve çok delici gamma şualarından meydana geldiği anlaşıldı. Beta şuaları eksi yüklü olması sebebi ile elektronlara eşdeğerdir. Radyoaktif elementlerin zamanla değişerek başka bir elemente dönüştüğü yine Rutherford tarafından bulundu. 1913 senesinde Soddy, bir elementin muhtelif ağırlıklı atomlardan meydana gelen başka cinsleri (izotopları) olduğunu ortaya attı.

Radyoaktif şua (ışın) çalışmaları Dalton’un bölünemiyen en küçük parçanın atom olmadığını da bu arada ispatlıyordu. Her elementin elektronları vardır. Rutherford atomu, bir çekirdek ve etrafında yörüngede dönen elektronlardan ibaret kabul etmiştir. Çekirdek çok küçük bir hacim olmakla beraber, atomun tam ağırlığını teşkil eder. 1932 senesinde James Chadwick çekirdeğin birbirine eşit ağırlıkta proton ve nötrondan meydana geldiğini keşfetti.

Atomun yapısı aydınlandıkça kimya ilminde ilerlemeler arttı. Buna paralel olarak kimya tekniği de çok büyük gelişme gösterdi.

Yirminci yüzyılın başlarından itibaren oksijenin metabolizmaya olan etkisi, enzimlerin yapısı, hormonlar ve vitaminler üzerinde uzun çalışmalar yapıldı. Işığın renkli çözeltilerle absorbsiyonu kolorimetrik analiz metodonu getirdi. Spetkroskopy ile yıldızların yapısında bulunan elementler aydınlatılmaya başlandı.

Kütle spektrometresiyle pozitif iyonların farklı kütlelerine göre ayrılmaları tekniği gelişti. Böylece muhtelif elementlerin izotoplarının ayrılmaları sağlanabildi.

Analitik kimyada çok kullanılan ayırma ve analiz yöntemlerinden kromatografi yine bu yüzyılda geliştirildi.

Kimyanın dalları:

Kimya ilmi sınırsız diyebileceğimiz sayıdaki kimyasal bileşiğin tetkikini ve bunlarla ilgili metotları ihtiva eder. Sistemli bir tetkik için birbiriyle ilgili bileşikleri, sistemleri ve metotları gruplayan alt dallar teşkil edilmiştir. Yeni alt dallar geliştirilmekle beraber anorganik kimya, organik kimya, analitik kimya, fizikokimya ve biyokimya esas dallar olarak kabul edilir.

Anorganik Kimya: Organik bileşikler dışındaki bütün bileşiklerin özelliklerini, yapılarını, reaksiyonlarını, kullanışlarını anlatır. Bundan başka metaller, radyoaktif elementler, ticari asit, tuz ve bazlar da anorganik kimyanın konularındandır.

Organik Kimya: Hidrojen, oksijen, azot, kükürt, fosfor, klor gibi elementlerin de bulunabildiği karbon bileşiklerini inceler. Karbon bileşiklerinin sayısı bütün diğer elementlerin oluşturduğu bileşiklerin sayısından mukayese edilmeyecek kadar fazladır. Bundan dolayı karbon bileşiklerinin incelenmesi organik kimya dalını ortaya çıkarmıştır.

Analitik Kimya: Herhangi bir maddenin kimyasal bileşimini, nitelik veya nicelik yönünden, tayin eden konuları ihtiva eder. Bugün kimyevi analizler çok geliştirilmiş cihazlarla büyük hassasiyetlerle yapılabilmektedir.

Fizikokimya: Saf veya karışım halindeki kimyasal maddeleri fizik konuları yardımıyla tetkik eden kimya dalıdır. (Bkz. Fizikokimya)

Biyokimya: Bütün canlıların yapısında yer alan kimyasal maddeleri ve bu maddelerin biyolojik fonksiyonlarını konu alan bilim dalıdır.

Kimya Mühendisliği: Kimyevi maddelerin üretimi ve proseslerin kontrol edilmeleri kimya mühendisliği konularının esasını teşkil eder. Bu sanayilerin dizaynları ve tesis edilmeleri mesleğin en ihtisas gerektiren tarafıdır. Bir kimya mühendisinin bu fonksiyonları yerine getirebilmesi için kimya, fizik ve matematik bilim dallarında iyi yetişmiş olması gerekir. Bir tesisteki işlemlerin son derece karmaşık olması işlem şartlarının değişken olmasından kaynaklanır. Bir kimyasal ürün elde edilirken, üretimde etkili birçok parametre ve şartın kontrolu gerekir. Bunlar zaman, sıcaklık, basınç, denge, katalizörler ve tepkime hızları gibi önemli özelliklerdir. Sayısal bilgisayarların gelişmesi, çok zaman alan tasarım hasaplarının hızlandırılması imkanını getirmiştir. Böylece bir prosesteki optimum şartlar, enerji kaynağı tesis yerleşimi, kapasite gibi parametrelerin en doğru biçimde tayin edilmesi mümkün olabilmektedir.

Kimya sanayii: Kimya ilmi geliştikçe kimyanın endüstrideki sahası da arttı. Nitekim bugün gıda maddelerinden temizlik malzemelerine, giyimden ev eşyasına, atom bombası ve enerjisinden tıbbi tedavilere varan her sahada endüstriyel tesisler ve teknoloji kurulmuş ve kurulmaktadır. Buna paralel olarak kimyacıların istihdam sahası arttı. Mesela 1960’larda sadece Amerika’da 100.000’den fazla kimyacı ve kimya mühendisi değişik sahalarda çalıştırılıyordu.

Dünya kimya sanayiinin cirosu ülkelere göre şu şekilde dağılmıştır: ABD % 38, Rusya % 25, Almanya % 6, İngiltere % 5,75, Fransa ve Japonya % 4,5 ve Kanada % 2. Alman kimya sanayiinin ticaret dengesinde tüketim fazlası ağır basar. Fakat dünya pazarlarında % 15’i bulan ihracatı üretiminin dörtte birini temsil ettiği halde, ABD’nin bu pazarda % 24’ü bulan ihracat üretiminin sadece % 5’ini temsil eder. Almanya’yı İngiltere takip eder. İngiltere özellikle boya ve deterjan imalatında Avrupa’da birinci sırayı tutar. Kanada ise en büyük alüminyum üreticilerindendir. Türkiye’de önceleri sadece sabun ve kibrit sanayii vardı. Sonraları ilaç, boya ve sun’i gübre imalatı başladı. Bunları takiben seramik, plastik maddeler, sun’i elyaf ve birçok kimyevi madde üretim tesisleri kuruldu.


2-)Maddelerin temel yapılarını, birleşimlerini, dönüşümlerini, çözümleme, birleşim ve üretim yöntemlerini inceleyen bilim.


3-)Üstün özellikler taşıyan çok değerli şey
Örnek:Emniyetlerini kazanmak için bu esrar bir kimya gibi gizli kalmalıdır. R. N. Güntekin


4-)Özdeklerin temel yapılarını, bileşimlerini, dönüşümlerini; çözümleme, bireşim ve üretim yöntemlerini inceleyen bilim dalı.


5-)Maddelerin temel yapılarını, bileşimlerini, vb.yi inceleyen bilim.


6-)Mec. Üstün nitelikler taşıyan, çok değerli.


7-)Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.


8-)Yalınç cisimlerin özelliklerini, bu cisimlerin molekülce birbiri üzerindeki etkilerini ve bu etkileşimden ortaya çıkan bileşimleri inceleyen bilim.


9-)Öğrencilere doğayı oluşturan özdeklerin yapısını, bu özdeklerin hangi koşullar altında ve hangi ilkelere göre birleştiğini ve değiştiğini anlatmak;kimyanın bugünkü uygarlığa ve teknik gelişmelere olan katkısını açıklamak;kimya olayları ile canlıların yaşayışı arasındaki sıkı bağları göstermek amacıyle orta dereceli okullarda okutulan ders.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Chemistry.
İngilizcesi İngilizce
Chemical.
İngilizcesi İngilizce
Stinks.
Almancası Almanca
Chemie
Fransızcası Fransızca
Chimie

  • Kongre'nin Ağustos'ta onayladığı yasa, İran'a yaptırımların, İran hükümetine petrol ve petro Kimya ürünlerini geliştirmesi ve nakliyatında yardım eden birey ve şirketleri de içine alacak şekilde genişletilmesini içeriyor.
  • 1985'TE ABD'YE GİTTİ Sıcakkanlı ve sempatik bir lider olarak görülen Şi, Kimya eğitimi gördü.

Sizde içinde Kimya kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Kimya kelimesi anlamı 125 defa okunmuştur. [238677] Kimya kelime anlamı, Kimya nedir, Kimya ne demek, Kimya sözlük anlamı

Paylaş