Tarih Nedir

Tarih Nedir ? Tarih Ne demek ?

1-)Alm. Geschicte (f), Fr. Histoire, İng. History. Sosyal ilimlerden. Tarih, Arapça bir kelimedir. “Anılmaya değer hadiselerin hikayesi” manasına gelir. Batı dillerindeki karşılığı “İstorya” olup, “araştırılmış haber” manasındadır. Kelime manası dardır. Geniş manada ise, herhangi bir nesnenin geçmişini kucaklayan bir bütün demektir. Sosyal ilimlerden olan tarihin çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunlardan bazıları:

Tarih, hadiselerin ilmidir.

Tarih, neticeleri sebeplere bağlayan ilimdir.

Tarih, insanlığın hakiki romanıdır.

Tarih, insanlığın topyekun tecrübesidir.

Tarih, ibretler hazinesidir.

Tarih, milletlerin hafızasıdır.

Tarih, vesikalar vasıtasıyla, maziyi tesis teşebbüsüdür.

Tarih, geçmişteki insan münasebetlerinin incelenmesidir.

Tarih, mazideki hadiselerden, istikbal için dersler, neticeler çıkarmak ilmidir.

Tarih, ne bir model, ne de milli seciyenin mektebidir. Tarih, sadece tarihtir. Harsa (kültür) değil, fikre, muhakemeye ve nihayet ilmi tetkiklere zemindir. Tarih, insan topluluklarının hayatlarını, kültür ve medeniyet sahasında yapmış oldukları ilerlemeleri, zaman ve mekan göstererek ve doğru olarak inceleyen ve nakleden bir ilimdir.

Tarih, insanların zaman ve mekan içinde geçirdikleri gelişmeleri ve bu insanların psiko-fizik hareketlerini, bu hareketlerin sebep-netice münasebetlerine dayanan ortak değerlerini araştırır ve tasvir eder. Burada tasvir etmek ortaya koymak olup, psiko-fizik hareketler de tarihin kendisidir. Tarihi insanlar meydana getirir. O halde bütün tarihi olaylar da insanın psiko-fizik hareketlerinden, yani ruhi hadiselerin insandaki fiziki şekillerinden doğar.

İnsanların psikolojik halleri tamamen farklıdır. Bu sebeple meydana getirdikleri hadiseler de farklı olacaktır. Bütün hadiseler psikolojik hallerden meydana gelir ve tarihte her olay, ayrı bir ünite olarak mütalaa edilir. Psiko-fizik hareketlerde fert psikolojisi olduğu gibi, halk psikolojisi de vardır. Bir tarihi hadise tasvir edilirken o günkü psikolojik vasat da dikkate alınmalıdır. Tarihi olaylar üç kısımdır:

1. Ferdi olaylar ve faaliyetler: Bunlar bir kere vukua gelen olaylardır. Bunların tarihi tetkik konusu olabilmesi için hususiyetlerinin araştırmaya değer olması gerektir. Tarihçi bir olayla ilgilenmek için şu kıstasları arar:

Olay vaki olduğu zaman kendi devrinde etki yapmış mıdır? Olay vaki olduğu yerden başka bir yerde tepki uyandırmış mıdır?

2. Tipik faaliyetler: Bunlar birçok ferdin aynı şekilde tekrarladıkları olaylardır. Bu olaylarda, bunlara iştirak eden fertlerde müşterek esaslar vardır. Âdetler, günlük yaşama itiyatları, inançları vs. tipik faaliyetlere girer. Türkler için domuz beslememek gibi.

3. Kollektif faaliyetler: Bu faaliyetler, bir toplumun veya birçok kişinin gösterdiği hareketlerdir. Mesela inanmak, savaşmak ve medeni şekilde yaşamak gibi. Medeniyet, muhtelif devletler arasında inanılan ve kabul edilen müşterek kıymetlerdir. Kollektif bir faaliyettir.

Tarihi olaylarda sebepler: Her tarihi hadisenin diğer tarihi olaylarla iki çeşit münasebeti vardır. Bu da, olaylar arasında sebep-netice bağlantısını meydana koymaktır.

a) Umumi sebepler, genel bağlar veya şartlar: Bütün toplumlar için yürürlükte olan sebeplerdir. Bu sebepler üstün olma arzusu, fütuhat, din heyecanı, iktidar cazibesi, iyi yaşama arzusu vs.dir.

b) Özel sebepler: Tarihi olayın cereyanı sırasında içinde bulunduğu ve kendilerine değer kazandıran sebeplerdir.

Tarih ilmi, incelendiği mevzuya göre, iki kısma ayrılır. Dünyadaki bütün cemiyetlerin siyasi hayatından bahsedip, kültür ve medeniyetlerini inceleyen tarihlere Umumi Tarih; yalnız, bir yahut birkaç devletin siyasi hayatını ve kültürünü nakleden tarihlere de Hususi Tarih denir. Umumi Tarihin mevzuları ve muhteviyatı çok geniş olup, Milli Tarih denilen Hususi Tarih de kısmen içindedir. Tarih, incelediği mevzuya göre, Siyasi Tarih ve Medeniyet Tarihi olmak üzere de bölümlere ayrılır. Siyasi tarih, siyasi hadiseleri inceleyip, nakleder. Medeniyet tarihi de, kültür ve medeniyetlerden bahseder.

Ayrıca; milli veya umumi askeri hadiselerden bahseden Askeri Tarih, edebiyatın gelişmesini konu edinen Edebiyat Tarihi, daha çok mimari ve resim sanatının zaman içindeki seyrini anlatan Sanat Tarihi ve filozoflarla felsefe mekteplerini inceleyen Felsefe Tarihi gibi özel muhtevalı tarih çeşitleri de vardır. Bunlar sadece kendi konularını işlerler. Kendi sahalarında derinleşmiş olmalarına rağmen insanlık tarihi hakkında umumi bir bilgi ve görüş vermezler.

Tarihin faydası: Tarih, yaşayan nesillere ışık tutan binlerce hadiseyle doludur. Tarih, yaşayan nesillere örnek olacak binlerce dahinin ve kahramanın hayatını, eserlerini ve çalışmalarını dile getirir. Yine tarih, binbir facia tablosu çizerek yaşayan nesillere ibret levhaları gösterir.

Bu bakımdan tarih ilmi pratik, beşeri, milli ve bütün ilimler açısından faydalı bir ilimdir. Tarih ilmi pratik bakımdan geçmiş olayları bize öğrettiği, kendimizi tanımamıza yardım ettiği için faydalıdır. Zira insanın gayesi, bir bakıma kendini bilmek, tanımaktır. Tarih, geçmiş olaylardan dersler alıp, geleceği düzenlemek için, faydalı olur. Gelecek için bir takım sezgilerde bulunmak tarih bilenler için daha kolaydır. Hatta bu açıdan meseleyi ele alanlar, tarihin geçmiş olaylardan istikbal için dersler, neticeler çıkarmak ilmi olduğunu söylerler.

Tarih, insanları idare edecek kimselerin mutlaka bilmeleri icabeden bir ilimdir. Tarihteki başarılı devlet adamları ve İslam devletlerinin hükümdarları daima tarihle meşgul olmuşlardır. Gazneli Mahmud’un yanında ortaçağın büyük alimi meşhur tarihçi El-Biruni bulunuyordu. Timur Hanın yanında daima tarihçiler bulunur; kendi sebep olduğu tarihi olayları da doğru şekilde tarihe geçirtirdi. İslam tarihini çok iyi bilen Fatih Sultan Mehmed Hanın sarayında biri Latince diğeri Yunanca bilen iki katip bulunuyor ve bunlar padişaha eski çağlar tarihini öğretiyorlardı.

Tarih, ilmi, beşeri bakımdan, yani insani yönden de faydalıdır. İnsanlığın gerçeklerini, iyi ve kötü hallerini açıkça belirtir. Gerçekleri ortaya koyarak insanlığa iyilik ve kötülüğün ne olduğunu öğretir; beşeri ahlakın yükselmesini sağlar. Tarih milletlerin ahlakını aydınlatır, takviye eder ve toplumda ahlak şuurunu uyandırır. İnsanlığın gelişmesinde tarihin büyük önemi vardır. Tarih insanlarda manevi kıymetleri arttırır, ahlak şuuru uyandırır.

Tarih milli bakımdan çok faydalı ve zaruridir. Milli tarihler o millet mensubunun vatan sevgisini besler, milli hissini kuvvetlendirir. Milli his ve vatan sevgisi tarihle gelişir. Toprak çorak da olsa, üzerinde bir ot bile bitmese, vatan toprağı olduğu için kutsaldır.

Tarih bütün ilimler bakımından faydalıdır. Gelişmesini öğrenmek isteyen bütün ilimler için tarih, araştırıcı metodlarını kullanır. Sosyal ilimler kadar, özel metodları olan tabii ilimler de gelişmelerini tarihin metodlarıyla öğrenebilirler.

İlimlerin tarihe olan ihtiyacı ve ehemmiyeti devrimizde de layıkıyla anlaşılmış, hatta “ilimler tarihi” bağımsız bir ilim şubesi olmuştur. Bu sahada şimdilik sadece müsbet ilimlerin tarihi tetkik edilebilmektedir. İlerde beşeri ilimlerin de tarihleri tetkik edilebilecektir. Şu halde her ilim, belirli bir tarih mefhumunda birleşmektedir. Tarih olmaksızın bu ilimlerin ne özünü, ne gelişmesini, ne de ulaştığı merhaleyi bilmek mümkün olmaz. Yenilik peşinde koşan ilimler için tarih, en büyük yardımcıdır. Zira mazi bilinmedikçe istikbal bilinmez. Bütün medeniyet, kültür ve olgunluğun başı insanlığın tanınması, insanın kendisini tanımasıdır denilebilir. Şu halde her toplum ve cemiyet, kendisini ve beşeriyeti tanımak istediği zaman tarihe önem vermek mecburiyetindedir. Tarihe önem vermeyen milletler, ilimlere ve kültüre karşı nasipsiz toplumlardır. Tarih, önce milli topluluklara, sonra beşeriyete büyük hizmetleri olan değerli ve azametli bir ilimdir.

Tarihin gayesi: Bir ilim dalı olarak tarihin gayesi, geçmiş devirler silsilesi içinde insanlığın macerasını hadiseleri naklederek ortaya koymaktır. Tarihçinin asli vazifesi de budur. Tarihçi bu vazifesini yaparken inanılır ve güvenilir olmak için belgelere ve diğer delillere dayanmak zorundadır. Geçmişteki hadiselerin ortaya çıkarılışında yüzde yüz bir kesinlik sağlamak mümkün değildir. Fakat elde edilen bütün vesikalar incelenerek ve dürüst kalınarak gerçeğe yakın neticelere varmak mümkündür. Vesikaların azlığına çokluğuna göre hakikate varmak değişir. Eski devirlere ait vesika, çok azdır. Yakın geçmişe ait vesika ise çok fazladır. Tarihçinin eski devirlere ait bulduğu neticeler vesika azlığından; yakın devre ait neticeler de, vesikalar çok fazla olup, hepsini incelemeye yeterli vakit bulamadığından mutlak doğruluktan uzaktır. Daima çeşitli eksiklikler taşıyabilir. Geliştirilen çeşitli tarih metodları hakikati bulmakta yardımcı olarak kullanılır.

Tarih görüşleri: Tarih; olayları yer, zaman ve kişi zikrederek anlatan bir ilim olarak bilinir. Ancak insanlığın başından geçen birçok olayın sebepsiz ve maksatsız olmayacağı da aşikardır. Tarihi olayları hazırlayan sebepler ve insanlığı bu olaylara sürükleyen maksatlar düşünülerek tarihteki olayların çeşitli yorumları ve sınıflandırılmaları yapılmıştır. Tarihi hadiseleri yazan veya tetkik eden yazar ve araştırmacılar, maddi ve manevi çeşitli telakkilerle hareket ettikleri için hadiselerin birbirinden farklı izahları ortaya çıkmıştır.

Bazı ülkelerde milli tarihlerde de görülen bu durum bilhassa beşeri tarihin izahında birçok tarih görüşünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Tarihçinin inanç, dünya görüşü, idrak gücü ve niyetinden de tarih felsefeleri teşekkül etmiştir. Batıdaki tarih felsefeleri; Teokratik ve Düalist, Materyalist, Pozitivist, İdealist, Ekspresyonist, Hümanist, Modern tarih görüşleri olarak sınıflandırılır.

Teokratik tarih görüşü: Burada insanlık tarihi kutsal hükümranlık esasına dayanır. Dinlerden ve imandan bahseder.

Düalist görüş; ikiciliği, yani ruh ve madde, iyilik ve kötülüğü esas alır.

Materyalist tarih görüşü, maddecidir. Materyalistler, tabiat ve cemiyet hadiselerinin esasını iktisadi sebeplere bağlayarak, insanlar arasındaki meseleleri sınıf mücadelesi şeklinde anlar ve izaha çalışırlar. Kurucusu Karl Marks’tır.

Pozitivist tarih görüşü: Tarihi sosyal ve tabii ilimlerin neticesi olarak alır. Kurucusu August Comte’tur.

İdealist tarih görüşü: İnsanların hürriyete kavuşabilmesi için şahsiyetten ziyade, devletin hesaba katılmasını esas alır. Tarihi, milletler mücadelesi olarak düşünür. Kant tarafından ortaya atılıp, Fichte ve Schiller tarafından sistemleştirildi.

Ekspresyonist tarih görüşü: Çağdaş sanattaki ekspresyonizmden ilham alınarak geliştirilen bu tez, tarihi, insan hayatının meydana gelişine bir vasıta kabul etmektedir. Bunlara göre, hayatta, tarihçilerden öğrenilen değil de hisler esastır. Destanlara önem verirler. Frobenius ve Spengler tarafından kuruldu.

Hümanist tarih görüşü: İnsanın dünyaya hakim olması için yaratıldığını ileri sürüp, tarih, ayrı millet ve cemiyet değil de bir insanın fiilleri, fikirleri ve medeniyeti olarak kabullenilir. Alman filozoflarından Herder ve Lotze bu fikrin müdafaacısıdır.

Modern tarih görüşü: Tarihin insanın kendi ilmi olduğunu müdafaa edip, insanlık mevzuunu işler. Kurucusu Vico’dur.

Batılı tarihçiler, tarihi, tarihten önceki zamanlar ve tarih zamanları olarak ele alıp, bölümlere ayırır. Tarihten önceki zamanlar; yontma taş, cilalı taş ve maden devri olarak üç bölüme, bunlar da kendi içlerinde çeşitli bölümlere ayrılmasına rağmen tarihlerde kesinlik yoktur. Tarih zamanları ise, ele geçirilen en eski tarihi belgelerden yazılı olanlarının devri esas alınarak başlatılır. Batılı tarihçilerin bugünkü tespitlerine göre ilk yazılı belgeler Mezopotamya kavimlerine kadar uzanmaktadır. Daha evvel yaşamış kavimlerin de yazıyı kullandıkları muhakkaktır. Ancak henüz bir iz bulunamamıştır.

Batılı tarihçiler, yazının kullanılışından Batı Roma İmparatorluğunun yıkılış tarihi olan M.S. 476’ya kadar olan devri Eskiçağ ve İlkçağ ismiyle anmakta; M.S. 476’dan Türkler tarafından İstanbul’un fetih tarihi 1453’e kadar geçen zamana Ortaçağ, 1453’ten 1789 Fransız İhtilaline kadar geçen zaman dilimine Yeniçağ, bundan sonraki devreye de Yakınçağ adını vermişlerdir.

Oysa İslam alimlerine göre “yazının bulunuşu” ile başlatılan şey “tarih” değil “tarih ilmi”dir. Tarih ise insanoğlunun kendi macerasını yer ve zamana bağlıyarak biriktirmesiyle gelişmiştir. Âlimlere göre insanoğlunun tabiata çizdiği her iz bir tarih belgesidir. Bu sebeple İslam tarihçileri işe, hazret-i Âdem’le başlarlar ve oradan günümüze ulaşmaya çalışırlar.

İlk insan yani hazret-i Âdem hakkında bilgi, yalnız ilahi dinler tarafından bildirilmektedir. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde bildirilen ve İslam alimlerinin kitaplarında yer alan bilgiler doğru ve geniştir. Kur’an-ı kerim’de ilk yaratılan insan Âdem aleyhisselam olduğu gayet açık bir ifadeyle kesinlik kazanır. Âdem aleyhisselam medeni olarak yaşadı. Kendisi ilk insan ve ilk peygamberdir. Hazret-i Âdem’e Allahü teala on suhuf kitap göndermiştir. Hazret-i Âdem okur-yazardı. Kendisi, evlatları ve torunları demircilik, dokumacılık, çiftçilik, fırıncılık gibi sanatları bilirler ve medeni yaşarlardı.

Batılı tarihçilerin öne sürdüğü mağara hayatı ve vahşi insanlar, hazret-i Âdem ve çocuklarının değil, tarih içinde çeşitli zamanlarda ve dünyanın bazı bölgelerinde yaşamış vahşi kabilelerin hayatıdır. Günümüzde de Afrika, Asya ve Amerika’da vahşi insanların yaşadığı bir gerçektir. Bunlara ve hayat tarzlarına bakarak 20. yüzyıl insanlığının hayat seviyesini tespit etmek ne kadar yanlışsa, hazret-i Âdem ve çocukları için de aynı durum mevzubahistir.

İslam dünyasındaki tarihçiler, ilk insan ve geçmiş kavimler hakkındaki temel bilgilerini Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden almışlardır. Müslüman tarihçilerin beşeri tarih olarak yazdıkları Peygamberler Tarihi şeklindedir. Bu şekillenme, İslam dininin bildirdiği iman ve itikat esaslarından doğmuştur. Kur’an-ı kerim’de bildirilen geçmiş kavimlere ait ibret verici kıssaların özü, kendilerine gönderilen peygambere inanıp inanmamaları ve Allahü tealanın bildirdiği dinlere uyup uymamaları ve bu hallerinden doğan neticeler şeklindedir.

Eski kavimlerden birçoğunun zamanları içinde yüksek medeniyetler kurdukları, refah ve bolluk içinde yaşadıkları Kur’an-ı kerim’de açıkça tasvir edilmektedir. Ancak bunlardan peygamberlere inanmayan ve gösterdikleri yolda gitmeyenler çeşitli azaplarla cezalandırılmışlar, kendileri ve medeniyetleri yok edilmiştir.

Nuh Tufanı, hazret-i Lut kavminin yere batırılışı, hazret-i Şuayb’ın kavmine gökten ateş yağdırılması bunların meşhurlarındandır. İslam tarihinde son peygamber hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve dört halife devri olayları geniş anlatılır. İslam tarihinde tarih zamanları çağlara ayrılmaz. Ancak İslam dininin bildirilmesinden önceki küfür ve şirk zamanlarına “cahiliyye devri” denir. Hazret-i Peygamberimizin yaşadığı döneme de “Asr-ı Saadet” denir. “Asr-ı Saadet”, tarih boyunca, kıyamete kadar insanlığın üzerinden geçen en şerefli ve en kıymetli zamandır. Bundan sonra gelen “Hulefa-i raşidin devri” de kıymetli bir zaman dilimidir. İslam dininin başlangıcındaki ilk iki asrın kıymetli olduğu da hadis-i şerifle bildirilmiştir.

İslam Tarihinde bundan başka asır ayrımı yapılmaz. Dört Halife devrinden sonrakiİslam Tarihinde zamanlar hanedanlara göre isimlendirilir. Emeviler Devri, Abbasiler Devri vs. gibi. İslam devletlerinin çoğunun ismi de hanedanlara göre verilmiştir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, Eyyubiler, Timurlular vs. gibi.

İslam dünyasında yazılmış tarih kitaplarında umumiyetle eski peygamberler ve Peygamberimiz hazret-i Muhammed, Hulefa-i raşidin, Emeviler ve Abbasiler devirleri ortaklaşa mevcut olup, bundan sonra yazıldığı devletin ve hanedanın tarihi teferruatlı olarak anlatılmıştır. Türk ve İslam aleminde hususi tarihçiler olduğu gibi devletlerin de zamanın hadiselerini kayıtla vazifelendirilmiş memurları vardı. Bunlara şehnamenüvis, vak’anüvis denirdi. Bunlar sultan veya devlet adamlarının keyfi memurları olmayıp, resmi vazifelilerdi. Modern tarih usulünde de şehnamenüvis veya vak’anüvislerin eserleri devrinin birinci elden kaynağı kabul edilir.

İslam aleminde; Siyer, Megazi, Tabakat, Fütuhat’tan umumi tarihi eserlere doğru kitaplar yazıldı. Meşhur tarih kitaplarından bazıları şunlardır:

İbn-i İshak’ın Siret-i Resulillah, İbni Hişam Humeyri’nin Siret-i Resulillah’ın şerhi olan Siret-i İbn-i Hişam, İmam-ı Kastalani’nin Mevahib-i Ledünniyye, İbni Sad’ın Tabakat-ül-Kübra, Yusuf Nebhani’nin El-Envarül-Muhammediyye, Huccetüllahi Alelalemin fi Mucizat-ı Seyyid-il-Mürselin, Vakıdi’nin Megazi, Süheyli’nin Ravd-ul-Ünf, Ayni’nin Ikd-ül-Cüman, Miskin Mu’in’in Me’aric-ün-Nübüvve, Abdülhak-ı Dehlevi’nin Medaric-ün-Nübüvve, Zehebi’nin Tarih-ül-İslam, İbn-i Hilligan’ın Vefeyat-ül-A’yan, İbn-i Esir’in Kamil fit-Tarih, İbn-i Cerir Taberi’nin Taberi Tarihi, Ebü’l-Ferec ibn-iCevzi’nin El-Muntazam fi Tevarih-il-Ümem, İbn-i Haldun’un Kitab’ül-İber, Mukaddime, Ebü’l-Mehasin’in En-Nücumüz-Zahire fi Mülukı Mısır vel-Kahire, Suyuti’nin Hüsn-ül-Muhadarat, İbn-i Tagriberdi’nin Ed-Delail fi Ma’rifetil-Evail, Süyuti’nin Tarih-ul-Hulefa, Nüveyri’nin Nihayet-ül-Arab fi Fünun-ül-Âdab, Beydavi’nin Nizamü’t-Tevarih, İbn-i Asakir’in Tarih-i Dımaşk, Hatib Bağdadi’nin Tarih-i Bağdad, Beyhaki’nin Tarih-i Beyhaki, Cüzcani’nin Tabakat-ı Nasıri, Reşideddin’in Cami’ut-Tevarih, Ebu Kasım Abdullah bin Abdülhakem’in Fütuh-ı Mısrı vel-Magrib, Belezuri’nin Fütuh-ul-Büldan ve Ensab-ül-Eşraf, Ebü’l-Fida’nın El-Muhtasar fi-Tarih-il-Beşer, İbn-i Kesir’in El-Bidaye ven-Nihaye fit-Tarih, İbn-i Sabuni’nin Telkih-ül-Efham fi Mü’telef vel-Muhtelef, Taşköprüzade Ahmed bin Mustafa’nın Şakayik-i Numaniye, Biruni’nin Âsar-ül Bakiye, Hafız-i Ebru’nun Cami-üt-Tevarih, NişancızadeMuhammed bin Ahmed’in Mir’at-ı Kainat, Seyyid Eyub Urmevi’nin Menakib-i Cihar-Yar-ı Güzin, Ahmed Cevded Paşanın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, Zeyni Dahlan’ın El-Fütuhat-il-İslamiyye, Halebi’nin İnsan-ül-Uyun’u.

Osmanlı Devleti zamanında yazılan tarih kitaplarından da, Âşık Paşazade’nin Âşık Paşazade Tarihi de denilen Tevarih-i Âl-i Osman, Neşri Mehmed’in Cihannüma, Dursun Beyin Tarih-iEbü’l-Feth, Kemal Paşazade’nin Tavarih-i AliOsman, İdris-i Bitlisi’nin Heşt Behişt, Hadidi’nin Şehname-i Âl-i Osman, Gelibolulu Ali’nin Künhü’l-Ahbar, Hoca Sadeddin Efendinin Tacü’t-Tevarih, Edirneli Mehmed Efendinin Nuhbetü’t-Tevarih ve’l-Ahbar, Selaniki Mustafa Efendinin Tarih-i Selaniki, Lütfi Paşanın Lütfi Paşa Tarihi olarak bilinen Tevarih-i Ali Osman ve Asafname, Celalzade KocaNişancı Mustafa Çelebi’nin Tabakatü’l-Memalik, Katip Çelebi’nin Fezleke ve Takvimü’t-Tevarih, Muslihiddin Mehmed Lari’nin Miratü’l-Edvar ve Mirkatü’l-Ahbar, Karamani Ahmed bin Yusuf’un Ahbarü’d-Düvel Âsar’ül-Üvel, Hazerfen Hüseyin Efendinin Tenkihü’t-Tevarih, Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendinin Camiü’d-Düvel, Naima olarak tanınan Mustafa Naim’in Naima Tarihi, Şirvani Ebu Bekir Efendinin Vessaf Tarihi, Osmanzade Taib Ahmed Efendinin Hadikat-ül-Müluk, Ahmed Lutfi’nin Tarih-i Lütfi, Ahmed Cevdet Paşanın Tezakir, Maruzat, Tarih-i Vekayi-i Devlet-i Âliyye, Mahmud Celaleddin’in Mir’at-ı Hakikat, Abdurrahman Şerefüddin Beyin Tarih-i Devlet-i Osmaniyye, Franz Babinger’in Die Geschihtshreiber Osmanen und ihre Varke, Hammer-Purgstall’in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi isimli eserler meşhurdur.


2-)TARİH



Tarih, insanoğlunun hayat faaliyetlerini en kapsamlı bir şekilde ele alan sosyal ilimlerin basında gelmektedir. Çünkü tarih, geçmişin bilgisini bize getirmektedir. Özellikle belirli bir toplunun bilgisidir bu. Ama bazen aynı kaderi taşıyan birkaç toplumun geçmişi ve birbirleri ile olan ilişkisi de tarihin belirli bir alanı içerisinde incelenir. Bu durum, genelde en büyük belirleyici olan "din faktörü"nün ortaklığı ile gerçekleşir.

Tarihi çalışmaların ilmi bir noktaya ulaşması, onun kendine ait bazı kanunlar bulmasıyla gerçekleşmiştir. Böylece o, bulduğu genel ve evrensel yasalarla gerek şimdiki gerekse geçmişteki benzer olayları rahatlıkla yorumlayabilecektir. İşte bu tarihe "ilmi tarih" adı verilmiştir (March Bloch, Tarihin Savunması ya da tarihçilik mesleği, 1985).

Tarih çalışmalarını ilmi bir metotla ele almanın gerekliliği ortada iken, bizzat tarihin kendisi, "sosyal bir ilim" olması sebebiyle ait olduğu toplumun değer yargılarını yansıtır. Böylece pozitif ilimlerin "genel geçerliliği"nden farklı bir yapıya kavuşur.

Tarih dökümanları genellikle karmaşıktır. Bu dökümanlar, ilimden ziyade edebiyata yakın düşünce, duygu ve hayalin ürünü olan ve yazıldığı ya da yaşandığı ortamın şartlarıyla sınırlı siciller topluluğu, eserler, izlenim ve düşünceler, yazılı ve sözlü haberlerdir. Bunun için fertlerin yetkinliğinin farklılığından, zaman ve mekan değişikliğinden dolayı belirlenmiş yasalara boyun eğmezler. Dolayısıyla tarihçi görevi daha çok bir yorumlayıcı ve değerlendirici niteliktedir.

Tarihçinin analizi ispatlanabilir gerçekler üzerine değil, mantık ve rasyonalite üzerine örülüdür. Bu yönüyle tarihçinin görevi, bir ilim adamından çok, felsefecinin görevine yakındır. İlmi tarih, nakli tarih gibi, içinde bulunduğu anı değil, geçmişi içine alır (Aziz Duri, İlk Dönem İslam Tarihi, 1992).

Tarih, aynı özelliğe sahip bir toplum tipini ele alıyorsa, ister istemez bu toplumun her yönü ile ilişki halinde olmalıdır. Bu husus, Raymond Aron tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Toplum, yaşayan bir organizmayla karşılaştırılabilir. Eğer üzerinde çalışacağımız ya da gözlem yapacağımız bir organı, canlının bütününden bağımsız olarak değerlendirirsek, yanlış bir metodoloji izlemiş oluruz. Aynı şekilde, devlet politikası üzerinde çalışırken de onu toplum bağlamından yalıtırsak, onu anlamamış oluruz. Dinamik hareketlilik ise, toplumların ard arda geçiş aşamalarını inceleyen bir kategoridir (Mutahhari, Tarih ve Toplum, 1988).

Hiçbir alim, tarihçi kadar uçsuz bucaksız alanlarda hükmetmemiş, karar vermemiştir. Tarihçi, geçmişin muhasebe ve muhakemesini yapmakta, hadiseler, şahıslar ve milletler hakkında hükümler vermektedir. Hükümleriyle bazen topyekün bir toplumu mahkum etmekte, bir diğer cemiyeti şan ve şerefe boğmaktadır. Hadiseler değişmez. Şüphesiz tarihi yapan şahıslar ve topluluklar da aynı şahıs ve topluluklar olarak kalır. Fakat değer hükümleri, tarihçiden tarihçiye bazen hayret uyandıracak derecede değişir.

Tarihe içinden bakmak, yani ele alınan devrin şahıslarıyla hasır neşir olmak, devrin toplumunun bütün problemlerini, dünyanın o çağdaki bütün akım ve eğilimlerini bilmek, tarihçi için kafi değildir. Ele alınan konuya, objektif olarak yaklaşmak lazımdır.

Bugünü anlamak, gelecek için hazırlanabilmek için, sağlam ve doğru bir tarih bilgisi şarttır. Başarılı ve büyük devlet adamları iyi tarih bilen adamlardır. Hareket edilen nokta bilinmeksizin, yönelecek hedefi bulmanın imkanı yoktur. Bugün "gelişmiş ülke" diye anılan ve sayıları 172 dünya devleti arasında hiçbir zaman 2525'i geçmeyen devletlerde tarih ilmi, son derece ilerlemiştir. Bu milletler, tarihlerini en inœ teferruatına kadar incelemişler, bütün tarih kaynaklarını yayınlamışlar, ilmi eserlerin bile halka mahsus baskılarını yapmışlardır. Netice olarak bu milletlerde, çok canlı bir tarih şuuru teşekkül etmiştir. Misal olarak Avrupa ve Amerika'dan değil, medeniyetler beşiği Asya'dan örnek vermek isteriz. Bugün gelişmiş devletler arasında sayılan yalnız iki Asya devleti vardır: Kıtanın doğu ucunda Japonya ve batı ucunda İsrail. Her ikisinde de tarih şuuru, en ileri derecededir (Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, 1983).

Tarih, geçmişler hakkında bilgi alma ve haberden ibaret değildir. Tarih, yalnızca önceden olmuş hadiseler değildir. Tarih, bir asırdaki bağımsız kültürlerin, bağımsız medeniyetlerin, bağımsız toplumların, belirli kavimlerin ve ırkların incelenmesi değildir. Tarih, şimdiki zamanı ortaya çıkarmış olan bir geçmiştir. Tarih, geleceğe dönük bir harekettir. Tarih, insan türünün ömrüdür. Gerçek bir insan gibidir. Doğumundan şimdiye kadar ki ömür sürecinin üzerinden seneler geçmiş, şahsiyet bulmuştur. İnsan çeşidi de ömrü boyunca tarihte hayat sürmüş ve şimdiki şekle ulaşmıştır.

Ferdin ömrünün, bütün kanunların esas ve genel usuller üzerinde olması, çözümleme ve tahlilin mümkün olması, gidişatının tahmin edilmesi gibidir. Çeşitli merhaleleri dikkatli, müşahhas, ilmi, mantıki ölçülere uygun olarak ard arda birbirlerine ulaşıyorlar ve birbirlerinden ayrılıyorlar. Binaenaleyh tarih, insanın geçmişini tanımak değildir. İnsanın ve insan toplumunun niteliğini, nasıl olduğunu, değişme kanunlarının sebeplerini ve faktörlerini, tekamülünü, hastalığını, zaafını, selametini ve kudretini tanımaktır. Bu tanıma ve güç sayesinde insan, toplumuna hakim olan ilmi cebr, değişme, rüşd, yıkılma, yükselme ve devrime kendi iradesini şuurlu bir şekilde nasıl yükleyeceğini bilmiş olur. Tarihi takdire ulaşmakla kendi toplumu ve hürriyeti takdirini de yerine koymuş olur. Botanik, Zooloji ve tabiat ilminde hayat ve hareket kanunlarının keşfi ile onlara hakim oluyordu. Her zaman onların egemenliği ve tabiatın cebri altında olacağı yerde, onlara hakim oluyor, tabiatın cebrini kendi hizmetine alıyor. Tarihi tanıması ile tarihin cebrine gem vuruyor. Kendisinin niteliğini keşfetmekle, "kendi olmasını", kendi isteği ile kendi insiyatifine alıyor. Bu şekilde insan, sadece kendini tanımaya değil, belki de yapıcılığa ve eşitçiliğe ulaşıyor. Bu tabiat ve tarihin elleriyle yaratılmış olan mahluk, kendisinin, tabiatın ve tarihin gerçek yaratıcısı olan Allah'a dönmüş oluyor. Burası dinin dediği gibi, insanın, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olması hakikatinin tecelli ettiği yer oluyor.

Tarihten hedef, sadece tarihte gizlenmiş olan meçhulleri ve kanunları bulmaktır. O kanunların ve meçhullerin bulunması, tarihin incelenmesi dışında mümkün değildir. Bu hedefe dikkat ederek, benim fikrime göre, tarihi tanımak için ilmi bir metot olan "insanı tanımak"tan istifade etmek gerekir. Çünkü tarih, aynen bir şahıs gibi bütün zaman boyunca, tabiatın içinde kendinde mevcut olan kanunların esası üzerinde, zati özellikleri ve kendi mahiyeti ile yaşamaktadır (Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi, 1987).

Tarih ve sosyolojinin birbirleri ile olan yakınlığı göz ardı edilemeyecek bir şekildedir. Hatta bu özellikten dolayı, bazen birbirlerinin rolünü bile üstlendikleri görülmektedir. Prof. Braudel, "Tarih ile sosyoloji, aynı kumaşın tersi ile yüzü gibidir" demektedir. Çünkü her ikisi de insanın ve toplumun temel özelliklerini belirlemeye ve gelişim çizgisini açıklamaya çalışmaktadırlar.

Aslında tarihe kazandırılan bu yeni mana, son yılların bir ürünüdür. Tabiatıyla her disiplin, ele aldığı konuları daha iyi açıklayabilmek için metot ve muhtevasında bazı değişiklikler yapmak durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla tarihin sosyal bir nitelik kazanması, onun toplumsal faaliyetleri bütünüyle ele almasının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.

Bugün, toplumun veya kültürün sadece belli kesimini veya sadece bunların faaliyet alanını konu edinen kısıtlı ve dar bir tarih anlayışına ortak yer verilmemektedir. Tarih, bütün kültür sahasını içine almaktadır. Burada ortaya çıkan tarih anlayışı İngilizlerin "kültür tarihi" ve Fransızların "ekonomik ve sosyal tarih" kavramlarıyla ifade etmek istedikleri tarih anlayışına tekabül etmektedir. Bu, üretim, mübadeleler ve sosyal münasebetler seviyesinde kavranan, düşünceyi ve duyguyu, ahlak ve estetiği içine alan toptan bir medeniyet tarihidir. Gerçekten dini tarihi, sosyal tarihten; hukuki müesseseler tarihini bu müesseseleri değişikliğe uğratan ve yok eden siyasi kargaşalıklar tarihinden ayırmak mümkün değildir. F. Braudel'in dediği gibi tarih; kültürel ve sosyal, kültürel ve siyasi, sosyal ve iktisadi, iktisadi ve siyasi ve bunlar gibi sayısız manzaralar arasındaki komşulukların, ortaklıkların ve sonsuz etkilerin bütünüdür.

Bu ilişkileri 16. asırda dünyada ilk defa gören ve sosyal ilimlerin temeli olarak tarih ilmini kuran İbn Haldun olmuştur. Onun anladığı tarih "Umran ilmidir" ki, bu sosyal tarihi yani, kültürlerin ve medeniyetlerin tarihinden başka bir şey değildir (Yaşar Yücel, Bahattin Yediyıldız, Tarih ve Kültür, 1991). İbn Haldun, ilk defa tarih ilminin, olayların sadece görünen yönü ile yetinilmemesini, bu arada onların arkasında yatan gerçek sebeplere eğilinmesini dile getirmiştir. Bu konudaki görüşü şöyledir: "Tarih, zahiri itibariyle devletlerin ve çağların haberlerine bir şey eklemez. Oysa iç yapısında, bir görüşü, bir araştırmayı, varolanlar ve onların varoluş ilkeleri konusunda sağlam bir tümevarım gerektirir. Tarihi bu batıni yönüyle bilmek demek, olayların niteliğini ve derinden akan sebeplerini bilmek demektir. Bu yüzden bu ilim hikmetle soydaş, kökü derin bir ilimdir ve hikmet ilimlerinden sayılmaya yeterince layık ve uygundur" (Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Gelişmenin Yasaları, 1987).

Tarih ilmiyle uğraşanlar, zamanla tarihin durağan bir bilgi yığını olmasından rahatsızlanarak, olaylar arasındaki ilişkilerin kanunlarını bulmasını arzu etmişlerdir. Gelişmeci olarak toplumların bir dönemden diğer bir döneme geçiş merhalesini irdeleyen kanunlara da toplumların "oluşum kanunları" adı verilir. Kısaca tarih, üçüncü disiplin gereğince, toplumların bir merhaleden diğer bir merhaleye geçiş kanunlarını inceleyen ilim dalıdır. Yoksa, biyolojide olduğu gibi, sadece onların hayat bilgisi ya da hikayesi değildir (Mutahhari, 1988).

Tarihin gerçek tarifine bağlı olarak, insan gelişiminin ilmidir denebilir. Ve bu, öyle bir mevzudur ki, insanın yaratılış felsefesini ele almaktadır.

Tarih ilmi öyle bir hakikat ve vakıadan ibarettir ki, zamanın içinde cereyan etmekte, özel bir akışla seyretmekte ve değişmez ilmi kanunlarla hareket etmektedir. Zaman akışı içindeki tarihi bu hareketi boyunca meydana gelen sapma ve değişikliklerin, değişmez ve müşahhas ilmi kanunlar ve amillerle karşılaşması ve bir bütün halinde gérçeğin tahlili hep tarihtir (Ali Şeriat, Toplumbilime giriş, 1987).

Bütün bu gelişmelerden sonra, tarihe yeni bir mana ve görev yüklenmiştir. Bu haliyle tarih, özellikle batıda metafizik bir mana kazanan ve sosyal açıklamalar için başvurulan bir doktrin hüviyeti taşımaktadır.

Şimdi pek çok kişi tarihe, tabiatı aşan ve beşeri varoluşa bir mana kazandıran biricik insan yapısı kuşatıcı süreç gözüyle bakıyor. Hegelci metafiziğin ve onun sağ ve sol türevlerinin temel motifi tarih. Marksistler için tarih, esenliğin ta kendisi, insanın zihni çabasıyla ve iradesiyle tarihi denetim altına alması ve insan topluluğunun bütün düşlerini gerçekleştirecek bir malzemeye dönüşmesi hem mümkün, hem kaçınılmaz (Perviz Manzur, İslam ve Batı, 1991). Bu haliyle ister istemez, toplumsal açıklamaları kendine hedef gören tarih ve toplum felsefeciliği konusunu gündeme getirmek durumundayız .

İslam Tarihi:

İslam'ın tevhide daveti ve peygamber (a.s)'nin asrı, tefessüh etmiş, hurafelerle dolu, karışık bir ilme ve tarihi malumata sahip, aklı gönlüne, nefsi ahlakına, zulüm ve gazabı insafına galip bir toplum yapısına sahip bir milletle mücahede asrıdır. İslam, cahiliyyenin her müessesesine, fikir ve şahsiyetine karşı gerçekleştirilen tam bir inkılapdır.

Kur'an, aynı zamanda beşer tarihinden misallerle, hilkatten, peygamberlerin tevhid mücadelesinden, tarih boyunca geçmiş milletlerin ve ümmetlerin mücadelelerinden bahisle, Hatemünnebi ve Resul olan Efendimiz (a.s) ile başlayıp, bütün insanlığı kuşatan bir "ıslah hareketi" niteliğinde olan, İslam ta'lim ve tebliğini bildirir. Bu mesaj evrenseldir. Yine Kur'an; kainatın yaratılış hikmetlerini, insanların varoluş sebeplerini, arzın gezilip görülmesi, insanların farklı yaratılışındaki hikmetleri, canlı türlerinin ve ekolojik dengedeki fıtr yerini ve bu yaratılmışın Allah'ın mahza ayetleri olduğunu, insanların dil, din, ırk gibi farklı yaratılmasındaki hikmeti, tanışıp görüşmelerinin inceliklerini, mahlukatı nutfeden, eşyayı ise zerreden halk ettiğinin hikmetlerini, insanın ise bu makro ve mikro alemin merkezinde, Allah'ın halifesi olarak yüklendiği ve mesuliyetli olduğu kadar şerefli vazifenin hikmetlerini, Allah'a isyan eden milletlere, eski ve harab şehirleri dolaşmalarını, evvelkilerin akıbetlerini düşünüp, akıbetlerini tasavvur ederek, gerçek tarih yorum ve diyalektiğini bize haber vermektedir.

İlk müslüman tarihçiler, tarih ilminin gelişmesine kendilerinden evvelki toplumların bilmediği iki esas noktada katkıda bulunmuşlardır.

1. Yaşadıkları asrın tarihini (hayatlarının her yönüyle) tesbit ettiler.

2. İslam'dan önce, şahidleri sadece kazai konularda tatbik ettiler. Hakim, hak isteyenlerden, bizzat olayı görenden şahitlik istiyordu. İlk Müslümanlar, şahitlik sınırlarını genişletip, bunu tarihi olaylara da tatbik ettiler. Öyle ki, herhangi bir haberi veya sözü duyan, olayı bizzat görenden alır ve silsile halinde nakledilen, "rivayet usulü"nü tesbit ve kabul ediyordu.

Eski milletlerde, özellikle eski Yunan ve Roma'da mitos, kıssa, hurafe esatir ve masallarla karışık bir halde verilen tarih metinleri, İslam'ın rivayet metodu ile ilk defa ilmi ve güvenilir bir metot haline geldiğini, Alman orientalist ve tarihçi Henry Springer de itiraf etmektedir. Zira, onların Rabbi sadece Kabe'nin Rabbi değil, alemlerin, alemin (akl ve temyiz sahiplerinin) hayrı şerden ayırabilenlerin Rabbi olarak kabul edilir.

Müslümanların Kur'an'ın emirleri ve Efendimiz (a.s.)'ın sünneti sebebiyle ilme verdikleri yüksek değer sebebiyle, "Tarih" ilmi de sür'atle gelişmiş ve dünya tarih ve ilim anlayışına metodoloji açısından büyük katkılarda bulunmuştur (M. Hüseyin Tabatabai, İnsan'ın Tarihte Tekamülü, 1989).

Sahabe-i kiram, Efendimiz (a.s)'ın hayat ve tevhid mücadelesini kendinden sonra gelen insanlara "tabiin"e nakl ve rivayetleri ile tarih ilmi faaliyetleri başladı. Bunu takib eden asırlarda, ortaya çıkan farklı rivayet ve nakiller, ilmi metotlarla elenip, doğruları tesbit edildi. Bu husus, İslam kaynaklarında şöyle ifade edilir: "Bir hikayeci, sabah namazını mescidde kılıp, oturur ve hikayesini anlatır. Sözü bitinceye kadar Hz. Muaviye (r.a) onu dinler, sonra kalkıp odasına girer. Mushaf'ından bir cüz okurdu. Yatsı ezanı okununca yine çıkar namazını kılar, sonra seçkin kişi, çevresini kabul edip, birlikte istişare ile gecenin bir bölümünde yapmak istediği şeyler görüşülürdü. Bunlar Arapların haberleri, günleri, krallar, siyaset ve milletleri, hayat hikayeleri, harp, tuzak ve hileleri, teb'alarına karşı tatbik ettikleri siyasetleri, geçmiş ümmetleri (Babil, Eyke, Habe, Yemen, İran ve Roma dönemi devletlerinin hikayeleri) tarihlerini ifade eden hikayeleri üst üste okur, sonra onların kanunlarından bahsederdi. Sonra helva ve yemekler birlikte yenir, sonra Hz. Muaviye (r.a) tekrar odasına çekilirdi. Gecenin üçte birinde uyur, üçte birinde kalkıp oturur ve ibadetlerini ifa eder, huzuruna (bir tarih defteri demek olan) içinde hükümdarların hayat, haber, savaş ve adaletlerini nakleden küçük bir defter getirilirdi. Bu defteri ona genç bir delikanlı ezberden okurdu. böylece gece, onun bu hikayeleri dinlemesiyle geçerdi (M. Serhan Tayşi, İslami Tarih Düşüncesi ve İlk Dönem Tarih Yazıcılığı, 1992).

İslam tarihinin ruhu, temeli "ibret" kelimesi üzerine oturur. Tarih, ibret kaynağıdır: "Peygamberlerin haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) tesbit edeceğiniz her çeşidini sana kıssa (tarih) olarak anlatıyoruz. Bunda (bu sure ile) de sana hak ve müminlere bir öğüt ve bir muhtıra gelmiştir" (Hud, 11/120) Andolsun, onların kıssalarını (tarihlerini) açıklamada salim akıl sahipleri için birer ibret vardır" (Yusuf, 12/26).

Bu bakımdan İslam toplumlarındaki sosyal çalışmalar, kendi tarihi gelişmeleri içerisinde ortaya çıkar ve bir takım özel şartları bünyesinde barındırır. Dolayısıyla batı dünyasındaki gelişme ve sosyal yapılanmalara bakılarak sistemleştirilmiş bir sosyal bilimin değerleri ve teorileri, İslam toplumlarında fayda yerine tahribat yapar. Batı uygarlığının tarihi şartlarının ve tabii gelişmesinin yansımalarından olan sosyal bilimlerin ard arda ortaya çıkıp, kültürel yapısı farklı olan toplum ve medeniyetlerde aynı hedefleri gerçekleştirmesi bir yana sosyal problemler çıkardığına çokça rastlanmıştır. Ortaçağ'da İslam toplumlarına bakıldığında, tarih çalışmalarının sosyal hayatın bütün yönlerini ele aldığı goze çarpmaktadır. Rosental bu durumu şöyle dile getirmektedir: "Ortaçağ İslam ülkelerinde tarih, sadece eğitimde değil, siyasi hayatta ve dini düşüncede de mühim bir yer tutar" (Rosental'den Ümit Meriç, Cevdet Paşa'nın Devlet ve Cemiyet Görüşü, 1992) .

Tarih, müslümanlar için bilhassa tercüme-i hal ile yakın münasebeti bakımından kendini müşahhas olarak ifade etmek, gündelik hayatın bütün cephelerine eğilmek, insanı ve onun temayüllerini tahlil etmek imkanını veren biricik alandır. Bunun kökleri, Kur'an'ın tarih yorumuna dayanmaktadır. Kur'an'da kabul edilen siyasi yol, daha ziyade tarihi metoddur. Onun için ön hükümler, Arabistan'ın ve civar memleketlerin tarihinden misallere müracaat suretiyle açıklanmıştır.

Kur'an, bazen milletlerin gerileme sebeplerini işbaşındaki hükümetlerine yüklemeden umumileştirir ve "Bir kavim kendi halet-i ruhiyesini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirip bozmaz" der. Devletin özü olan beşer cinsinde olduğu gibi, milletlerin de yükselmeleri ve düşüşleri vardır. Ve bir defa o kavim sosyal hastalığı şifa bulmaz bir hale gelirse, tıpkı bir insan gibi evvelden takdir olunmuş bir kanuna uyarak yerini yeni ve daha kuvvetli bir Irka vererek ölür. Ve bu alemin nizamıdır.

Görüldüğü gibi, tarihi bakış açısı ile Kur'an, toplumların gelişme ve değişme durumlarına dikkati çekmekte ve buna ait bazı kanunların varlığına temas etmektedir. Bazı araştırmacılar, Kur'an'ın o zamana kadar rivayet ve hikayelerden ibaret olan tarihe bir metod getirmek suretiyle, tarihi ilmi bir çehreye soktuğunu söylemektedirler. Böylece olaylar arasında bir ilişki kurulmakta ve geçmişten birtakım dersler alınması gerektiği anlaşılmaktadır. "Yeryüzünü gezin ve geçmiş kavimlerin eserlerini inceleyin, yoldan sapanların acıklı hallerinden ibret alın" teması çok sayıda Kur'an ayetiyle dile getirilen bir konudur (Sami Şener, Tarih-Sosyoloji Münasebeti, 1992).

Sami ŞENER


3-)(Hıstory) Niceliksel
zaman açısından geçmişte olup bi­tenleri, toplumların geçirdikleri dönemleri
yer ve zaman belir­terek anlatan; geçmişte yaşanan olaylar arasında nedensel
İliş­kiler kurmaya çalışarak bu ilişkileri belge ve kalıntılara dayan­dırarak
sistematik olarak İncelemeyi konu edinen disiplin.


4-)Bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz veya gün.


5-)Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim
Örnek:Milletler tarihte fatihlerden fazla adillere bağlıdırlar. F. R. Atay


6-)Evrensel tarihin herhangi bir bölümünü ele alan anlatı.


7-)Bir konuyu geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatı
Örnek:Sen bana bir ata yadigarısın, geçmişin tarihini saklayan kutsal bir tomarsın! R. H. Karay


8-)Kitabı.


9-)Dersi
Örnek:Ertesi gün, tarih imtihanı vardı. Y. Z. Ortaç


10-)Tarih kitabı.


11-)Tarih dersi


12-)Hadiseye vakit tayin etmek.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Date.
İngilizcesi İngilizce
History.
İngilizcesi İngilizce
Annals.

  • Sadece 22 ülkeyi işgal edemediler Dünyadaki 192 ülkeden sadece 22'sinin Tarih içinde hiçbir dönem İngiliz sömürgesi altında yaşamadığı ortaya çıktı.

Sizde içinde Tarih kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Tarih kelimesi anlamı 1476 defa okunmuştur. [240401] Tarih kelime anlamı, Tarih nedir, Tarih ne demek, Tarih sözlük anlamı

Paylaş