Saadet Nedir

Saadet Nedir ? Saadet Ne demek ?

1-)Alm. Glück, Wohlergehen (n), Fr. Bonheur (n), Prospérité (n), İng. Happiness, prosperity. Mesut olmak, bahtiyarlık, mutluluk, gönül rahatı ve kalp huzuru. Allahü tealanın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak. Saadet, insanın devamlı olan huzur ve sevinç halidir. İnsanın saadeti kalp huzuruna, gönül rahatlığına bağlıdır. Bu rahatlığa, mutlaka para, mevki, rütbe, şan ve şöhretle kavuşulamaz. Nice mal, mevki sahiplerinin huzura eremedikleri, saadete kavuşamadıkları herkes tarafından bilinmektedir. Halbuki malı, parası az olduğu, makam, şan ve şöhret sahibi olmadıkları halde huzur içinde yaşayanlar çoktur. Saadet lügatta “mutluluk, bahtiyarlık, mesut olmak” manalarındadır.

Saadet, gerek günlük konuşma lisanımızda ve edebiyatımızda, gerekse insanların fert ve sosyal hayatını konu edinen ilimlerin hepsinde en çok kullanılan bir kelimedir. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, hukuk, iktisat, siyaset vs. ilimlerin başında gelir. Mesut bir hayat sürmek, sonsuz bir saadete kavuşmak bütün insanların arzusudur. İnsanı konu alan bütün dinler, ilimler, ideolojiler, hep insanların saadete, mutluluğa kavuşma yollarını göstermeye çalışmışlardır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar, insanlara saadet vadeden birçok fikirler ve inançlar ortaya konmuştur. Bunların içinde ve en başında, insanı yaratan, onun bütün ihtiyaçlarını en iyi bilen Allahü tealanın peygamberler vasıtası ile gönderdiği ilahi dinler gelmektedir. Zaten dinin genel anlamdaki tarifi de, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teala tarafından gösterilen yol demektir. Bunun yanında din ismi altında insanların kendilerinin uydurduğu bir takım eğri, bozuk yollar da ortaya çıkmıştır. Ayrıca insan topluluklarını çeşitli yönlere sevk edebilecek kudreti ve kabiliyeti kendinde gören felsefecilerin, siyasetçilerin veya menfaat gruplarının ortaya koyduğu birçok felsefi veya siyasi cereyan da, insanlara saadet, mutluluk yollarını tarif etmeye çalışmıştır. Bütün tabipler tıp ilminde ortaya çıkardıkları teşhis ve tedavileri, insanların saadeti için kullanmışlardır. Günümüzde de durum aynıdır.

Saadet, kolay ele geçen ve hemen kavuşulabilen bir hal değildir. İnsanların asırlar boyunca süren fert ve toplum halindeki mücadeleleri, hep saadeti ele geçirmek, mutlu bir hayat yaşamak için olmuştur. İnsanın bir anlık düşüncesiyle istikbale yönelik fikirleri ve çalışmaları hep mesut ve bahtiyar olmayı istemek, devamlı olan bir huzuru, saadeti temin etmek şeklindedir. İnsan kavuştuğu saadetin, mutluluğun hiç bitmemesini ister.

Bir insanın anasından-babasından, kardeşlerinden, arkadaşlarından ve en yakın dostlarından beklediği şeylerin başında, saadete kavuşmasında kendisine yardımcı olmaları gelmektedir. Hakiki dost, insanın felaketine değil, saadetine sebep ve yardımcı olandır. Çünkü dost, dostun zararını istemez. İnsanın hakiki dostları, kara günde belli olur.

En iyi bir makinanın, bir aletin düzenli ve verimli çalışması için, onu yapan tarafından bir tarifnamesi de yazılması şarttır. İnsanı yaratan, onun bedeni ve ruhi ihtiyaçlarını en iyi bilen Allahü tealadır. İnsanın rahat ve huzurunu temin edecek, onu hem dünyada ve hem de ahirette sonsuz saadete kavuşturacak inanışları bizzat kendisi açıklamıştır. Saadetin anahtarını göstermiş ve bir bilen vasıtası ile insanlara tebliğ etmiştir. Bu tariflerin neler olduğunu ve nasıl kullanılacağını dinler ve peygamberler göndererek ortaya koymuştur.

Allahü teala, bütün insanlara çok acıdığı ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için her insanın, her ailenin, her cemiyetin ve milletin her zamanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lazım geleceğini, dünyada ve ahirette rahat etmeleri ve sonsuz saadete kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lazım geldiğini, son ilahi kitap olan Kur’an-ı kerimde bildirdi. İnsanın saadetine sebep olan bu bilgileri, hakiki İslam alimleri, Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O’nun Eshabından öğrendiler ve binlerce kitap yazarak, herkesin anlayacağı şekilde açıkladılar, dünyanın her yerine yaydılar. İnsanların rahata, huzura, saadete kavuşması, bu ilahi emirlere sarılmasına bağlandı. İnsanlığa, ebedi saadet yollarını açıklayan, son Peygamber Muhammed aleyhisselamdır. Allahü teala, bütün insanların, dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkça sonsuz saadete kavuşamayacaklarını bildirdi.

Peygamberimiz ve bugüne kadar gelen hakiki din alimleri, insanın hem dünyada ve hem de ahirette, nasıl saadete kavuşabileceğini şöyle açıklamaktadırlar:

1. İnsanların, dünyada ve ahirette, rahat ve mesut olmalarını sağlayan usul ve kaideler, Allahü tealanın Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgiliPeygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği son din olan İslamiyette toplanmıştır. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. En güzel ahlak kurallarınıO bildirmekte, dünya ve ahiret saadetini O temin etmektedir. Her iyilik O’ndadır. İslamiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. Dışında da hiçbir menfaat yoktur. Başka dinler böyle değildir, bozulmuştur. Allahü teala, Âl-i İmran suresi 85. ayetinde mealen:

“Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teala sevmez ve kabul etmez. Din-i İslama arka çeviren ahirette ziyan edecek. Cehenneme girecektir.” buyuruyor. Ayrıca, Allahü teala, Nisa suresi 14. ayetinde de mealen:

“Allahü tealanın ve Peygamberi Muhammed (aleyhisselam)in emirlerine aldırış etmeyenler, beğenmeyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kafi değildir diyenler, kıyamette Cehennem ateşinden kurtulamayacaklardır. Bunlara, Cehennemde, çok acı azap vardır.” buyurdu.

2. İnsanların sonsuz saadete kavuşabilmeleri, Müslüman olmalarına bağlıdır. Müslüman olmak için hiçbir formaliteye, müftüye, imama gitmeye lüzum yoktur. Kalple iman etmekle ve İslamiyetin emir ve yasaklarını öğrenmekle ve yapmakla olur. Îman etmek için “Kelime-i şehadet” söylemek ve bunun manasını bilmek lazımdır.

3. Îman, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı üzere olmalıdır. Yani Peygamberimizin, Eshabının ve onlara tabi olan hakiki İslam alimlerinin bildirdiği şeyleri öğrenip bilmeli ve bunlara inanmalıdır.

4. Dindeki ibadet bilgilerini, dört hak mezhepten birinin fıkıh kitabını okuyarak doğru öğrenip buna uygun ibadet yapmalı ve haramlardan sakınmalıdır. Dünyada saadete, iyiliklere, huzura kavuşmak ve ahirette azaplardan kurtulmak için iki şey yapmak lazımdır: Birisi, Allahü tealanın emirlerini yapmak; ikincisi O’nun yasak ettiklerinden sakınmaktır. Haram işleyerek saadete kavuşulmaz.

5. Çalışıp para kazanmalıdır. Tenbeli kimse sevmez. Çalışkan, Allahü tealanın sevgilisidir. Kimseye muhtaç olmamaya çalışmalıdır. Dine uygun kazanmalıdır. Fakir kimse, dinini, namusunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak, İslamiyete ve insanlara hizmet edebilmek için, fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lazımdır. Helal kazanmak, insanlara veİslamiyete hizmet etmek, büyük ibadettir. Namaza mani olmayan ve haram işlemeye sebep olmayan her kazanç yolu hayırlıdır, mübarektir. Dinimiz ticareti ve sanat sahibi olmayı emretmektedir. Hadis-i şeriflerde; “Ticaret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticarettedir.” ve “En helal şey, sanat sahibinin kazandığıdır.” buyrulmaktadır. Bunun için sanat ve meslek sahibi olmaya çalışmalıdır.

6. Bedenen ve ruhen temiz olmalıdır. Ruh ve beden sağlığı yanında temizliğe de çok dikkat etmelidir. İnsanın ibadet etmesi, kendisine ve insanlara iyilik edebilmesi sağlıklı olmasına bağlıdır. Allahü teala Kur’an-ı kerimde çeşitli ayetlerde mealen; “Temiz olanları severim.” buyuruyor.

Evler ve elbiseler temiz olmalı, elleri ve vücutları devamlı yıkamalıdır. Mikroplardan ve hastalıklardan korunmalıdır. Sıhhati korumaya dikkat etmelidir. Peygamberimiz tıp bilgisini çeşitli şekillerde övmektedir. Mesela; “İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi.” Yani ilimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat, sağlık bilgisidir diyerek, her şeyden önce ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lazım geldiğini emir buyurdu.

İslamiyet beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. Kanuni Sultan Süleyman Han, “Olmaya cihanda devlet, bir nefes sıhhat gibi” sözü ile sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaktadır.

Ruh sağlığı için de ahlak ve fazilet sahibi olmalıdır. Peygamberimiz; “İyi huyları tamamlamak, iyi ahlakı dünyaya yaymak için gönderildim.” ve “Îmanı yüksek olanınız, ahlakı güzel olanınızdır.” buyurdu. Îman bile, ahlak ile ölçülmektedir. Yalan söyleyen, hilekarlık yapan, insanları aldatan, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, büyüklük taslayan, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibadet ederse etsin, olgun Müslüman sayılmaz. Kamil, olgun Müslüman, her şeyden önce tam ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.” Müslüman son derece alçak gönüllüdür. Kendisine baş vuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Vakur ve kibardır. Âilesini ve vatanını sever. Çünkü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Vatan sevgisi imandandır.” buyurmuştur.

7. İnsanların dünyada ve ahirette sonsuz olarak rahat, huzur, saadet içinde yaşayabilmeleri hakiki Müslüman olmalarına bağlıdır. Âhirette Cennetin sayısız nimetleri, hakiki Müslümanlar için hazırlanmıştır. Müslüman olan ve emirlerini yerine getiren, dünyada ve ahirette muhakkak saadete ulaşır. Çünkü Allahü teala insanlara bunu vad etmektedir. Aklı olan herkes dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, ahirette de azaplardan kurtulup, sonsuz nimetlere kavuşmak ister.

Allahü tealanın, kullarının nasıl olmasını istediği Kur’an-ı kerimin Furkan suresi 63-68. ayetlerinde mealen şöyle bildirilmektedir:

Rahmanın (yani kullarına acıması çok olan Allah’ın) kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile ve yumuşak yumuşak yürürler. Bilgisizler kendilerine sataştığı zaman onlara, selametle deyip geçerler. Onlar, yatışlarında ve kalkışlarında hep Allah’ı anar. O’na hamd ederler. Onlar Rabbim, Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır, orası şüphesiz kötü bir yer, kötü bir duraktır, diye Allah’a yalvarırlar. Onlar bir şey sarf ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik; ikisi ortası bir yol tutarlar ve kimsenin hakkını kesmezler. Onlar Allah’a eş koşmazlar. Allah’ın dokunulmasını haram ettiği cana kıyıp kimseyi öldürmezler. Ancak suçluları cezalandırırlar. Zina etmezler.

Ve 72-74. ayetlerinde mealen:

“Yalan yere şehadet etmezler. Faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Böyle faydasız veya güçle yapılan bir işe tesadüfen karışacak olurlarsa, yüz çevirip vakarla uzaklaşırlar. Kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman, körler ve sağırlar gibi görmemezlik, dinlememezlik etmezler. Onlar, Rabbim, bize eş ve çocuk olarak gözümüzü aydınlatacak kişiler ihsan et! Bizi, Allaha karşı gelmekten sakınanlara önder yap! diye yalvarırlar.” buyrulmaktadır.

Bundan başka, Saf suresinin 2. ayetinde mealen; “Ey İnsanlar! Yapmadığınız bir şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapamadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük öfkeye sebep olur.” buyrulmaktadır ki, bu da, bir insanın yapamayacağı bir şeyi adamasının veya yapamayacağı bir şeyi vad etmesinin, onu Allah katında kötü kişi yapacağını göstermektedir.

Allahü teala, Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:

Onlar (inanmışlar), kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat ediniz, Allah’ı anmak kalpleri huzura kavuşturur. (Ra’d suresi: 28)

Îman edip güzel iş ve amellerde bulunanlar ne mutludurlar, sonunda dönülüp gidilecek olan güzel yurt da onlarındır. (Ra’d suresi: 29).

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şeriflerinde buyurdular ki:

Müslüman, eliyle ve diliyle kimseyi incitmeyen kimsedir.

Seni sevene sen de sevgini açıkla! Çünkü sevene, sevginin ortaya konuşu, aradaki sevginin derinleşmesine ve daha devamlı olmasına yol açar.

En mükemmel mümin, ahlakı en güzel mümindir. Hayırlınız hanımlarına karşı da hayırlı olanınızdır.

Müslüman olan, yeteri kadar rızkı bulunan ve bir de Allah’ın verdiğine kanaat eden, artık kurtulmuş demektir.

İyi huylu, dünyada ve ahirette iyiliklere kavuşacaktır.

Saadet, insanın dünya ve ahiret hayatında rahat ve huzur içinde bulunmasıdır. Bütün insanların kavuşmak istediği arzuların başında, sonsuz saadet gelmektedir. Bu arzuyu ona veren, yaratıcısı Allahü tealadır. Şerefli olarak yaratılan insanı bu arzularına kavuşturacak olan da, yine Allahü tealadır. İnsan, sonsuz saadet için iki şeyi hep ister: Birisi, her arzu ettiği şeye zahmet, sıkıntı çekmeden kavuşmak; ikincisi de, hiç ölmemektir. İnsanın bu iki arzusuna kavuşması, fani (geçici) olarak yaratılan bu dünyada mümkün değildir. Cennet, insanların bu iki arzusunun gerçekleşeceği yerdir. Cennet hayatı sonsuzdur. Oradaki hayat, hiç bitmeyecektir. Orada ölüm yoktur. Hiçbir dert, sıkıntı, zahmet, kötülük olmayacaktır. İnsan, arzu ettiği bütün nimetlere zahmetsiz olarak Cennet’te hemen kavuşturulacaktır.


2-)SAADET



Hayra nail olma; mesud ve bahtiyar olma; hoşnutluk durumu; insanın haz duyacağı bir hal içinde bulunuşu. Saadete ermek, mesud olmak arzusu, insanların sürekli arzuladıkları ve hiç bir zaman vazgeçemedikleri temel bir beşeri eğilimdir. Hiç bir hayat anlayışı ve hiç bir ahlak felsefesi bu eğilime kayıtsız ve yabancı kalmamıştır.

Saadet kavramı, antik çağda, şirk ve putperestliğin geçerli olduğu toplumlarda ortaya çıkan ahlak görüşlerinde önemli bir yer tutmuştur. Hatta bu ahlak görüşlerine Evdemonizm (Mutluluk ahlakı) adı verilir. Mutluluğu gerçekleştirmek gayesinde birleşen bu ahlak görüşleri; putperest antik toplumlarda gelişen felsefi eğilimlerden hangisinin ürünü olursa olsun, kişinin mutlu olmasını sağlamaya yönelmişlerdir. Sokrates, Eflatun ve Aristotales gibi aklı esas alan filozofların yanı sıra; Epikuros gibi hazzı esas prensip kabul edenlerin ekolü ve acı ve tutkulara hükmetme yoluyla mutluluğa erme metodunu öngörenlerin gayeleri arasında bu konuda bir fark yoktur. Bunun da gösterdiği gibi, müşrik ilkçağ toplumlarında kişilerin mutlu olma ideali, öncelikli bir kavram olarak genel kabule mazhardı; en yüksek bir iyilik olarak telakki ediliyordu. Bu konuda özellikle "Hedonizm" (Hazcılık) adı verilen tipik bir müşrik felsefesinden söz etmek gerekirse, Hedonist felsefi ekolün insan hayatının ve davranışlarının bütün anlam ve esprisini maddi hazlarda bulduğunu kaydetmemiz gerekir. Öyle ki, onlara göre mutluluğun maddi hazların ötesinde bir muhtevası olamazdı. Ortaçağ boyunca kilise doktrini, ahlakı, sevgi ve fedakarlık prensipleri üzerinde işledi. Antik çağ putperestlerinin tanı anlamı ile şahsi ve bencil esaslara dayanan mutluluk ahlakı anlayışları, yerini diğergamlığı temel alan, kişinin mutluluğunu başkalarının mutluluğuna bağlayan ahlak görüşlerine bıraktı. Hatta zamanla başkalarının mutluluğu,.kişinin mutluluğunun şartı olarak mütalaa olunmaya başlandı; "kişinin mutluluğu, başkasının mutluluğu gerçekleşmek suretiyle, onun aracılığı ile meydana gelir" düşüncesine varıldı. Bu eğilim, içinde, Kant'ın saf akıl ahlakında sözünü ettiği soyut insanlık kavramına değil; daha somut kavramlara atıf yapılıyordu. Adam Smith ve J.J.Rousseau gibi filozoflar, toplumu meydana getiren fertlerin tümünü bu kapsam içinde düşünüyorlardı. Sonraları bu kapsam, daha da genişletilerek bütün insanları içine alacak bir alana yayıldı. Böylece ahlak, mümkün olduğu kadar çok insanın ve hatta bütün insanların mutluluğunu sağlamak gibi son derece geniş ve adeta somut plandan çıkmış bir hüviyete yeniden dönmüş oluyordu.

slamın ve müslümanların nazarında saadet kavramının ne ifade ettiğini değerlendirebilmek için İslamın hayat anlayışını gözönünde bulundurmak gerekmektedir. Kur'an-ı Kerim, dünyası ve ahireti ile birlikte hayatın bir bütün olarak düşünülmesini telkin eder. Yeryüzü denilen gezeğen üzerinde idrak ettiği hayat, insanoğlunun dünya hayatıdır. Kur'an'daki "el-Hayatü'd-dünya" terkibinde yer alan "dünya" kelimesi, yaşadığımız hayatın, "en alçak", "en aşağı", "en alt", "en yakın" sıfatlarını taşıdığını ortaya koyan bir anlam ifade etmektedir. Bu yüzden yeryüzünde idrak ettiği hayat, insanoğlunun ilkel hayatıdır diyebiliriz. Gene Kur'an'a göre hayatın gerçek anlamı ve ileri kavramı ise, ancak ahirette idrak edilecektir. Âhiret asıl hayatın ta kendisidir (el-Ankebut 29/64). Bozulmaların, arızaların söz konusu olmadığı; korku ve hüznün ortadan kalktığı; en ileri ve sarsılmaz anlamda güvenliğin geçerli olduğu yurt, yani, "Dar'üs-selam" (Cennet) oradadır. Orası aynı zamanda "Dar'ül karar" dır; karar kılınacak ebedi yurttur.

nsan emek sarfederek, kulluk vazifelerinde çalışıp çabalayarak kendini yaratan Rabbinin mağfiretine kavuşmak suretiyle O'nun Cennetine girme şansına sahip olan bir yaratıktır. O, kendisini yaratan Allah'a kavuşmayı (likaullahı) umabilir; böyle çok yüce bir emele kavuşmak onun için gerçekten de mümkündür. Hatta, Allah tarafından insan buna davet edilmektedir (Yunus, 10/25). Şu halde onun, Cenneti ve likaullahı hedef almadan; hayatın ekmel kavramını ifade eden ahiret gerçeğini prensip olarak yok sayarcasına dünya hayatına yönelmesi yaratılış hikmetine ve o hikmete uygun olan hüviyetine (kapasitesine) karşı sapma ifade eden vahim bir düşüncesizlik ve aldanıştan başka bir şey olamaz. İhtiyaçlarını dünya hayatı ile sınırlı gören ve isteklerini (bütün yöneliş ve taleplerini) ona hasredenler için nihai hayat olan ahirette bir nasib yoktur (el-Bakara; 2/200). Allah'a kavuşmayı ummayan, arzu etmeyen, böyle meseleleri olmayan ve belki bunun farkında bulunmayan kimseler ile, dünya hayatından razı olup gönlü onunla yatışan ve tatmin olanlar ve Allah'ın ayetlerinden gaflet içinde bulunanlar şiddetle kınanmışlar ve onların özetlenen bu tavırlarıyla elde ettiklerinin (hüviyetlerine mal ettikleri kesblerinin), kendilerini Cehennem'e vardıracağı bildirilmiştir (Yunus, 10/7-8).

İnsanın fıtratında mevcut ve saklı olan yönlenişleri, özlemleri ve fizik ötesine ilişkin mahiyette olan ihtiyaç ve beklentileri, dünya hayatının yapısı içinde mahreç bulabilen, karşılanabilen ve tatmin olunabilen şeyler değildir. Bu yüzden insanın dünya nimetleri ve zevkleri ile yetinmesi; şu anda söz konusu olan yapısı ile hayatın bu hüviyetinden memnun ve razı olması, bunlarla kalbinin yeterli tatmin ve huzura kavuşması ve tek kelime ile dünya hayatında mutlu olabileceğini kabul etmesi, kafa ve gönül itibariyle büyük bir sapma içinde oluşundan başka bir şeyin ifadesi değildir. Böyle bir tavır, onun Allah'ın ayetlerinden gafil olduğunu; başka bir ifadeyle, etrafındaki olayların mahiyetini anlayamadığını ya da onlara ilgisiz kaldığını ortaya koymaktadır. O, ne tabiatı yorumlayabilmiş ve ne de Kur'an'ı kavrayabilmiştir. Kendi konumunu ve Rabbini bilememiş; imana erememiştir. Hayat kültürü geçersizdir. Bu yüzden hep aldanacak; Allah'ın emaneti olan hüviyetindeki yüksek kapasiteyi değerlendiremediği ve alabildiğine suistimal ettiği için ebedi hüsrana sürüklenecektir.

İman eden insan ise, dünya hayatı ile tatmin olmayan, gönlü onunla yatışmayan ve ondan razı olmayan, yani onunla yetinemeyen ve onunla mutlu olamayan insandır. O, bütün bunların ötesinde mutlaka bir ahiret hayatı bulunduğunu, nihai ve çok daha ileri bir hayat olması gerektiğini bilir; ahirete yakin sahibidir. Çünkü o, Allah'a iman etmiş ve O'nu tenzih ve takdis etmiştir. Rabbinin yaratışının batıl (geçersiz ve abes) olamayacağını bilir ve hep O'nu tenzih eder (Âlu İmran, 3/191). Hem kendi dışındaki gerçekleri; tabiatı, kainatı doğru yorumladığı; afaktaki ayetleri içleri ürperten bir hayranlık ve saygı ile anladığı için ve hem de bizzat kendi yapısında, enfüste saklı olan derin özlem ve yönlenişlerin farkında olduğu için dünyadan asla razı olamaz. Onu çok aşan yüce beklentilerin sahibidir. Bu yüzden, iman edenler, ancak Cennette mesud olacaklardır (Hud, 11 / 108). Onlar ancak Cennet ve likaullah ile itminana eren, gönlü ancak bu suretle yatışıp tatmin olabilen insanlardır.

Mü'minler, gerçek anlamda saadetin ancak ve yalnızca ahirette mümkün olduğunu bilen insanlardır. Bu yüzden müslümanlar için nihaı anlamda saadet beklentisi bu dünyada söz konusu değildir. Müslüman, hayale dalıp gerçeklerle bağlantısını koparmış olmadığı için, bu dünyanın bir cennet; bir dar'üs-selam olmadığını bilir. Burası fani bir tecrübe ortamıdır; iman ve sadakatin, ahde vefa ve emanete riayetin zorluklar için ortaya konulacağı bir fırsatlar diyarıdır.

Dünya hayatında mü'minlerin de bir nasibleri mutlaka olacaktır. Onlara dünyadaki nasiblerini unutmamaları emredilmiştir (el-Kasas, 28/77). Ancak bu nasibin, sevabı ahirete uzanacak bir kulluk vesilesi olarak değerlendirilmesi söz konusudur. Çünkü mü'min, Rabbinden hem dünyası ve hem de ahireti için "hasene" ister; iyilik-güzellik taleb eder (el-Bakara, 2/201). Dünyadaki hasene, sevabı olan, ahirete bakan olumlu yönü bulunan iştir. Sırf dünya ile ilgili olup burada başlayıp burada biten iş ise hasene olamaz. İnanan insan dünyada iken dahi böyle işlerden ve dünyevi zevklerden çok, iman kültürünü kuvvetlendirecek manevi hazlarla ve sevab kazanma zevki ile ilgilidir. O kendisini Allah'ın rızasına yaklaştıran salih amel ile Rabbinin rahmet ve mağfiretinin kendine yönelik tecellilerini hissettiği zaman sevinir. İbadet ettikçe, bela ve sıkıntıları Allah için sabırla karşıladıkça mutlu olur. Onu Allah yolundaki başarıları mesud eder. Bu başarılarını, kendisine ulaştırılmış ilahi bir lütuf ve kerem, Allah'ın kendisine sevab kazandırmak üzere gönderdiği bir nasib olarak karşılar.

Muhakkak ki, meşru beşeri hazlardan, mübah olan dünyevi zevklerden de mahrum değildir. Bunları Rabbinin -hesaba tabi- birer nimeti, birer imtihanı olarak şükür ile karşılar. O gibi nasiblerde göreceli olarak ve belki de mecazi anlamda bir saadete nail olduğundan söz edilebilir. Ancak bunlara saplanıp kalmaz ve emelini bunlara hasretmez.

İster geçici dünya hayatında zuhur edecek izafi veya mecazi anlamında olsun; ister nihai, ebedi ve uhrevi; yani gerçek anlamında olsun, saadet mü'minlere mahsustur. Zemini, nefsani ve dünyevi unsurlardan arındırıldığı için, ancak birer din kardeşi olan mü'minler arasında, saadet konusunda bir çelişki söz konusu olamaz. Bu yüzden birinin mutluluğu için, modern felsefenin ihtiyaç duyduğu cinsten soyut veya somut anlamda diğer insanların mutluluğuna atıf yapmak ihtiyacı yoktur. Allah'ın rahmeti sınırsızdır; herşeyi kapsar; herkese yeter ve onun paylaşımı gibi bir mesele söz konusu olmaz.

Mahmud Rifat KADEMOĞLU


3-)Mutluluk, ongunluk, mut, kut
Örnek:... gecenin içinde onun parıldayan ela gözlerini görmek öyle bir saadetti ki... R. N. Güntekin


4-)Bk. mutluluk


5-)Mutluluk, bahtiyarlık.


6-)mutluluk, kutluluk, bahtiyarlık


7-)Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak. (Osmanlıca'da yazılışı:saadet)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Happiness.
İngilizcesi İngilizce
Felicity.
İngilizcesi İngilizce
Heaven.

  • Din akil sahiplerinin kendi irade ve istekleriyle dunya ve ahirette Saadet ve selamete kavusmasidir
  • Saadet anlamını anlamlı yazın öğretmen olmamış dedi
  • 24 TV canlı yayınına telefonla bağlanan 24 TV Avrupa Temsilcisi Saadet Oruç, Paris'teki infazlarla ilgili gözaltına alınan 2 kişiden birinin serbest bırakıldığını söyledi.

Sizde içinde Saadet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Saadet kelimesi anlamı 1145 defa okunmuştur. [239956] Saadet kelime anlamı, Saadet nedir, Saadet ne demek, Saadet sözlük anlamı

Paylaş