Salah Ve Aslah Nedir

Salah Ve Aslah Nedir ? Salah Ve Aslah Ne demek ?

1-)SALÂH VE ASLAH



Mu'tezile'nin, "Vücub alellah" temel görüşü içinde kabul ettiği düşünce ve inançlardan biri.

Allahu Teala'nın, yarattığı ve kendisine ibadetle mükellef tuttuğu insanlardan herbiri için en uygun ve en salih olan şeyleri yaratması, yüce zatına vacib (zorunlu) olur mu? Kul için aslah (en iyi ve uygun) olan nedir? Bir kul için en uygun veya en faydalı olan şeyi yaratmak Allah (c.c) üzerine vacib olur mu? Vacib olur ise, bunlar dünya hayatı için mi, ahiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için midir? İşte bu soruların cevabını araştıran Kelam alimleri ve Mu'tezile tarafından "Salah ve Aslah" adı altında incelenen bu konu, Allah'ın fiilleri ile yakından ilgilidir.

Bilindiği gibi, Allah'ın fiillerinin başında "halk ve icad", yani "yaratmak" fiili gelir. Kulların menfaatına en uygun olan şeyleri Hak Teala'nın yaratmasının yüce zatına vacib (zorunlu) olup olmadığı hususu, Allah (c.c)'in "yaratma fiili" ile, dolayısıyla "irade ve kudret" sıfatları ile doğrudan alakalıdır. Ehl-i Sünnete göre Allah'ın fiilleri yüce zatının (ulühiyyetinin, ilahlığının) icabı olmayıp; O'nun ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarının birer taalluku ve eseri olarak "mümkinat"tan, yani caiz olan şeylerdendir. Bu fiiller, "vacibattan" yani mutlaka olması zaruri şeylerden değildir. Çünkü bu fiiller, Zat-ı İlahi'den zaruri (zorunlu) olarak değil, hür bir irade ve ihtiyar yoluyla meydana gelir. Çünkü Allah Teala, fail-i muhtar'dır. O'na iradesi dışında hiç bir şeyi yapmak vacib olmaz.

Allah Teala'yı tenzih ve yüceltme fikrine dayanan bu temel görüşe rağmen, İslam'da itikadi mezheplerin en meşhurlarından olan Mu'tezile alimleri bu konuda, "kul için aslah, yani en uygun veya en faydalı olan şeyi yapmak, Hak Teala'ya vacibtir" demişler ve bir ekol olarak bu temel görüş üzerinde birleşmişlerdir. Böyle bir görüşe sahip olmaları, halk-ı ef'al-i ibad konusu ile Hüsün ve Kubuh meselesindeki görüşlerinden doğmuştur. O halde "Salah ve Aslah" problemi, bu iki asli mes'eleden doğan tali bir inanç konusu sayılır. Bu esasa göre; Ehl-i Sünnet alimleri ile Mu'tezile kelamcıları arasında itikadi ana meselelerde çıkan görüş ayrılıklarından doğan önemli bir tartışma konusu da, "Salah ve Aslah" meselesidir. Özetlenen bu iki ana fikirden hareketle; "Allah Teala'nın, insanların her birinin menfaatına en uygun ve bu salih olan şeyleri yaratması vacib midir?" sorusuna, Ehl-i Sünnet alimleri "hayır" derken; Mu'tezile mensupları "evet" diye cevap vermişlerdir.

Gerçekte bu konuda iki ana mezheb vardır: Biri, Ehl-i Sünnet, diğeri Mu'tezile... Ehl-i Sünnet mezhepleri olan Eşariyye vc Matüridiyye, bu konuda esas ve delil yönünden bir oldukları gibi, aralarında önemli bir görüş farkı da yoktur. Mu'tezile ise; "kul için aslah olan her şey, Allah hakkında vacibtir" ana hükmünde birleştikten sonra, "aslah"ın manasında, bunun dünya hayatı için mi, ahiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için mi olduğu hususunda görüş ayrılığına düşmüş ve üç ayrı mezhep olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar; Bağdad Mu'tezilileri mezhebi, Basra Mu'tezililerinin çoğunluğu (cumhuru) mezhebi ile, Basra Mu'tezililerinden Ebu Ali el-Cübbai mezhebidir (Bu mezheplerin görüşleri ve delillerinin tartışmaları için özellikle bkz. et-Taftazani, Şerhul Akaid en-Nesefiyye ve Haşiyeleri, Kahire 1939, s. 389-395; M. Yusuf eş-Şeyh, Müzekkerat fi't-Tevhid, Kahire 1954, IV, 37-44, 48; Salih Musa Şeref, Müzekkirat et-Tevhid, Kahire 1954, IV, 35-45, İmamul-Harameyn el-Cüveyni, Kahire 1950, s. 287-299; Ali Arslan Aydın, İslam İnançları (İlm-i Kelam) İstanbul 1984, I, 389-392, 396-397).

Ehl-i Sünnet, yukarda özetlenen ana fikirden hareketle "fail-i muhtar" olan Allah Teala'ya herhangi bir fiili işlemek, hiç bir şekilde vacib ve zorunlu olamaz. O halde; "kulları için aslah olan, yani kulun menfaatine en uygun ve en salih olan şeyleri yaratmak, Allah (c.c) üzerine vacib değildir. Bu sebeple kul için aslah olan bir şeyi terkedebilir" demişlerdir. Bu ana esasta, Eş'arilerle Matüridiler ittifak etmişler, mezheplerini ispat etmek için aynı delilleri kullanmışlar, hasımlarını ilzam için aynı metodu uygulamışlardır. Ancak, bu görüş birliğinden sonra, Hak Teala'nın kul için aslah olan bir şeyi nasıl terk edeceği hususunda farklı görüşleri benimsemişlerdir. Bunlardan Matüridilere ait olan görüş şöyle özetlenebilir:

Allahu Teala, kul için aslah olanı; ilahi hikmeti terketmeyi gerektirirse terkederek, onun yerine başka bir şeyi yapabilir. Çünkü Hak Teala'nın fiillerinde mutlaka hikmet vardır. İlahi fiillerin bir hikmete dayanmaması ise, Allah (c.c)'ın münezzeh olduğu bir noksanlıktır. Matüridiler; "Hak Teala'nın fiillerinde mutlak hikmet ve menfaat gözetmek vardır" derlerse de; "Allah üzerine vacibtir" demezler. Ayrıca, "özel bir hikmet gözetimi vacibtir" de demezler. Gerçekte "Allah'ın fiillerinde mutlak hikmet gözetimi vardır " sözü, "Hak Teala üzerine hiç bir şey vacib değildir" hükmüne aykırı düşmez. Çünkü Matüridiler, kul için lütuf ve aslah gibi "hususiyat" denilen şeylerde "vücubu" yani "mutlaka vuku bulması" esasını reddederler.

Eş'arilerin görüşü ise şöyledir:

"Hak Teala kul için aslah olan her şeyi, yani "mutlak aslah"ı, terkedilmesini gerektiren bir hikmet olmasa dahi terkedebilir. Allah Teala hakkında hiç bir şey vacib değildir. Onda "özel hikmetler" veya "mutlak hikmetler" bulunması bu hükmü değiştirmez" (Musa Salih Şeref, a.g.e., IV, 34, 35; Ali Arslan Aydın, a.g.e., 388-389).

Ehl-i Sünnet alimleri, temelde bir olan bu görüşlerini ispat etmek için birçok delil zikretmişlerdir. Şöyle ki;

1- Eğer kul için aslah olan, Allah (c.c) üzerine vacib olsaydı; dünya ve ahirette azap gören fakir kafiri hiç yaratmaması gerekirdi. Çünkü onun için aslah olan, hem mü'min hem de zengin olmak idi. Fakat bu tip insanların yaratıldığı müşahade ile sabittir. O halde, kul için aslah olan, Hak Teala'ya vacib değildir. Bilindiği gibi bu tip kafirler, yoksulluk içinde kıvrandıkları için dünya hayatında perişandırlar. Kafir oldukları için de, ahirette devamlı ve şiddetli azaba maruz kalacaklardır. Halbuki bu gibiler için aslah olan, hiç yaratılmamak idi. Veya mükellef olmadan öldürülmek veya aklının alınması gerekirdi. Halbuki bunların hiç biri olmamış; kafir olarak yaşamış ve kafir olarak ölüp sonsuz azaba müstahak olmuştur. O halde, kul için aslah olan, Hak Teala üzerine vacib değildir.

2- Eğer kul için aslah olan Allah Teala'ya vacib olsaydı; kulları üzerine fazlı ve keremi, lütfu ve ihsanı, kulların da O'na minnettarlığı olmaz; lütfettiği hidayet ve çeşitli nimetler sebebiyle şükredilmeye, hamdu senaya (haşa) hak kazanmazdı. Çünkü Allah (c.c), kullarına karşı, ancak üzerine vacib olanı, yani terketmesi mümkün olmayan şeyleri yapmış olurdu. Zira bunları yapmasa, Mu'tezile'ye göre Allah (haşa) bahil (pinti) ve sefih (!) olurdu. Bu sebeple, terkedemeyeceği bazı fiilleri yapmakla hamde ve şükre hak kazanamazdı. Bu ise; hem aklen hem de dinen batıldır. Çünkü Hak Teala'nın sırf kendi yüce iradesi ve lütfu keremi ile bütün insanlara genel, mü'minlere ise özel nimetler verdiği ve kendisine şükredilmesini istediği şu ayetlerle sabittir:

"Şüphe yok ki Allah (c.c) insanlar hakkında lütuf ve kerem sahibidir" (el-Bakara,2/243); Andolsun ki Allah (c.c), mü'minlere büyük lütufta ve ihsanda bulunmuştur" (Âlu İmran, 3/164); "Bana şükrediniz ve (nimetlerime) nankörlük etmeyiniz" (el-Bakara, 2/ 152).

O halde, kul için aslah olan, Hak Teala'ya vacib değildir (bkz. Musa Salih Eşref, a.g.e., IV, 38-39; A. A. Aydın, a.g.e., I, 393-394).

3- Eğer kul için aslah olan Allah Teala'ya vacib olsaydı, Cenab-ı Mevla'nın sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e olan büyük lütuf ve ihsanı, müşriklerin reisi Ebu Cehil'e olandan daha fazla olmazdı! Çünkü Hak Teala onlardan her biri için aslah olanları verdi. Sağlıklı ve özürsüz olarak yarattı, mükellef kıldı. Dilediğini yapma imkan ve kudretini her ikisine de tam olarak verdi. Bu esasa göre, eğer her ikisine karşı yapması vacib olan aslahı Allah (c.c) noksansız ve farksız olarak vermiş oldu denirse, bu durumda Allah (c.c) en sevgili Peygamberi üzerine Ebu Cehil'e gösterdiğinden fazla lütfu ve ihsanı yoktu (!) demek gerekir. Böyle bir iddianın batıl ve imkansız olduğu aşikardır. Zira Cenab-ı Hakkın, Rasulü Ekrem (s.a.s) Efendimize en büyük şeref ve dereceyi, nimet ve faziletleri vermiş olduğu ve bütün insanlara rahmet peygamberi olarak gönderildiği Kur'an'da sabittir: Muhakkak ki biz seni, ancak, alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107). O halde kul için aslah olan, Allah Teala'ya vacib değildir.

4- Ehl-i Sünnet, Mu'tezile'nin iddiasını, dayandığı esas bakımından iptal etmek için de, "vücub" kelimesinin manasını tahlil ederek şöyle bir delil zikretmişlerdir. Eğer kul için aslah olan Allah Teala'ya vacib olsaydı, vücub; ya "onu terkedenin zemme (kötülenmeye) ve cezaya mustahak olduğu" anlamına, veya; "fiilin Hak Teala'dan, zaruri, yani iradesiz olarak meydana geldiği ve bu fiili önleme gücüne sahip olmadığı (!)" manasına gelirdi. Vücubun her iki manasının da Hak Teala hakkında kasdolunması asla düşünülemez. Zira, birinci mananın kasdolunması, Cenab-ı Hakkın her hangi bir fiili terketmesi halinde zem ve ikaba müstahak olmasını (haşa) gerektirir ki; bu, şer'an ve aklen muhaldir. Çünkü o, yegane Halık ve yegane Maliktir; fiillerinde mutlak irade, mülkünde mutlak tasarruf sahibidir; her hangi bir fiilinden dolayı cezaya (haşa) müstahak olamaz. Bu konuda İslam alimleri arasında ittifak vardır. Ayrıca; Hak Teala'yı adeta bir mükellef gibi tasavvur ederek O'na bazı vacibleri yapmayı zaruri kılmak, batıl bir kıyastan ve sapık bir düşünceden başka birşey değildir. İkinci mananın da batıl olduğu açıktır. Çünkü o mana kastedildiği takdirde, bazı filozofların sapıtarak iddia ettiği gibi, Hak Teala'nın külli iradesini O'ndan selbetmek anlamı çıkar. Halbuki Allah (c.c) fail-i muttak ve fail-i muhtar'dır. Bu konuda bütün İslam alimleri icma ve ittifak halindedirler. Sözün özü; Allah Teala'ya (Ehl-i Sünnete göre) hiç bir fiili işlemek asla vacib değildir (A.A. Aydın, a.g.e., I, 392, 396; et-Taftazani, a.g.e., 391-395).

Şu hususu da belirtelim ki; Bağdat Mu'tezilileri; "Kullar için dünyada ve dinde aslah olan şeyleri yapmak, Allah Teala'ya vacibtir" demişler ve aslaha, "ahkem" yani hikmete ve tedbire en uygun olandır, anlamı vermişlerdir. Basra Mu'tezililerinin cumhuru ise; "Kullar için aslah olan şeyleri yapmak, Hak Tealaya vacibtir. Ancak bu aslah, dünya'da değil, yalnız dindedir" demişler; aslaha bir çok manalar vermişlerdir. Bunlar; Aslah, kul için dininde "enfa"' yani "en faydalı olandır", "Yalnız dinde ikdar ve temkin vermektir", "Teklif vaki olduktan sonra sonsuz lütuf vermek, yani Hak Teala'ya kullarına karşı bilgisinde olan bütün lütufları son haddine kadar göstermek vacibtir" demişlerdir. Birinci manaya Mu'tezile reislerinden Ebu Ali el-Cübba"ı de katılmakta ve "Allah (c.c)'ın ezeli ilmine göre kul için dinde aslah olan şeyleri yapmak Hak Teala'ya vacibtir" demektedir. Bilindiği gibi Cübbai; vaktiyle kendisinden ders okuyan, sonra onu ve Mu'tezile mezhebini terkederek Eş'ariyye mezhebini kuran İmam Ebu Hasan el-Eş'ari tarafından, meşhur ihve-i selase (üç kardeş) konusunda ilzam edilmiştir. Mu'tezile'nin beş ana prensibinden biri olan "el-Menziletü beynel-Menzileteyn"; "Kebire (büyük günah) sahibi, ne mü'mindir ne de kafir, belki o, fasıktır ve iki menzile arasında bir menzilededir" şeklinde özetlenen hükmü açıklayan Cübbaı'ye, Eş'ari'nin; "Biri mü'min, biri kafir, diğeri küçükken ölen üç kardeşin ahiretteki durumu ve her biri için aslah olanın yerine gelip gelmediği" tarzındaki sorusuna Cübbai makul cevap veremeyerek bocalamış ve şaşırıp kalmıştır. Çünkü bu yanlış hükme ve aslah esasına göre, mükellef çağdaki kafirin hiç yaratılmaması veya çocukken öldürülmesi, çocuğun da büyüyerek mü'min olduktan sonra ölmesi ve cennete girmesi gerekirdi. Zira küfrün, kul için dininde aslah olmadığı, bilakis onu Cehennemde ebedi azaba mahkum ettiği aşikardır (A. A. Aydın, a.g.e., I, 389-391, TDV. İslam Ansiklopedisi "Aslah" mad. III, 495-496; el-Cüveyni, a.g.e., 287-292). Salah ve Aslah konusunun; Ehl-i Sünnet ile Mu'tezile arasında ihtilaf konularından ve Mu'tezile'nin beş ana esasından biri olan "el-Va'd vel-Vaid" meselesiyle de yakın ilgisi vardır (bk. "Va'd ve Vaid" maddeleri).

Ana kaynaklara göre, Mu'tezile mezheplerinin özetlediğimiz ortak görüşlerini ispat eden meşhur bir delili vardır. Diyorlar ki: "Eğer kul için aslah olanı terketmek caiz olsaydı; Allah Tealaya, aciz olmak veya cehalet veya bahillik veya sefihlik (hafiflik) veya abes iş yapmak (haşa) caiz olurdu. Fakat bu sayılanlar Hak Teala hakkında muhaldir, batıldır. O halde O'nun aslahı terketmesi caiz değildir. Çünkü aslah olanı terketmesi eğer onu yapmaya kaadir olmadığından dolayı ise, aciz olması; kaadir fakat onu bilmediği için ise, cahil olması; bildiği halde yapmazsa, bahil olması icap eder. Bütün bu noksanlıklar Allah (c.c) hakkında muhal olduğundan, kul için aslah olanı yapması vacib olur" (S.M. Şeref, a.g.e., IV, 42; A.A. Aydın, a.g.e., I, 396-397).

Ehl-i Sünnet bu delili şöyle reddediyor: "Hak Teala'nın kul için aslah olanı terketmesi zikredilen noksanlıkların hiç birini gerektirmez. Çünkü aslah olan şeyler de, Allah (c.c)'ın hakkı ve mülküdür. Hak Teala'nın aslah olanı terketmesi caiz ise de, her şeye kaadir, sonsuz kerem, lütuf ve hikmet sahibi olduğu akli ve nakli kesin delillerle sabit olduğundan, dilediğinde kul için aslah olanı terketmesi, ezeli ilminde sabit olan ilahi bir hikmetin icabıdır. Çünkü O, Kerimdir, Alimdir, gizli ve aşikar olanı, herşeyin başını ve sonunu bilir. Âlemlerin Rabbi, Halıkı ve Maliki olduğundan, mülkünde dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hak Teala (haşa) mükellef bir kul mudur ki, bazı şeyleri yapmak O'na vacib olacak, dilediğini terketme gücünde olmayacak?! İnsanların bazan akıl erdiremediği bir hikmete binaen dilediği kulu hakkında aslah olanı terketmesi, bir cezayı kaldırması veya diğer bir topluluğun menfaatına ve hayrına olanı yapması, Ahkemül-Hakimin olan Rabbül alemin hakkında niçin caiz olmasın?!" Mu'tezilenin bu konudaki, mesnetsiz görüşü, Allah Teala'nın külli irade ve ihtiyarını bir bakıma kaldırmak gibi bir sonuç doğurduğundan, Ehl-i Sünnet alimlerince şiddetle red ve tenkit edilmiş; ilahiyyat bahsinde kısır düşünce, noksan bilgi ve "Gaib'i şahide kıyas etmek" ile itham olunmuştur (Fazla bilgi ve tartışmalar için bkz. et-Taftazani, a.g.e., 390-395; M. Yusuf eş-Şeyh, a.g.e., IV, 37-44; S. Musa Şeref, a.g.e., IV, 37-42, 44-46; Ali Arslan Aydın, a.g.e., I, 392-397).

Ali Arslan AYDIN


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Salah Ve Aslah kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Salah Ve Aslah kelimesi anlamı 72 defa okunmuştur. [242547] Salah Ve Aslah kelime anlamı, Salah Ve Aslah nedir, Salah Ve Aslah ne demek, Salah Ve Aslah sözlük anlamı

Paylaş