Seyyid Nedir

Seyyid Nedir ? Seyyid Ne demek ?

1-)Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın torunu hazret-i Hüseyin’in çocuklarına, onun neslinden, soyundan gelenlere verilen isim. Seyyid kelimesinin lügat manası “efendi” demektir. Çoğulu Sadattır. Peygamber efendimiz, Cuma gününe “günlerin seyyidi”, hazret-i Hasan ile Hüseyin’e ise “Cennet gençlerinin seyyidleri” buyurmuştur. Peygaber efendiizin mübarek nesli, kızı hazret-i Fatıma ile çoğaldı. Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenlere ise şerif denir. Seyyid ile şeriflere genel olarak Peygamber efendimizin çocukları, torunları manasına evlad-ı Resul denir. Hazret-i Hasan ile hazret-i Hüseyin Peygamber efendimizin mübarek kerimesi (kızı) hazret-i Fatıma’nın oğullarıdır. Hazret-i Fatıma ile kıyamete kadar gelen çocuklarına Ehl-i beyt denir. Peygamber efendimizle birlikte hazret-i Ali, hazret-i Fatıma, hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyin’in hepsine Ehl-i aba denir. Bir günPeygamber efendimiz hazret-iAli, hazret-i Fatıma, hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin’i abaları ile örterek; “İşte benim Ehl-i abam bunlardır. Ya Rabbi! Bunlardan kötülüğü kaldır, hepsini temiz eyle.” buyurdu.

İslamiyetin ilk zamanlarında Ehl-i beytten olanların hepsine şerif denilirdi. Daha sonra Mısır’daki Abbasi halifeleri zamanında Hasan radıyallahü anhın evladına (çocuklarına) şerif denilerek beyaz sarık, hazret-i Hüseyin’in evladına seyyid ismi verilerek yeşil sarık sarmaları uygun görüldü. Bu mübarek sülaleden (soydan) doğan çocuklar iki şahitle hakim huzurunda kaydedilirdi.

İslam devletlerinde her devirde Peygamber efendimizin mübarek neslinden gelenlere çok hürmet gösterilirdi. Osmanlı Devletinde bu durum daha açık görülür. Osmanlı sultanlarının seyyidlere ve şeriflere hususi sevgi ve hürmetleri vardı. Bu sebeple Osmanlı Devletinde onların işlerine bakan ayrı bir teşkilat vardı. Burada, seyyid ve şerif olanlar iki şahitle hakim huzurunda kaydedilir, doğum ve vefatları deftere geçirilirdi. Böylece seyyid ve şerif olmayanların bu mübarek nesil (soy) ile karışmaması temin edilirdi. Ayrıca onların, kendilerine layık olmayan işlerde çalışmalarına, bu mübarek sülaleden olan hanımların dengi olmayanlarla evlenmelerine izin verilmezdi. Onların her türlü hakları korunurdu.

Bu teşkilatın başında bulunan zata Nakib-ül-Eşraf denirdi. Seyyid ve şeriflerin umumi bir velisi durumundaydı. Bu sebeple Nakib-ül-Eşrafa çok hürmet olunurdu. Merasimlerde, devlet adamlarından önde gelirdi. Padişahlara kılıç kuşatanları olduğu gibi, duaları makbul sayıldığı için, kılıç kuşatma sırasında duaları ekseriyetle bunlar yapardı.

Seyyid ve şeriflere rahat ve huzur içerisinde yaşayacakları her türlü hizmet yapıldı. Onlar her çeşit vergiden muaf tutuldu. Bu hususta kendilerine berat dahi verildi.

Osmanlılar zamanında Halep’te seyyidlere ve şeriflere mahsus bir mahkeme vardı. Seyyid ve şeriflerin bütün evladları(çocukları) orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddia edemezdi. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid Han zamanında Mason Reşid Paşa, İngilizlerin emriyle bu mahkemeleri kaldırdı. Soysuz ve mezhepsiz olanlara da seyyid denildi. Uydurma acem seyyidleri her tarafa yayıldı.

Van ile Hakkari arasında meşhur İrisan Beyleri, Abbasi halifeleri evladından olup, Hülagu katliamından kurtulan bir yavrudan çoğalmışlardır. Bugün memleketimizin her tarafında Eshab-ı kiram evladı ve seyyidler vardır. Hata ve kusurları olsa bile seyyidlere ve şeriflere hürmet etmek, kalple, bedenle, malla yardım etmek, hürmet göstermek, haklarını gözetmek ve onları her zaman sevmek lazımdır. Bu sevgi ve hürmet insanın son nefeste imanla ölmesine sebep olur.

İslam alimlerinin büyüklerinden İmam-ı Şafii hazretleri bir gün talebelerine ders verirken bir ara ayağa kalktı. Bir müddet sonra yine oturdu. Biraz sonra tekrar kalkıp oturdu. Bu hal on defa tekrarlandı. Talebeleri arada bir kalkıp oturmasının sebebini sorduklarında; “Seyyidlerden bir çocuk kapının önünde oynuyor. Oynarken kapının önünden gelip geçiyor, onu görünce hürmet için ayağa kalkıyorum. Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) torunu ayakta dururken oturmak reva değildir.” diye cevap verdi.


2-)SEYYİD



Efendi, bey, mevla, ileri gelen baş, reis. Nesebi Hz. Hüseyin (r.a) yoluyla Rasulüllah (s.a.s)'e ulaşan kimseleri ifade eden arapça bir sıfat.

Rasulüllah (s.a.s), Seyyidu's-Sakaleyn (iki alemin efendisi), Seyyidul-En'am (yaratılmışların en büyüğü), Seyyidul-Enbiya (bütün peygamberlerin efendisi) gibi sıfatlarla vasıflandırılmıştır. Rasulüllah (s.a.s)'den nakledilen hadis-i şeriflerde şöyle buyurulmaktadır: "Ben Ademoğlunun seyyidiyim" (Ebu Davud, Sünne, 13; İbn Mace, Zühd, 37).

"Ben kıyamet gününde insanların seyyidiyim" (Buhari, Enbiya, 3; Müslim, İman, 367, 369).

Hadis-i Şeriflerde seyyid kelimesi, kabile başkanı, topluluğun ileri gelen seçkin kimseleri, kölenin efendisi gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Ayrıca, cuma günü günlerin seyyidi olarak vasıflandırılmakta (İbn Mace, İkame, 79). İstiğfarın seyyidi olarak da: "Allahümme ente.....” duası zikredilmektedir (Buhari, Daavat, 2). Ayrıca ashab seyyid kelimesini aralarındaki faziletli kimseleri övmek için kullanmışlardır. Hz. Ömer (r.a); "Ebu Bekir seyyidinizdir. "Seyyidiniz (Bilal (r.a)'i azad etmiştir" demekteydi (Buhari, Fedailul-Ashab, 23).

Rasulüllah (s.a.s), minberde bulunduğu bir sırada yanındaki Hasan (r.a)'ı işaret ederek, "Bu oğlum Seyyiddir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla iki müslüman fırkanın barışmasını sağlar" (Buhari, Sulh, 9; Fedailul-Ashab, 22; Tirmizi, Menakıp, 31). Bir defasında da; "Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler" (Tirmizi, Menasık, 31) buyurmuştur. Enes b. Malik (r.a), Rasulüllah (s.a.s)'ı "Biz, Abdulmuttalib'in çocukları cennet ehlinin seyyidleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi" derken dinlediğini söylemektedir (İbn Mace, Fiten, 34). Fatıma (r.a) ise, cennetteki kadınların seyyidesidir (Buhari, Fedailul-Ashab, 29; Menakıb, 25). Hz. Ebu Bekir (r.a) ile Hz. Ömer (r.a)'de cennet ehlinin nebi ve resuller hariç iki yaşlı seyyididirler (İbn Mace, Mukaddime, 11).

Rasulüllah (s.a.s)'in Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i seyyidler olarak vasıflandırması, müslümanlarca, onların ve onların soyundan gelenlerin seyyid olarak isimlendirilmelerine sebep olmuştur. Müslümanların kalplerinde yaşattıkları, coşkun ehl-i Beyt sevgisi, onların tarih boyunca, Rasulüllah (s.a.s)'ın torunlarının soyundan gelenlere aşırı bir sevgi beslemelerine ve onları diğer insanlardan ayırd ederek dünyevi muamelelerde farklı bir yere oturtmalarına sebep olmuştur. Başlangıçta, Hasan (r.a) ve Hüseyin (r.a)'ın her ikisi ve onların çocukları için seyyid ifadesi kullanılmaktaydı. Ancak sonraları Hasan (r.a)'ın soyundan gelenlere şerif, Hüseyin (r.a)'in soyundan gelenlere de seyyid denilmeye başlanmıştır. Seyyid ve şerifler, Emeviler döneminin sert ve acımasız muameleleri hariç tutulursa, şekli ne olursa olsun sonraki bütün yönetimlerce, layık oldukları şekilde saygı görmüşlerdir. Tarihteki bütün İslam devletlerinde bu zümrenin işleriyle ilgilenen bir müessesenin bulunması ve bunun başında bulunan kimsenin (Nakibul-Eşraf) en yüksek makamlarından sayılması bunun en açık delilidir.

Samani'ler, seyyidlere tahsis ettikleri mülki arazileri vergiden muaf tutmuşlardır (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara 1984, 237 n. I, 413). Fatımiler zamanında Mısır'da, Nikabetu't-Talibiyyin adlı bir müessese kurulmuştur. Bu müessesenin görevi, seyyid ve şeriflerin, neseplerini incelemek, teftiş etmek, aralarında çıkan ihtilafları çözümlemek ve onları neseplerine yakışmayacak, ahlak dışı hareketlerden sakındırmaktı (Uzunçarşılı, a.g.e., 388-389). İlhanlılar, müslüman olduktan sonra Gazan Han zamanında "Nakıb-ı Nukabayı Sadat" adında bir müessese teşkil etmişlerdir. Bu kurumun görevi yine, Hz. Hasan (r.a) ve Hz. Hüseyin (r.a)'in soyundan gelen kimselerin şecerelerini tutmak, onlara ait işleri görmek, onları eğitmek, haklarını korumaktı (Uzunçarşılı, a.g.e., 246-247).

Osmanlılar zamanında da seyyid ve şerifler, saygı görmüş ve onların toplum içindeki üstün ve saygın yerlerini korumaları için Nakıbul-Eşraflık adı altında bir memuriyet ihdas edilmiştir. Nakıbul-Eşraf, Müftil-Enam ve Şeyhül-İslam'dan sonra en yüksek makam olarak telakki edilmiştir.

Osmanlılarda Nakıbul-Eşraflık makamı Yıldırım Bayezid (1389-1402) zamanında ortaya çıkmıştır. Seyyid Ali Netta' b. Muhammed, Nakıbul-Eşraf tayin olunarak, Osmanlı hudutları içerisinde bulunan Hz. Ali (r.a) evladının riyaseti ona tevdi edilmiştir. Seyyid ve şerifler halk arasında "emir" olarak isimlendirilmiş, onları diğer insanlardan ayıran yeşil sarıklarına da "emir sarık" denilmiştir. Ey zümreden olan kimseler bir suç işledikleri zaman, Nakıbul-Eşraf tarafından cezalandırılırlardı. Seyyid ve şeriflerin kayıtlı olduğu "şecere-i mutayyibe" adındaki defterler bulunmaktaydı. Nakıbu'l-Eşraf'ın devlet protokolü içinde önemli bir yeri vardı. Sonraları devlet düzeninin bozulmaya başlamasıyla birlikte onların, sahip oldukları imtiyazlar ve muafiyetlerden yararlanmak isteyen bir çok kimse uydurma şecereler ve yalan şahitlerle kendilerini seyyid veya şerif olarak Nakıbul-Eşraf defterlerine kaydettirmişlerdir.

Mekke, M. 960 yılından sonra, şerif olarak adlandırılan Hz. Hasan'ın neslinden gelen kimseler tarafından idare edilmiştir. Mekke şerifleri Abbasilerin güçlerini yitirmelerinden sonra, sürekli olarak Mısır'daki Fatımilere bağımlı kalmak zorunda kalmışlardır. Osmanlılar zamanında da Mekke'nin idaresi şeriflerin eline bırakılmış ve Hicaz'ı yarı muhtar bir şekilde idare etmişlerdir. İstanbul'dan Mekke'ye gönderilen sürre alayları ile şeriflere büyük ikramlarda bulunulmuştur. Fatih, İstanbul'u fethettiği zaman Mekke şerifine fethi bildiren bir name ile hediyeler göndermiş, şerif'e iki bin, ayarı tam halis altın, Mekke ve Medine'deki seyyid ve şeriflere ve muhtaç kimselere sarfedilmek üzere yedi bin altın göndermiş ve onun duasını talep etmiştir. Bu sırada Mekke şerifleri Memluklulara tabi bulunmaktaydı (Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1984, s. 4 vd.). Mekke'nin 1924 yılında Vahhabiler tarafından işgaline kadar şerifler Mekke'nin yönetimini ellerinde tutmuşlardır. Öte taraftan cumhuriyetin kurulmasından sonra, halifeliğin kaldırılmasıyla diğer bir çok dini müessese ile birlikte Nakıbul-Eşraflık kurumu da kaldırılmıştır.

Ömer TELLİOĞLU


3-)Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir." (Hadis-i şerif-Üsüd-ül-Gabe)

2. Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler.

Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam. Zira Resulullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara layık oldukları tazimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum. (Ubeydullah-ı Ahrar)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


  • D-8 de uçak ve uyduda'babayiğit'arıyor D-8 Ekonomik İşbirliği Örgütü'nün yeni genel sekreteri Seyyid Ali Muhammed Musavi, bir örgüt olarak D-8'in de hayalleri olduğunu belirterek,'Bir D-8 markası oluşturmak istiyoruz.

Sizde içinde Seyyid kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Seyyid kelimesi anlamı 1383 defa okunmuştur. [240141] Seyyid kelime anlamı, Seyyid nedir, Seyyid ne demek, Seyyid sözlük anlamı

Paylaş