Müsteşrik Nedir

Müsteşrik Nedir ? Müsteşrik Ne demek ?

1-)Alm. Orientalist, Fr. Orientaliste, İng. Orientalist. Doğulu milletlerin (İslam aleminin) tarihi, kültürü, örfü, adetleri, din ve medeniyetleri üzerinde çeşitli maksatlarla araştırma yapan batılı Müslüman olmayan bilim adamı. Şarkıyatçı veya Oryantalist diye de bilinirler.

Müsteşrikliğin tarihçesi: İslam ilimleri ile ilgilenen ilk batılının kim olduğu ve bu konudaki çalışmaların ne zaman başladığı tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber bazı batılı rahiplerin, o zamanın ilim merkezi olan Endülüs’e geldikleri, Emevilerin kurdukları İslam üniversitelerinde okuyarak, Kur’an-ı kerim ve Arapça eserleri kendi dillerine çevirdikleri, felsefe tıp ve matematik başta olmak üzere, bütün ilimlerde Müslüman alimlere talebelik yaptıkları tarihi bir gerçektir.

Bunların başta geleni, Endülüs üniversitelerinde öğrenim yaptıktan sonra memleketine dönen, daha sonra, Roma kilisesine papaz seçilen Fransız rahip Jerbert’tir.

Endülüs’te tahsil gören bu ve bunun gibi rahipler, memleketlerine dönünce, İslam kültür ve alimlerinin eserlerini okumaya ve bu eserleri kendi dillerine çevirerek neşretmeye başladılar. Daha sonra Avrupa’da Padoui Medresesi gibi, Arapça öğrenim yapan okullar kuruldu. Birçok İslam eseri Latinceye çevrilerek, tam altı asır kadar bir zaman, bu eserler batı üniversitelerinde okutuldu.

Zamanımızdan bin yıl öncesinde yaşamış ve bugün geçerli olan birçok kanun ve teoriyi ilim dünyasına mal etmiş olan Müslüman ilim adamlarından El-Biruni’nin astronomi, fizik, kimya, matematik, mekanik, tıp ve coğrafya konularında yazdığı eserler bütün dünya üniversitelerinde okutulmuş ve bugünkü ilmin gelişmesine yol açmıştır. El-Biruni, çeşitli konularda 196 eser yazmıştır. Onun yazdığı eserlerde sahip olduğu bilgileri, Avrupa ve Hıristiyan alemi ancak sekiz asır sonra tam olarak anlamış ve bu bilgileri genişletmişlerdir.

İslam üniversitelerinde yapılan tahsilin dışında, Haçlı Seferleri de Hıristiyanlara Müslümanları tanıttı. Müslümanların ilimde ve savaşta üstün başarıları, Avrupalı tarihçilere tesir etti. Bunlar İslamiyet hakkında araştırma yapıp yazılar yazmaya başladılar. Böylece batıya aktarılan İslam ilimleri, Avrupa’da hürriyeti ve rönesansı hazırladı.

Müsteşrikliğin sebepleri: Müsteşriklik, önceleri İslami ilimleri ve İslam medeniyetini incelemekle başlamış, batı sömürgeciliğinin doğuda genişlemesinden sonra, dini, siyasi ve ekonomik sebeplerle doğunun bütün dinlerini, adetlerini, medeniyetlerini, coğrafyasını, geleneklerini ve dillerini araştırma şeklinde genişletilmiştir. Sebepler şöyle sıralanabilir:

1. Dini sebepler: Batılıları müsteşrikliğe sevkeden başlıca sebebin din olduğu aşikardır. Müsteşriklik, rahiplerle başlamış ve zamanımıza kadar böyle devam etmiştir. Bunların gayesi İslam dini hakkında şüpheler toplayarak, hakikatleri değiştirerek, rahiplerin tesirleri altında kalan milletlere, İslamiyeti üzerinde durmaya değmez bir dinmiş gibi göstermeğe çalışmaktır. Rahipler bir din adamı olarak, ilmi araştırmalarında misyonerliğin hedeflerini de unutmamışlardır. İslamı batı kültürü almış Müslümanlara kötü göstererek onların itikatlarını zaafa uğratmak, İslami değerleri, İslam medeniyetini ve İslamiyetle ilgili ilim ve edebiyatı küçük düşürmek istemektedirler.

2. Sömürgecilik: Batılılar, görünüşte dini, fakat aslında sömürgecilik savaşı olan Haçlı Savaşlarının yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen, İslam memleketlerini işgal etmekten ümitlerini kesmemişler, bu memleketlerin kuvvet noktalarını bilip, zayıflatmak, zaaf noktalarını öğrenip istifade etmek için itikat, ibadet, örf, adet, tabii servetler ve diğer bütün hususları araştırmaya koyulmuşlardır. Askeri istila ve siyasi hakimiyeti elde ettikten sonra da ruhi ve manevi mukavemeti zayıflatmak, manevi değerlerde şüpheye düşürmek yoluyla korkaklık ve kararsızlık meydana getirmek, böylece ahlaki ölçüleri ve ideolojiyi batıda arayarak kendilerinin kucağına düşen ve onlara adeta kölelik eden nesiller yetiştirmek için, şarkiyat sahasında (müşteşriklikte) çalışmalarını derinleştirmişlerdir. Hıristiyan alemi, Haçlı Savaşlarının askeri ve siyasi yönden hezimetle neticelenmesinden bu yana diğer yollardan da İslamiyetten ve Müslümanlardan intikamlarını almaktan bir an vazgeçmemişlerdir. Bunların ilk işleri İslamı inceleyerek, İslam memleketlerinde askeri kuvvetlerle oraları işgal etme yolunu kolaylaştırmak olmuştur.

İslam aleminin siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel yönden zayıflaması üzerine batılılar, İslam ülkelerini teker teker işgal etmeye başladılar. Birçok ülkeyi işgal ettikten sonra, İslam milletine karşı sömürgecilik siyasetlerinin meşru bir yol olduğunu göstermek maksadıyla İslamiyet hakkında batılıların araştırmaları gelişmeye ve yoğunlaşmaya başladı. Bunlar 19. asırda İslamiyetin fikri mirasını, dini, tarihi ve medeni yönlerden incelemiş bulunuyorlardı. Fakat gözlerinin önüne çekilen şu iki perde sebebiyle aslı görmekte başarılı olamamışlardır:

1. Avrupa siyasetçilerinde ve askeri komutanlarındaki dini taassup: Birinci Dünya Savaşında müttefiklerin ordusu Kudüs’e girerken Lord Allenby; “İşte Haçlı savaşları şimdi sona erdi.” demiştir. Hatta Almanya müttefikimiz olduğu halde bayram yapmıştır.

Hiçbir dine inanmayan, bu sebeple de İslamiyeti incelerken tarafsız ve ilmi görünen on dokuzuncu asrın ileri sosyologlarından biri olan Gustaf Le Bone, Avrupa sömürgeciliğinin sembolü olan şu sözleri söylemekten kendini alamamaktadır: “Şark meselesi, Avrupa için her zaman fitne kaynağıdır. Meselenin kökü, gizli veya açık olarak Akdeniz’in anahtarı olan İstanbul’un ele geçirilmesine dayanıyor.” Tarafsız görünen bir müsteşrikin bile böyle fikirlere sahip olması diğer müsteşriklerin nasıl bir zihin ve ruh yapısına sahip oldukları hakkında son derece düşündürücüdür.

2. Bütün tarihi medeniyetlerin esasının batı tarihi olduğuna inanmaları: Asli tarihin, salim ve selim mantığın ancak batılılarda olduğuna inanmışlardır. Diğer milletlerse (onlarca bilhassa Müslümanlar) Gibb’in İslamın Yönü adlı kitabında dediği gibi“zerre akıllılardır”.

Batılılar sömürgecilk planlarını rahatlıkla uygulamak için, Müslümanları kültürlerine karşı şüpheye düşürmek için, İslam medeniyetinin Roma medeniyetinden çalınma bir medeniyet olduğunu, Müslümanların ve Arapların ancak, Roma kültür ve felsefesini nakleden birer millet olduklarını öne sürüyorlar ve İslam medeniyetini zikrederken birçok uydurma noksanlıkları ileri sürüp, Müslümanların kültür ve medeniyetlerine olan güvenini zayıflatmak, ellerindeki akide ve yüksek değerlere şüphe getirerek kendi kültürlerini müstemlekelerde yaymak ve mahkum milletleri devamlı kölelik içinde yaşatmak için çalışmaktadırlar.

Yirminci yüzyılda bu konu bütün müesseselerde işlendiği gibi, iktisadi ambargolarla da yürütülmek istenmektedir. Hıristiyan taassubu, İslam ülkelerinde elektronik ve ağır sanayinin kurulmasını asla istemeyip, şayet böyle bir hamle ve muvaffakiyet seziliyorsa en kısa yollardan harpler çıkarmakla, elde edilen neticeleri ortadan kaldırmak gibi siyasi cinayetlere başvurmaktadır.

3. Ticari sebepler: Müsteşrikliğin gelişmesinde önemli derecede rol oynayan sebeplerden biri de batılıların Müslüman devletlerle ticari anlaşmalar yapıp, kendi mallarını en yüksek fiyatla satmak, hammaddeleri en ucuz fiyatla almak ve İslam aleminin her köşesinde mevcut olan yerli sanayii ortadan kaldırmak istemeleridir.

4. Siyasi sebepler: Birçok İslam memleketi istiklalini elde ettikten sonra şarkiyatçılığın (müsteşrikliğin) yeni bir sebebi ortaya çıkmıştır. Bu da sefaretleri ve çeşitli basın ve yeraltı teşkilatlarınca kendi siyasetlerini Müslüman memleketlere ve onların hükumetlerine benimsetmektir. İslam memleketlerindeki yöneticilerin fikrini tamamen anladıklarından birçok hallerde, nasihat ve yardım bahanesiyle aralarında ayrılık çıkararak, batı sefaretleri bu kardeş devletleri birbirine düşman edip, İslam milletleriyle hükumetlerinin el ele vererek yabancıların nüfuzunu memleketlerinden söküp atmalarını önlemektedirler.

5. İlmi sebepler: Hazret-i Îsa’nın doğumundan sonra bininci yıla girileceği sırada papalık tahtına çıkan Aurillaclı Gerbers (Papa İkinci Silvester): “Roma’da bekçilik yapabilmeğe bile yeterli derecede bilgi sahibi bir kimse bulunmadığı herkesçe bilinmektedir. Bizzat hiçbir şey öğrenmemiş olan kimse, hangi yüzle öğretmeğe cesaret edebilir?” diyerek, bu geri durumdan inlercesine şikayette bulunmaktadır. Halbuki yine bu asır içinde, İslam dünyasında Ebü’l-Kasım, asırlar boyunca cerrahinin muteber standart bir kitabını teşkil eden değerli eserini yazmıştır. İslam aleminin alemşümul fikirli büyük bilgini El-Biruni, dünyanın güneş etrafındaki dönüşünü müzakere ve münakaşa mevkiine kor. İbn-ül-Heysem, görme kanunlarını keşfeder, küresel, üstüvaneli ve mahruti aynalar, adese ve karanlık odalarda fizik tecrübeleri yapar. Bu asırda İslam dünyası, kendi altın devrinin en yüksek noktasına hızla yükselmektedir.

“Batı ise, endişe ve korku içinde, dünyanın sonu geldiğine inanmaktadır... İslam alemi bu hakim mevkiini itirazsız tam sekiz asır boyunca elinde tuttu.”

Yukarıdaki satırların yazarı Sigrid Hunke bir Alman müsteşrikidir. Asrımızda bu ve buna benzer bazı insaf ehline rastlanabilmektedir.

Avrupalılar on yedinci yüzyıla kadar devamlı olarak İslam kültüründen faydalanarak onu kendilerine adapte etmeye çalıştılar. Tıp, kimya, fizik, coğrafya, tarih yazıcılığı, astronomi, matematik (cebir, geometri, trigonometri), eczacılık, ileri ziraat gibi daha birçok ilmi konularda İslam aleminden büyük ölçüde faydalandılar. Mesela Sigrid Hunke eserinde, İbn-i Sina’nın yedi yüz altmış kadar ilaç terkibinin günümüzde halen geçerli olduğunu belirtmektedir.

İslam aleminin sömürge haline gelişinin başlangıcı olan on sekizinci asrın başlarında, batının birkaç alimi şarkiyatçılıkta ilerlemeler kaydediyor, bunlar, İslam memleketlerindeki Arapça yazma eserleri kıymet bilmiyen sahiplerinden ucuz fiyatlarla satın almak veya karışıklık içinde bulunan umumi kütüphanelerden çalmak suretiyle memleketlerinin kütüphanelerine götürüyorlardı. Kısa zamanda nadir Arapça yazma kitaplar, Avrupa kütüphanelerine nakledildi. On dokuzuncu asrın başlarında Avrupa kütüphanelerinde 250 bine yakın Arapça eser toplandı. Bunların sayıları hergeçen gün artmaktadır. Şurası muhakkaktır ki batıdan tek bir eser alınmamış, fakat Hıristiyan dünyası her geçen gün eserlerimizi çalarak batıya kaçırmıştır.

Böyle olduğu halde İslam ilminin tamamı inkara kalkışıldı. Bu o kadar ileri bir safhaya getirildi ki, kompleks olarak Müslüman nesillerin gönüllerine yerleştirildi.

Müsteşriklerin çalışma metodları: Müsteşrikler, görüşlerini her tarafa yaymak için başvurmadık yol bırakmamışlardır. Bunlardan önemli olanları:

1. İslamiyetin çeşitli mevzularında incelemeler yapmak ve bunları anlatan kitaplar yazmak. Bu kitapların çoğunda, tarihi vak’aları, neticeleri, vesikaları naklederken kasıtlı tahrifler (değiştirme) yapmaktadırlar. Bu konuda en ileri giden ve bu sebeple en azılı müsteşrik olarak kendini tanıtan Yahudi müsteşrik Goldzıher gösterilebilir.

2. İslamiyete, İslam memleketlerine ve İslam milletlerine dair yazılar ihtiva eden mecmualar yayınlamak.

3. İslam alemine misyonerler göndererek, oralarda görünüşte insani hizmetler yapmak için hastaneler, cemiyetler, okullar, yetimhaneler, Hıristiyan gençlik cemiyetleri misafirhaneleri gibi yerler kurmak.

4. Üniversite ve ilmi cemiyetlerde konferanslar vermek. Bu müsteşriklerden İslamiyetin en azılı düşmanı olanlarının Kahire, Şam, Bağdat, Rabat, Karaçi, Lahor ve diğer memleketlerdeki üniversitelere davet edilerek buralarda konferans vermeleri çeşitli yollarla sağlanmaktadır.

5. Yerli basında makaleler neşretmek. Şarkiyatçılar (müsteşrikler) İslam memleketlerinde ödedikleri büyük ücretlerle gazetelerde makalelerini neşrettirmektedirler.

6. Şarkiyat kongreleri ve konferanslar düzenlemek. Bu kongreler 1873 tarihinden itibaren düzenli bir şekilde yapılmaktadır.

7. İslam ansiklopedisi hazırlamak. Bu eserin ilk baskısı bitirilmiş bulunmaktadır. Ansiklopedi yeniden İngilizce, Almanca, Fransızca olmak üzere üç ayrı lisanda neşredilmekte ve İslamiyetin en büyük düşmanları biraraya gelerek, İslamiyeti batıl fikirlerle dolu bir din gibi anlatmaktadırlar. Ansiklopedinin, İslam ülkelerinde de kültürlü Müslümanların başucu eseri olması için çalışmaktadırlar. Böylece zararı en yüksek mertebeye çıkarmak istemektedirler. Eser, Arapçaya ve bazı Müslüman dillerine de çevrilmiştir.

Müsteşriklerin hedefleri: Akli bir program olarak şarkiyat (müsteşriklik), kendisine planını çizen misyonerlik ile onu besleyen sömürgeciliğin ortak meyvesidir. O, mazideki hedefi uğruna hala çalışmakta devam etmektedir. Açıkça belli olan bu hedef, İslam akaidinin (Ehl-i sünnet yolunun) temelini kökünden bozmak, bu akaide karşı olan düşünce ve anlayışı desteklemektir. İslam akaidini yıkmak için müsteşriklikten kuvvet alan ve onun esaslarını yayan bir fikri şebeke yüzyıllardır çalışmaktadır. Bu fikri şebeke, Müslümanların devam ettikleri ve önem verdikleri yüksek değerleri inkar eden, konuları sözde İslami olarak izah etmek, müsteşriklerin yeni bir çalışma tarzıdır. Müsteşrikler, böylece Müslüman milletlerde fikri bir şaşkınlık, ruhi bir boşluk ve daimi bir bocalama meydana getirmek istemektedirler.

İçtimai ilimler sahasında yapılan araştırmalar içinde, İslamiyetle ilgili batıdaki tetkikler kadar kin, garaz ve kasıtla dolu olanı yoktur. On dokuz ve yirminci asra gelince, müsteşrikler, İslam tarihi, medeniyeti ve akaidinin temelleri hakkındaki araştırmalarını ihtiva eden pekçok kitap ve makale neşrettiler. Bu kitap ve makale sahiplerinin herbiri, yaptıkları çalışmalarında, mücerred ilmi araştırma ruhuna dayanarak, dini taassup ve onun meylettirdiği hissi düşünce ve taraftarlıktan uzak olduklarını iddia etmektedirler. Fakat bu araştırmalar iddianın yanlışlığını ve İslam hakkında ortaya atılan bozuk ve kasıtlı tasavvurun, eserlerinin hepsinde hala devam etmekte olduğunu tesbit etmeye yetmektedir.

Avrupalı müsteşriklerin ifrat ve garaz üzere olduklarını bildiren yine Avrupalı olan Gustav Diereks’ten öğreniyoruz. O; “Müslümanlar hakkında insaf ve hakkaniyet dairesinde hareket etmek ve faaliyetini takdir etmek için bu kadar uzun bir zaman geçmesinin sebebi ne olabilir? Bu sualin cevabını Hıristiyanların daha eskiden başlayarak hasımlarına karşı besledikleri, sönmek bilmez düşmanlıkta aramak icab eder.” demektedir.

Müsteşriklerin bugün için en büyük hasmı İslamiyettir. Bu bakımdan müsteşriklerin ana hedefi İslamiyeti yıkmak için çalışmaktır. Bu sebeple: Başlıca hedefleri şunlardır.

1. İslamiyeti temelinden sarsmak;

2. Peygamber (efendimiz Muhammed aleyhisselam) hakkında çeşitli iftiralar atmak;

3. Vahy hakkında şüpheler doğurmak;

4. Kur’an-ı kerim hakkında şüpheler doğurmak;

5. Fıkıh ve mezhep meselelerini karıştırmak;

6. Îtikat ve ibadet meselelerini karıştırmak, Müslümanların itikadını bozmak;

7. Müslümanları boş laflarla sun’i övgülere boğarak, esas meselelerden uzaklaştırmak;

8. İslam alimlerini kötülemek, onları aşağılamak;

9. Dinini bilmeyen din adamı yetiştirmek;

10. Müslümanlar arasında çeşitli fikirler yayarak onları birbirine düşman etmek ve İslamiyetin kardeşlik müessesesini yıkmak;

11. Din adamı olarak tanınanlardan bazılarını elde ederek, arzularına göre yazı yazdırarak, Müslümanlara tesir etmek. Reform gayesiyle İslamiyeti, bünyesindeki tabii aksiyonundan uzaklaştırmak ve uyuşukluğa sevketmek; ele aldıkları ve üzerinde ciddiyetle durdukları meselelerdir.


2-)MÜSTEŞRİK



Şark yani doğu ilimleri ile ilgilenen kimseye verilen ad. Bu arada İslami konularda araştırma yapan Batılı ilim adamlarına da müsteşrik denilmektedir. Bu insanların gerek Doğuda ve gerekse Batıda önemli ağırlıkları vardır. Bu insanlar, Doğu dil ve medeniyetlerini bilmeleri dolayısiyle özellikle Batı düşünce ve ideolojisine mensup lider kadroların özel bir ilgi ve saygısına muhatap olmuşlardır.

Müsteşriklerin tarihi, miladın 16. yüzyılına kadar ulaşır. Müsteşriklik fikrini doğuran amiller dini, siyasi ve iktisadidir. Dini amilin anlaşılması gayet kolaydır. Bunların maksadı hristiyanlığı yaymak ve bu daveti tebliğ etmektir. Bunun için İslam'ın eksik ve yanlış olduğunu anlatarak hristiyanlığın müslümanlıktan üstün ve değerli olduğunu göstermeye çalışacaklardır. Böylece kültürlü ve aydın kitleler arasında hristiyanlığı teşvik edeceklerdir. Bunun için görüyoruz ki, çoğunlukla müsteşriklerle misyonerler ortak faaliyet yapmaktadırlar. Müsteşriklerin (oryantalist) çoğunluğu papazlarla büyük bir kısmı Yahudi din adamlarıdır.

Müsteşriklik hareketinin genel anlamda siyasi etkenine gelince... Bunlar genellikle Batı devletlerinin Doğu memleketlerindeki ajanlarıdır. Görevleri ilmi güçleriyle Batının egemenliğini sürdürmek, bunun için de Şark memleketlerinin alışkanlıkları ve gelenekleri üzerine tafsilatlı bilgiler edinmek, onların hayat ve çalışma tarzlarını öğrenmek, dil ve edebiyatlarını belleyerek psikolojik yapılarını ortaya koymaktır. Bunlardan aldığı bilgilerle batılılar, doğu ülkelerindeki nüfuz ve egemenliklerini sürdürmenin yollarını öğrenmektedirler.

Ayrıca müsteşrikler batı devletleri için problem çıkaracak ve engel olabilecek düşünce ve fikir hareketlerini kamçılayıcı veya dindirici rol oynamaktadırlar. Öyle bir ortam meydana getirmeye çalışmaktadırlar ki, kimse onlara dokunamamakta, kendi görüş ve medeniyetleri çevresinde bir nevi saygı ve kutsiyet meydana getirmektedirler. Onların yaptığı her şey mutlaka uyulması ve taklit edilmesi gereken ve memleketin gelişip kalkınması için tutulacak biricik yol olduğu izlenimini vermektedirler. Böylece Batı medeniyetinin ve düşüncesinin kafalardaki egemenliğini devam ettirmeyi hedef almaktadırlar.

Müsteşrikler Kur'an, Sünnet, Peygamber'in hayatı, Fıkıh ve Kelamın her konusunda araştırma yaptıkları gibi; Sahabenin, Tabiinin, Müctehid imamların, Fakihlerin, Hadisçilerin, hadis ravilerinin, Cerh ve Tadil sanatının, rivayet sahiplerinin hepsine temas eden çalışmalar yapmışlar, Sünnetin delil olup olmayacağı, tedvin şekli ve İslam hukukunun kaynağı konularını araştırmışlardır. Bütün bu araştırmalarını şüphe davet edici bir üslup ile yapmışlardır. Yaptıkları tek şey bu konularda derin görüşleri olmayan zeki bir kişinin İslam konusundaki görüş ve inancında büyük sarsıntılar meydana getirmektir (Ebu'l-Hasan en-Nedvi, İslam Ülkelerinde İdeolojik Savaş, İstanbul 1976, s. 226).

Oryantalizmin üzerinde geliştiği temeli ilk kez hristiyan misyonerler atmıştı. Bu ilgi özellikle 19. yüzyılın ilk yarısıyla 20. yüzyılın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu dönemlerde, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, Hollandalı, İspanyalı ve Amerikalı misyonerlerin hepsi çalışmalar yaptı. S.Svemer, H. Lammens, D.B.Mac Donald, M.A.Palacious, C.De Faucault, M. Watt, K. Cragg gibi isimler çalışmalarını yayınladı. İslam konusundaki şüpheler ortaya serildi ve onu ikinci sıradan bir konuma düşürme çabaları başladı.

D.Mac Donald Müslüman toplumlarının Avrupa medeniyetiyle karşılaştıkları zaman İslam inancının çöküntüye uğrayacağına inanıyordu. "Muhammed efsanesi" çöktüğünde yani "onun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde" "bütün inanç çökecekti". "Bu insanların, hristiyan okulları ve rahipleri tarafından kurtarılması, kazanılması gerekiyor" diyordu. Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekleştirilebileceği şekil, "Muhammedizm'e cepheden saldırma değil"di. "Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temelini aşındırmasını beklemek yeterliydi".

Montgomery Watt vb. kimseler ise "Muhammed'in İslam'ı çok eski bir din gibi şekillendirmeye çalıştığına" inanıyordu. Eski din, musevilikti. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs'tü. Watt daha ileri giderek, Musevilerin Muhammed'le ilişkilerinin olduğunu, İslam'ın "Bir musevilik mezhebi olabileceğini" ileri sürdü. Gerçekten de misyoner oryantalistlerin bir tek amacı vardı. O da "Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur'an'ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmekti". Bir başka deyişle İslam konusundaki çabaları, onu anlamak için değil, gözden düşürebilmek içindi.

Misyoner çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yüzyıl sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler müslüman ve gayrı müslim topraklarda ticari şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan'ın büyük bir bölümü Moğol; Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasi boyutlar kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve karın devamlılığı için siyasi kontrolü gerekli kılıyordu.

Avrupalıların bu ülkelerdeki ekonomik ve siyasi çıkarları gelişirken, bir taraftan da buraların kültür, dil ve dinleri hususunda ilgileri artmaya başladı. Gezginlerin ve ilim adamlarının yazdığı yazılar her yana yayıldı. Onlara göre Doğu egzotik ve sır dolu bir diyardı. Abraham Hgacinthe, Anguetil Duperron ve Sir William Jones gibi ilim adamları İran Zerdüştlüğünün Avestalarını, Hinduizmin Upanişadlarını Batı dillerine çevirmişler ve 1784'de Bengal Asyatik Derneğini kurmuşlardı. Bilimsel Oryantalizm denen dönemin ise Silvestre de Sacy'in 1795'te Paris'te "Oryantal dilleri Ekolü"nü kurması ile başladığı düşünülür. Napolyon'un Mısır'ı fethi sırasında pek çok ilim adamını yanında götürdüğü ve Mısır üzerine yirmi üç ciltlik bir kitap yazdırdığı bilgisi hiç de şaşırtıcı değil. Böylelikle Mısıroloji denen bir disiplin kurulmuş olmaktadır.

"Bölgeyi içinde yüzdüğü barbarlıktan kurtarmak ve muhteşem mazisine döndürmek, Doğuya Batı hakkında bilgiler vermek" planları yapılıyordu.

"Doğunun siyasi olarak baş eğdirilişi sırasında kazanılan muhteşem bilgiler askeri amaçlara hizmet edecek, Doğu, formülleştirilecek, şekil verilecek, kimlik ve tanım kazandırılacak, hatıralardaki yerine oturtulacak, imparatorluk için önemi belirlenecek ve Avrupa'ya bağlı rolü irdelenmiş olacaktı." Bu tür meraklar ve çıkarlar, bir sürü çeviriler, sözlükler, seyahat kılavuzlarının yayınlanmasını sağladı. Hepsinin amacı Doğunun daha kolay anlaşılabilir hale gelmesini sağlamaktı. Ama 19. yüzyıl ile beraber bu düzensiz ve bağımsız çalışmalar, döneme hakim olan bilimsel bilincin gelişmesiyle daha bir sistemli hale geldi. Doğu çalışmalarına nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda, Doğubilimciler arasında yavaş yavaş bir uzlaşma belirginleşmeye başlamıştı (Asaf Hüseyin, Oryantalizmin İdeolojisi, Oryantalistler ve İslamiyatçılar, Çev. Bedirhon Muhib, İstanbul 1989, s. 19).

Kısaca müsteşrikler, kendi din ve kültürlerini Doğu toplumlarında hakim kılmak; İslam'ı uluslar arası planda küçük düşürmek gayretinde olan ve çoğu Yahudi ve Hristiyan din adamlarından ibaret bir kesimdir. Fakat bu arada, insaf sahibi olup da Doğunun ve özellikle İslam'ın güzellik ve üstün yönlerini görüp, bunları eserlerinde yansıtma durumunda kalanlar da -az da olsa- görülmüştür.

Sami ŞENER


3-)Meşhur İngiliz müsteşriki George Sale, Kur'an-ı kerimi İngilizce'ye tercüme ettiği eserinin önsözünde diyor ki: "Hicretten evvel, Medine-i münevverede müslüman olmayan hiçbir ev kalmamıştı. Yani Medine'de her eve İslamiyet girmişti. Eğer bir kimse; "İslamiyet diğer memleketlere ancak kılıç kuvveti ile yayıldı diye bir iddiada bulunursa; bu kuru bir suçlama ve cehalettir. Çünkü İslamiyet'i kabul eden ve kılıcın ismini bile işitmeyen pekçok memleket vardır. Bunlar kalblere te'sir eden Kur'an-ı kerimi işitmekle müslüman olmuşlardır. (Harputlu İshak Efendi)


4-)Doğu bilimci, Şarkiyatçı, oryantalist.


5-)Bk. doğubilimci


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Müsteşrik kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Müsteşrik kelimesi anlamı 75 defa okunmuştur. [239352] Müsteşrik kelime anlamı, Müsteşrik nedir, Müsteşrik ne demek, Müsteşrik sözlük anlamı

Paylaş