Vakıf Nedir

Vakıf Nedir ? Vakıf Ne demek ?

1-)mükellef kimsenin; kendi mülkü olan belli ve dayanıklı malının menfaatini bir şarta bağlamadan Müslüman veya zımmi fakirlere bırakması. Vakıf; lügatte habs ve men etmek, alıkoymak manalarına gelir. Vakf yapana vakıf, vakf edilen şeye mevkuf denir.Vakfı idare edene mütevelli, mütevelliyi kontrol edene nazır, vakıf şartlarının yazılı olduğu belgeye de vakfiye denir. Vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar. Satılmaz, bağışlanmaz, miras bırakılmaz. Vakıf, dünyada insanlara ihsan ve ikram etmek gayesiyle kurulur. Vakıf, ibadet değil kurbettir. Yani sevab kazanmak için yapılan bir iştir.

Vakıfların çok eski bir tarihi olup, Peygamber efendimizden önceki peygamberler zamanlarında da vakıflar kurulmuştur. Önce dini gayelere dayalı olarak kurulan vakıflar, zamanla sosyal gayelerle kurulmaya başlanmıştır. Dini manada vakıf olmayıp cemiyeti ilgilendiren hususiyetlerinden dolayı vakıf adı verilmiş olan kuruluşlara, eski milletlerden Mısırlılar, Romalılar ve diğerlerinde de rastlanır.

İslamiyetin gelmesiyle hakiki hüviyetine kavuşan vakıf müesseseleri, Müslümanları hayra, yardıma ve iyilik yapmaya teşvik eden ayet-i kerimeler, vakıfla alakalı hadis-i şerifler, icma-i ümmet ve Sahabe-i kiramın tatbikatı esaslarına göre kurulmuştur. İslamiyette ilk vakıf, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam tarafından Hicret’in üçüncü senesinde Medine-i münevverede kuruldu. Peygamber efendimiz kendi mülkü olan yedi hurmalığı Müslümanlığı koruma maksadıyla vakfetti. Peygamber efendimizin sünnetine tabi olan Hulefa-i raşidin ve diğer Eshab-ı kiram da (radıyallahü anhüm) vakıflar yaptılar. Emeviler zamanında vakıf müessesesinde büyük gelişmeler oldu. Abbasiler zamanında İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri vakıf müessesesinin hukuki mahiyetini tespit etti. Orta Asya’dan Atlas Okyanusuna kadar her tarafta camiler, ribatlar, kervansaraylar, medreseler, tekkeler, mektepler, köprüler, yollar, hastahaneler, imaretler gibi pekçok hayırlar yapılarak vakf edildi. Büyük Selçuklular zamanında Müslümanlar tarafından vakıf kurma işleri daha da hızlandı.

Müslümanlar, “Bir kimse ölünce, ameli kesilir, amel defteri kapanır. Yalnız şu üç kimsenin amel defteri kapanmaz: Sadaka-i cariyesi, ilmi bir eseri, kendisine dua eden hayırlı bir evladı olan” mealindeki hadis-i şerifte haber verilen bir sadaka-i cariye bırakabilmek için adeta birbirleriyle yarış ettiler. Anadolu Selçukluları, Danişmendliler, Gazneliler, Atabegler, Eyyubilerle Hindistan,Afganistan ve diğer Müslüman ve Türk devletlerinde birçok vakıf kuruldu. Mısır’daki Memlukler döneminde iyice gelişip yaygınlaştı.

Vakıflar, en büyük gelişmeyi Osmanlılar zamanında gösterdi. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” hadis-i şerifini rehber edinen Osmanlılar, her sahada olduğu gibi, bu sahada da muazzam ve kalıcı eserler meydana getirdiler. Vakıf yoluyla tesis edilen bu sayısız eserler, muazzam Osmanlı ülkesini bir baştan diğer başa ağ gibi ördü. 1530-1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla ilgili tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyaletinde vakıf yoluyla 45 imaret, 342 cami, 1055 mescit, 110 medrese, 154 muallimhane, 1 kalenderhane, 1 mevlevihane, 2 darülhuffaz, 75 büyük han ve kervansaray kuruldu. Bu müesseselerde vazife yapan 121 müderris, 3756 hatib, imam ve müezzinle 3229 şeyh, şeyhzade, kayyım, talebe veya mütevellinin iaşe giderleri ve maaşları vakıf gelirlerinden karşılandı.

Yine aynı tarihlerde Karaman eyaletinde vakıf yoluyla 3 imaret, 75 cami, 319 mescit, 45 medrese, 272 zaviye, 2 darülhadis, 31 darülhuffaz, 4 muallimhane, 2 darüşşifa, 14 kervansaray, Rumeli eyaletindeyse; 10 imaret, 93 cami, 218 mescit, 35 medrese, 275 zaviye, 13 muallimhane ve 17 kervansaray tesis edildi.

Tesis edilen bu vakıflar gördükleri hizmetlere göre değişiklik arz ederdi. Yukarıda zikredilenlerden başka, su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yollar, kaldırımlar, aşevleri, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları gibi vakıf eserleri tesis edilmiştir. Bunlardan başka namazgah, kütüphane, dükkan, misafirhane, kuyular, çamaşırhane, hela, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri,ok ve güreş meydanları, esir ve köle azad etmek, fakirlere yakacak temin etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kase ve kapların yerine yenilerini almak, gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, öksüz kızlara çeyiz hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek, çocukları baharda açık havada gezdirmek, mektep çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı, fakirlerin ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkamlara veya donanmaya yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garib leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi pekçok maksatla çeşitli vakıflar kurulmuştur. Müslümanların iki mukaddes beldesi olan Mekke ve Medine şehirlerine, İslam dünyasının her tarafında binlerce vakıf tesis edilmiştir. Bilhassa Osmanlı sultanlarının, devlet adamlarının ve diğer hayırsever kimselerin meydana getirdikleri vakıflarla, her sene Osmanlı ülkesinden buralara ulaştırılan vakıf gelirleri, bütün İslam dünyasının şükran hislerini kabartacak seviyeye ulaşmıştır.

Din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığın hizmetine tahsis edilmiş olan, insanların bedeni ve ruhi hastalıklarını tedavi etmek gayesiyle kurulmuş vakıf hastaneler, darüşşifalar ve tımarhaneler de önemli vakıf müesseseleridir. Bu sağlık kuruluşlarıyla ilgili bazı vakfiyelerde birtakım ilaçların formülleri bildirilmiş, bu formüllere göre yapılan ilaçların hastaların tedavisinde kullanılması istenilmiştir. Sosyal hizmetler yönünden pek önemli olan imaretlerse, seyahatin meşakkati altında yorgun düşen yolcuların istirahatini temin ederek, din ve kültür birliğinin kurulmasını sağlamış, açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ümidsiz kimselere bir sığınak vazifesi görmüş, dini ve insani vecibeleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. İmaretler bünyesinde yer alan darüşşifalar, halkın poliklinik ve hastane hizmetlerini görmüştür. Bu hizmetler devrin en selahiyetli tıp otoriteleri eliyle parasız olarak yapılırdı. İmarethaneler yüzlerce yetime maaş bağlamak, binlerce fakirin karnını doyurmak, dul kadınları himaye altına almak, yetim ve fakir çocuklarını okutmak üzere mektepler açmak gibi hizmetlerle gerçekten Türk hayırseverliğinin takdirle yadedilecek birer şefkat abidesi hüviyetindeydiler.

Şehirlerarası nakliyenin sağlanması için pekçok yol, köprü ve kalenin inşası önemli ticaret yolları üzerindeki konak yerlerinde kervansaraylar kurulması vakıflar sayesinde gerçekleşmiştir. Sokakların adınlatılıp temizlenmesi ve bazı şehirlerin muhtelif yerlerinde bahçeler açılması gibi hizmetler de vakıf yoluyla yaptırılmıştır.

Osmanlı iskan siyasetini kolaylaştıran önemli unsurlardan biri olan ve Osmanlı Devletinin başlangıcından itibaren; ülkenin çeşitli yerlerinde kurulan tekkeler, ahi ocakları ve bunların masrafları vakıflar yoluyla karşılanmıştır. Ahiler, yerleştikleri yerlerde devlet politikasının propagandasını yaptıkları gibi, gelip gidenleri misafir etmişler, gerektiğinde harbe katılmış, halkı da bu işe teşvik etmişlerdir.

Yüzyıllar boyunca İslam ve Türk dünyasında ictimai nizamın korunmasına fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağının kurulmasına, başka bir ifadeyle insanlığın dünyevi ve uhrevi saadetine hizmet eden birer sosyal kuruluş olarak önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizamının kurulmasında ve devam etmesinde temel faktörlerden biri olmuştur.

Osmanlılar zamanında kurulan vakıf müesseseleri iki kısımda incelenmektedir. Birincisi; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılan vakıflardır. Müessesat-ı hayriye de denilen, camiler, medreseler, mektepler, imaretler, zaviyeler, kütüphaneler, misafirhaler, köprüler, hastahaneler, çeşmeler, sebiller ve kabristanlar bu kısma girer. İkincisi ise; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılmayan, fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde işlemesini temin eden bina, arazi, nakit para vs. gelir kaynaklarının teşkil ettiği vakıflardır. Bunlara asl-ı vakf denilmektedir. Vakfedilen bu nesneler arasında bazı köylerin tamamı, her türlü ziraat işletmeleri, çiftlikler, tarlalar, üzüm bağları, bahçeler, mesken olarak kullanılan binalar, dükkanlar ve iktisadi gaye için yapılmış başka yapılar gibi gayr-i menkuller ve hayvan derisi, gemi, nakit para gibi menkuller görülmektedir. Mülkiyeti devlete ait olan ve arazi-i miriye adı verilen toprakların da vakıf haline getirildiği görülmektedir; buna vakıf-ı irsadi adı verilmektedir. Ancak vakfedilen şey bu arazilerin çıplak mülkiyeti değil, ya üzerinde çalışan kimselerin devlete ödemek zorunda oldukları vergiler veya arazinin tasarruf hakkıydı. Tahsis ve irsad kabilinden evkaf adı da verilen bu vakıflarda esas olan, vakfedilen gelirlerin devlet bütçesinden karşılanması, gereken hizmetlere tahsis edilmesidir.

Osmanlılardaki toprak vakıfları da üç kısma ayrılmıştır:

Birincisi; sahiplerinin mülkü olan öşürlü ve haraclı toprakların vakfedilmesiyle meydana gelen toprak vakıflarıdır. Bunlar, mülkiyeti devlet tarafından satılmış veya imar ve ihya maksadıyla kolonizatör Türk dervişlerine ve zaviye sahiplerine mülk olarak terk edilen boş toprakların vakıf haline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toprakları vakıf sahiplerinin kendileri veya adamları işlemektedir. Kiraya verildiği takdirde vakıf idarecisi toprağı işleyen köylülerden sadece toprak kirası isteyebilmekte bunun dışında onlar üzerinde idari ve inzibati selahiyetleri ve resmi sıfatları bulunmamaktadır.

İkincisi; malikane-divani sistemine bağlı toprakların vakfedilmesi halinde, vakfedilen şey, topraktan ve toprak üzerinde yaşayan köylülerden alınan her türlü vergiler olmayıp, sadece toprağın kuru bir mülkiyet hakkıdır. Bu mülkiyet hakkına malikane hissesi denilmekte olup, umumiyetle mahsulün beşte biri, yedide biri veya onda biri olarak kabul edilmektedir. Vakfedilen bu haktır.

Üçüncü kısmı ise; bilcümle hukuk-ı şer’iye ve rüsum-ı örfiyesiyle ve serbestiyat üzere vakfedilen topraklardır.

Burada söz konusu edilen vakıflardan birinci ve ikincisi vakf-ı sahih, üçüncüsü ise vakf-ı irsadidir.

Osmanlılarda, önceleri padişah ve Harameyn vakıfları için teşkilatlı nezaretler kurulmuş, 1839’da kurulan ve taşrada teşkilatlandırılan Evkaf-ı Hümayun Nezareti, imparatorluktaki bütün vakıfları merkezi bir idareye kavuşturmuştur.

Osmanlıların yapmış olduğu vakıflarda, İslamiyetin vakfetme şartlarına azami bir titizlikle riayet edilmiştir. İslamiyette Vakıf, faydalanılması mübah ve mümkün olan mülk ve maldan olur. Vakfedilen maldan yalnız veya en sonra bir mescidin veya fakirlerin faydalanmasını bildirmek şarttır. “Şu arazim fakirlere sadaka olarak ebedi bir vakıftır.” “Şu malım Allah için vakıftır” gibi vakfa mahsus sözlerle vakıf yapılır. Âdete göre zenginler de istifade edebilir. Vakıfın yani vakfedenin, vakfı idare için tayin ettiği kimse nazır ve mütevelli olur. Vakıf, malını mütevelliye teslim eder. Nazır ve mütevelli sonra ölürse, bunların vasiyet ettiği olur. Bunlar yoksa, kadı yani hakim bir mütevelli tayin eder. Bu tayinde vakıfın evlad ve yakınlarından ehil olanların tercih hakları vardır. Vakıf sahibinin tayin ettiği mütevelli, nazırın bilgisi altında vakfı idare eder. Akd ve alış-veriş yapar. Malını vakfeden kimse bunu hakime tescil ettirdikten, yahut mütevelliye teslim ettikten sonra vaz geçemez. Mülkümü vakfettim diyen kimse, tescil ettirmeden önce vazgeçebilir.

Vakfın gelirinden, önce tamir, sonra hizmet edenlerin ve nazırın ücretleri ödenir. Vakıf binaların tamirleri, içinde parasız oturmaya hakkı olanların malları ile yapılır. Yapamazlarsa kadı (hakim) bunları çıkarıp, kiraya verip, ücretleriyle tamir ettirir, sonra bunlara teslim eder. Kiracı bulunmazsa hakim tarafından harab bina satılıp, parasıyla başkası alınıp, mütevelliye teslim edilir. Başkasını satın alamazsa para fukaraya dağıtılır. Bu işi ancak kadı yapar. Fakat kadı vakıfın şartlarına aykırı hüküm veremez. Herkesin bu şartlara uyması lazımdır. Ancak kadının hıyanet eden mütevelliyi ve nazırı azl etmesi vacibdir.

Bina, tarla, kuyu gibi nakledilmeyen şeyler sözbirliğiyle vakfolunur. Nakledilmeyen şeyle birlikte buna lazım olan naklolunan şey de İmameyne göre vakfolunur. Vakfedilmesi adet olan menkul mallar yani taşınabilir şeyler, İmam-ı Muhammed’e göre yalnız olarak da vakfolunur. Bu imama göre altın, gümüş, yani para da vakf olunur. Hacm ve vezn (tartı) ile ölçülen şeylerin hepsi böyledir. Hacimle, vezinle ölçülen eşya satılıp bedelleri ve vakıf paraları fakirlere ödünç verilir ve müdarebe yoluyla sermaye olarak tüccara verilir ve kara ortak olunur. Vakfın hissesine düşen karlar fakirlere sadaka verilir. Vakfolunan paranın misli hep vakfın emrinde kalması lazımdır. Bununla bir şey satın alınmaz ve borç ödenemez. buğdaylar fakir olan köylüye tohumluk olarak ödünç verilip yeni mahsulden ödenmek şartıyla vakfolunur. Sütü fakirlere verilmek üzere inek vakfolunur. Ev eşyası gibi vakfı adet olmayan şeyleri vakfetmek caiz değildir.

Cumhuriyet devrinde vakıflar: Birinci Büyük Millet Meclisinde kabul edilen ilk “Teşkilatı Esasiye” kanununda, din işleri devlet işlerinden ayrılmamıştı. Bakanlar Kurulunda bir de “Şer’iye ve Evkaf Vekaleti” vardı. Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924’te bu vekalet kaldırıldı. Cumhuriyet hükumeti vakıfların yönetilmesini din işlerinden ayırarak bağımsız bir devlet teşkilatına verdi. Bu gayeyle kurulan “Umumi Evkaf Müdürlüğü” başbakanlığa bağlandı. 22 Şubat 1926 tarihli kanunlar, doğrudan doğruya merkezden idare edilen vakıfların, belediyeler ve genel menfaatlere yarar başka kuruluşlara satılması kabul edildi.

Daha sonra vakıfların cinsleri ve yönetim şekilleri değiştirildi. 5 Haziran 1935 tarihinde çıkarılan bir başka değişik kanunla “Vakıflar Umum Mütürlüğü” kurularak, Türkiye’deki bütün vakıfların idaresi bu teşkilata verildi.

Yeni kanuna göre vakıflar başlıca iki kısma ayrılmıştı. 1) Mazbut Vakıflar, 2) Mülhak Vakıflar. Bunlardan Mazbut Vakıfların yönetimi doğrudan doğruya Vakıflar Umum Müdürlüğüne, Mülhak Vakıfların yönetimiyse, devletin denetlemesinde olan “mütevelli” adı verilen kişideydi. Bunlar daha ziyade aile vakıflarıydı.

Vakıfların idaresi daha sonra 17 Haziran 1938’de çıkarılan bir başka kanunla yeni esaslara bağlanmıştır. Bu yeni esaslara göre kurulan teşkilat, Türkiye’deki bütün vakıfları yönetmekle vazifelendirilmiştir. Buna göre, 1935 yılında kabul edilen “Vakıflar Kanunu” esas alınarak kurulan “Vakıflar Umum Müdürlüğü” tam yetkili olup, Türkiye’deki bütün vakıfları yönetip temsil etmeye, bütün vakıfları koruyup imar etmeye ve bir idare meclisinin yönetimi altında bu vazifeleri yapmağa memur edilmişti. Vakıflar Umum Müdürlüğünün merkez ve illerde kurulmuş teşkilatı vardır. Kanuna göre, Vakıflar Umum Müdürünü Başbakan seçer, Cumhurbaşkanı da tasdik eder.

Vakıflar İdaresi, bugün de yurdumuzda kendi çapında hizmetler görmektedir. Eski eserlerin tamiri, fakir çocuklar için yurtlar inşa etmesi, fakirler için az da olsa imaretler açması ve muhtaçlara aylık bağlaması gibi sosyal hizmetleri yapar.

Vakıflar hakkında son kanun değişikliğiyle (1967) tarih ve 903 sayılı kanun) yeni teşkil edilecek vakıflar için bazı hükümler getirilmiştir. Bu hükümlerle halkın vakıf kurma arzu ve istekleri teşvik edilmek istenmiştir. Netice itibariyle bu isteklere ulaşılmış ve bugün Türkiye’de sosyal, ekonomik ve kültürel muhtevalı birçok vakıf kurulmuştur. Bu vakıfların dini hükümlü bir özelliği olmayıp, hepsi sosyal muhtevalıdırlar. Bunlar; Koç Holding Vakfı, Hacettepe Üniversitesi Vakfı, Türk Eğitim Vakfı, İktisadi Araştırmalar Vakfı, Türk Donanma Vakfı, Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı ve Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı vs. gibi vakıflardır. Bunların yanında 1986’dan sonra her il ve ilçede Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakıfları kurulmuştur. Bazı vakıflar için de vergi muafiyeti tanınmıştır.

Bu tür vakıflar resmi senetle veya ölüme bağlı tasarrufla kurulurlar. Bir vakfın meydana gelmesi için dört unsura ihtiyaç vardır: a) Vakfı kurma iradesiyle hareket eden şahıs, b) Vakfın bünyesini teşkil eden mal topluluğu, c) Malın tahsis edileceği gaye, d) Malın bu gayeye tahsil edileceğine dair irade beyanıdır. Bu unsurları tafsilatla açıklayacak olursak:

a) Vakıf kurmak için malını belli bir gayeye tahsis eden şahsa veya şahıslara, kuran (veya vakıf) denir. Vakıf kurma hakkına tüzel kişiler de haizdir. Hakiki şahıslar vakıf kurabilmek için fiil ehliyetine sahip olmalıdırlar. Vasiler, vesayet altındaki kimselerin mallarını hibe veya vakfedemezler (M.K. 392). Ölüme bağlı bir tasarrufla vakıf kurabilmek için, kişinin tam ehliyetli olması aranmaz. Medeni Kanunun 449’ncu maddesi gereğince 15 yaşını bitiren ve temyiz kudretine haiz olan kişiler vasiyet yoluyla vakıf kurabilirler.

b) Vakfın bünyesini teşkil eden mal topluluğu, menkul veya gayri menkul mal olabileceği gibi vakfın üçüncü şahıslarda olan alacağı da olabilir. Ayrıca ekonomik değeri olan haklar, vakıf kuranın, vakfa karşı bir borç yüklenmesi suretiyle mal tahsisi, alacak ve borçlardan teşekkül eden mameleki (olanca şeyi) hatta mamelekin gerçekleşeceği anlaşılan geliri dahi vakfa tahsis edilebilir.

c) Vakıfta malın tahsis edileceği gaye, vakıf mallarının sarfedileceği maksadı gösterir. Bu gaye vakfı kuran tarafından serbestçe seçilir. Vakıf kuran, kanunun amir hükümlerine ve ahlak kurallarına aykırı olmamak şartiyle istediği bir gayeye mallarının bir kısmını tahsis etmek suretiyle vakıf meydana getirebilir. Vakfın gayesinin açık olması ve az çok devamlı olması lazımdır.

d) Vakfın meydana gelebilmesi için vakıf kuran şahsın veya şahısların müstakil hak konusu meydana getirmek maksadıyla kendi mal varlığından ayırdığı belli malı yine belirli bir gayeye tahsis etmek hususunda iradesini açıklaması lazımdır. Medeni Kanuna göre vakıf kurma iradesi şekle tabidir. Vakıf kurma iradesinin tecelli ettiği vesikaya “vakıf senedi” denir. Bu senet noter tarafından düzenlenir. Ölüme bağlı tasarrufla kurulan vakıflarda ise vasiyetname, resmi, el yazılı ve sözlü şekle tabidir. Vakıf kurmak için aranan irade beyanı, tek taraflı hukuki bir muameledir. Bu muameleyle vakıf tüzel kişilik kazanmış olmaz. Ancak tescille tüzel kişilik kazanır.

Vakfın tescili işine, vakfedenin ikametgahının bulunduğu yerdeki Asliye Mahkemesi bakar. Mahkeme gerekli görüp, tescili yaptıktan sonra bunu Vakıflar Genel Müdürlüğündeki “merkezi sicile” kaydolunmak üzere gönderir. Mahkeme siciline tescil istemeğe, vakfın organlarıyla, vakfeden kişi ve teftiş makamı (Vakıflar Genel Müdürlüğü) yetkilidir.

Mahkeme, kanuna, ahlaka ve adaba veya milli menfaatlere aykırı olan veya siyasi düşünce maksadıyla kurulup belli bir ırk veya cemaat mensuplarını desteklemek gayesiyle kurulmuş olan vakıfların tesciline karar veremez. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Asliye Mahkemesinin vereceği tescil kararına karşı iki ay içinde Yargıtaya itirazda bulunabilir. Reddedilmiş tescil kararına, tescil talebinde bulunan da temyize başvurabilir. Asliye Mahkemesince uygun görülen tescil ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü “Merkezi Siciline” kaydolunarak, Resmi Gazete’de ilan edilir. Böylece vakıf kişilik kazanarak kurulmuş olur.

Vakıfta bir idare heyeti bulunur. İdare heyetinin kimlerden teşekkül edeceğini vakıf kuran, vakıf senedinde serbsetçe tayin eder. İsterse tek başına vakıf kuran ayni görevi kendi yüklenebilir. Vakıf senedinde idare heyeti belli edilmemişse, teftiş makamı(Vakıflar Genel Müdürlüğü) bu organı kurar.

Vakfın son bulması halinde, eğer; vakıf kanuni gerekçelerle (ahlaka-adaba ve kanunun emredici hükümlerine veya M.K. 741’deki sebeplere aykırı hale gelme sonucu, hakim tarafından fesholunmuşsa, bu durumda mal varlığı kanun kuruluşlarına geçer. Vakıf diğer sebeplerle son bulmuşsa, geriye kalan malvarlığı kamu kuruluşlarına aktarılır.


2-)VAKIF



İslam hukukunda vakıf muamelesi için "Vakıf", "Habs veya Hums" ve "Sadaka" olmak üzere üç terim kullanılmıştır. Vakf veya vakıf (va-ka-fe) kökünden arapça bir mastar olup; sözlükte; hapsetmek ve alıkoymak demektir. Kök anlamın kapsamı ederek genişlemiş ve bir malı; mülkiyetin nakli sonucunu doğuran tasarruflardan menedip, gelirini sürekli olarak yoksullara tahsis etmek anlamını kazanmıştır. Çoğulu "evkaf" ve "vukuf 'tur. Vakıf kelimesi bir isim olarak, edilgen kök, yani "vakfedilen mal" anlamını ifade eder. Osmanlı Devleti uygulamasında "evkif ' tabiri, bu anlamda vakfın çoğuludur (İbn Mahzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut, t.y., III, 969-970).

İslam Peygamber'i Hz. Muhammed bazı hadislerinde vakıf yerine eş anlamlısı olan "habs" kelimesini kullanmıştır (Buhari, Vesaya, 22, 28; Eyman, 33; Müslim Vasiyye, 15, 16).

İmam Şafii (ö. 204/819) ile Maliki hukukçular ve bunları izleyenler, Hz. Muhammed'in ifadesine sadık kalarak, vakıf için "habs" veya "hubs" ile çoğulu olan "ahbas" terimini kullanmaya devam etmişlerdir (Şafii, el-Ümm, Beyrut 1973, IV, 51, 58; Malik, el-Müdevvene, Beyrut 1323, IV, 98-111).

Vakıf yerine "sadaka" kelimesinin kullanıldığı da olmuştur. Sadaka; yoksullara Allah rızası için verilen şey, sevap kazanmak amacıyla hibe edilen mal, demektir (Şafii, IV, 51; Ali Haydar, Tertibu's-Sünuf,101 vd.) Bu kelimeye muharreme (dokunulmaz hale gelen), müebbede (ebedi kılan) veya cariye (devam eden) gibi sıfatlar eklenerek vakıf anlamı kazandırılmıştır (Şafii aynı yer). Hanefilerin büyük çoğunluğu, işin başından itibaren vakıf terimi kullanmayı tercih etmekle birlikte, bazı Hanefi hukukçuları, konu başlığı olarak "Vakıf ve Sadaka"yı birlikte kullanmışlardır (el-Kasani, Bedayiu's-Sanayi, Beyrut, 1974, IV, 217).

Vakıf, bir hukuki müessese olarak şöyle tarif edilmiştir: Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı, devamlı olarak Allah'ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk etmektir. Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (toplumun) mülkü haline gelir. Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve genel esaslara göre olur (İbnü'l-Hümam, a.g.e., V, 40; el-Kubeysi, Ahkamü'l-Vakf, Bağdat, 1977, I, 75-78).

Ebu Hanife'nin (ö. 150/767) tarifi şöyledir: Vakıf, mülk olan bir ayn'ı, vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten ibarettir (es-Serahsi, a.g.e., XII, 27; İbnül Hümam, a.g.e., 37-40; Kübeysi, a.g.e., I, 69 vd). Malikiler, vakıfta ebediliği (te'bid) şart koşmazlar ve kısa süreli vakfı da geçerli sayarlar. Bir ev, dükkan veya araziyi belli süre için kiraya verip, kira bedelini hayır yoluna sarfetmek gibi (Malik, el-Müdevvene, VI, 98 vd.; Kübeysi, a.g.e., 78-80).

Vakfın Ortaya Çıkışı

Vakıf müessesesinin tarihi çok eskilere dayanır. İslam'dan önce Arabistan'da bilinen en eski vakıf Mekke'deki Kabe'dir. Kabe, yeryüzünde ilk mabed olarak kabul edilir ve yapının temelleri Hz. Âdem'e kadar dayandırılır. Bu günkü Kabe şeklinin İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail tarafından inşa edildiği Kur'an-ı Kerim'de bildirilir (el-Bakara, 2/125; Alu İmran, 3/96-97; el-Maide, 5/97; el-Hac, 22/26).

İslam'da vakıf Kur'an, Sünnet ve İcma' (İslam bilginlerinin görüş birliği) delillerine dayanır. Kur'an'da doğrudan vakıfla ilgili görülen ayet şudur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz" (Alu İmran, 3/92). Ashab-ı Kiram'dan Ebu Talha (ö. 34/654) bu ayet inince; "Rabbımız bizden mallarımızı kendi yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah'ın elçisi, en sevdiğim "Beyruha" arazimi Allah için tasadduk etmek istiyorum" dedi. Hz. Muhammed'in, araziyi en yakın hısımlarına vermesini tavsiye etmesi üzerine de, onu amcasının oğulları ve diğer bazı hısımları arasında taksim etti (Buhari, Zekat, 44). Tefsir bilginlerinin çoğu ve hadisçiler bu ayeti vakıfla açıklamışlardır (Kurtubi, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'an, Beyrut, t.s, IV, 132-134; el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, 1335, II, 18).

Hz. Muhamed'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır. Devamlı sadaka (sadaka-i cariye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar" (Müslim, Vasıyye, 14; Ebu Davud, Vesaya, 14; Tirmizi, Ahkam, 36). Hadiste geçen "sadaka-i cariye" nin vakfı da kapsamına aldığında şüphe yoktur. Hz. Âişe'den (ö. 57/676) nakledildiğine göre, Allah'ın elçisi Medine'deki yedi parça mülkünü vakfetmiştir. Bu mülkler: A'vaf, Safiye, Delal, Müseyyeb, Bürka, Hisma ve Meşrebe'dir. Nadiroğuları'ndan Muhayrik isimli bir şahıs şöyle bir vasiyette bulunmuştu: "Ben ölünce, tüm mallarım Allah elçisine ait olsun, O dilediği yere sarfetsin." Muhayrik'in Hicret'in 2.nci yılında ölmesi üzerine tüm malları, Hz. Muhammed'e kalmış, o da bu malları, bir görüşe göre Abdulmuttalib ve Haşimoğulları'na, başka bir rivayete göre, ise, İslam'ın ve Müslümanların acil ihtiyaçlarına vakfetmiştir. İslam'da ilk vakfın bu olduğu kabul edilir (Müslim, Fezailü's-Sahabe, 196; A. b. Hanbel, Müsned I, 45).

Hz. Ömer (ö. 23/643) çok sevdiği bir araziyi vakfedişini şöyle anlatır: "Allah'ın elçisine; Hayber topraklarının taksimi sonucu, ömrümde sahip olmadığım güzel ve değerli bir arazi bana isabet etti, bu konuda ne buyuruyorsunuz? dedim. Hz Peygamberde: İstersen malın mülkiyetini elinde tut, semere ve gelirini ise yoksullara tasadduk et" buyurdu. Hz. Ömer, arazisini; satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da geçmemek üzere, yoksullara, yakın hısımlara, miskinlere, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara ve azatlık anlaşması yapan kölelere vakfetti. Mütevellinin de bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir vakıfname düzenleyerek kızı Hafsa'ya (ö. 41/244), sonra da nesline teslim ve vasiyet etti. (Buhari, Vesaya, 22, 28, Eyman, 33; Müslim, Vasiyye, 15, 16).

Ashab-ı kiramın pek çoğu mallarım vakfetmişlerdir. Halid bin Velid'in (ö. 21/641) zırhını ve savaş atlarını vakfetmesi (Buhari, Cihad 89, Zekat, 49; Müslim,Zekat, 11; Ebu Davud, Zekat, 22), Hz. Ali'nin (ö. 40/660) Yenbu'daki bir arazisini ve çeşmesini vakfetmesi (Beyhaki, Sünen, IV,160,161; Kübeysi, a.g.e., I, 101) ve Hz. Osman'ın (ö. 35/655) susuzluk çekildiği bir sırada, Medineli bir Yahudi'den Rume kuyusunu satın alıp, suyunu ebedi olarak topluma bağışlaması bunlar arasında sayılabilir (Müslim, Şirb, 1; Tirmizi, Menakıb, 18). Cabir bin Abdillah'tan şöyle dediği nakledilmişir: "Ben Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan mal ve mülk sahibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum" (İbn Kudame, el-Muğni, Mısır, 1970, IV, 4).

Vakfedilecek Malda Aranan Şartlar

İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre vakıfta ebedilik (te'bid) şart olduğu için, vakfedilecek malın buna el-verişli olması gerekir. Diğer yandan maldan yararlanmanın da mümkün ve caiz olması gerekir. Bunun için vakfedilecek malda aşağıdaki özelliklerin bulunması öngörülmüştür:

a- Mütekavvim Mal Olması: Kendisinden yararlanmak mümkün ve meşru olan mala "mütekavvim", bu özelliği taşımayan mallara ise "gayri mütekavvim" denir. İnsan fıtratının kendisine meylettiği, değer verdiği ve ihtiyaç için biriktirdiği şeye mal denir. Bunlar menkul ve gayri menkul, yararlanılması (intifaz) mubah olan ve olmayan diye ikiye ayrılırlar. İşte, vakfedilecek şeyin, ev, dükkan, arazi gibi ayn'ından veya gelirinden yararlanılması caiz olan mal niteliğinde bulunması gerekir (Kübeysi a.g.e., I, 351, 352; Hamdi Döndüren, İslam Hukukuna Göre Alım-Satımda Kar Hadleri, Balıkesir, 1984, 19).

b- Malın Belirli Olması: Vakıf malın anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirli bir mal olması gerekir. Şu evimi veya dükkanımı vakfettim, demek gibi. Yer ve miktarını belirtmeksizin "Şu toprağımın bir bölümünü veya beş-on tane zeytin ağacım vakfettim" gibi sözlerle yapılacak vakıf, anlaşmazlığa yol açabileceği için geçerli olmaz (İbn Nüceym, el-Bahru'r-Raik, 2. Baskı, Beyrut, t.s., V, 217).

c- Vakfedenin Mülkü Olması: İslam hukukçuları arasında, vakfedilen malın, vakfedenin mülkü olmadıkça, vakıf tasarrufunun geçerlilik kazanamayacağı konusunda görüş birliği vardır (Kübeysi, a.g.e., I, 355,356).

d- İfraz Edilmiş olması: Kendisinden ancak ayn'ıyla intifa olunabilen mabed, hastane, kabristan ve kütüphane gibi vakıflarda, vakfedilen malın ifrazı (bağımsız birim haline getirilmiş olması) şarttır. Tapusu hisseli olan yerler bu gibi vakıflar için elverişli değildir. Allah rızası için yapılması gereken vakıfla ortaklık bağdaşmaz. Bir gayri menkulün bir ay mabed, bir ay da iş yeri olarak kullanılması düşünülemez. Ancak alt katların dükkan ve üst kattarın mescid yapılması halinde vakfa gelir sağlamak amacıyla, bu caiz görülmüştür (es-Serahsi, el-Mebsut, XII, 37; İbnu'l-Humam, a.g.e., V, 46).

Ayn'ıyla intifa olunmayan, sadece gelirinden yararlanılan şayi hisseli yerden bir hissenin vakfedilmesi çoğunluk İslam hukukçularına göre caiz olup, böyle bir vakfın bağımsız birim haline getirilmesi (ifraz) şart değildir. İmam Muhammed eş-Şeybani, vakıfta mütevelliye teslimi şart koştuğu için, hisse vakfını caiz görmez. O, bu konuda vakfı; bağışlama ve sadaka tasarrufuna benzetmiştir (es-Serahsi, a.g.e., XII, 37; İbnu'l-Humam, a.g.e., V, 44-46). Osmanlı Devleti uygulamasında, fetvaya çoğunluğun görüşü esas alınmakla birlikte, şer'iyye sicillerinde İmam Muhammed'in görüşü doğrultusunda kararlar verildiği de görülmüştür (Molla Hüsrev, Düreru'l-Hukkam, İstanbul 1317, II, 134; el-Fetava'l-Hindiyye, II, 365).

Menkullerin Vakfı

Vakıfta devamlılık (te'bid) esas olduğu için, prensip olarak vakfın gayri menkul kabilinden olması gerekir. Bu özelliğe sahip olmayan menkulleri vakfetmek caiz değilse de Hanefilere göre şu üç istisna saklı tutulmuştur:

1- Gayri Menkule Tabi Olma:

Ebu Yusuf ve İmam Muhammed eş-Şeybani'ye göre teamül bulunmasa bile, menkul malların bir gayri menkule bağlı ve tabi olarak vakfedilmesi mümkündür. Arsa ile birlikte binayı, arazi ile birlikte bazı hayvanları ve tarım aletlerini vakfetmek gibi (İbnu'l-Humam, a.g.e., V, 48; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, IV, 361). Mütemmim cüzler, yol, geçit, su içme, su alma hakkı gibi irtifak hakları da gayri menkule bağlı olarak kendiliğinden vakfedilmiş sayılır. Malikilere göre, intifa hakkı ve sınırlı bazı ayni haklar bağımsız olarak da vakfedilebilir (el-Fetava'l-Hindiyye, II, 363).

2- Hakkında Nass (Hadis) Bulunması:

Vakfın gayri menkul olması prensibinin ikinci istisnası, vakfedilmesinin cevazı konusunda hadis bulunmasıdır. Silah, ve at gibi savaş aleti ve malzemelerini vakfetmek gibi. Nitekim Halid bin Velid (ö. 21/641) savaş silahını ve zırhını Allah yoluyla vakfetmiştir. Hz. Muhammed bunu tasvib etmişti (Buhari, Cihad, 89, Zekat, 49; Müslim, Zekat, 11). Hz. Hafsa'nın da Kur'an vakfettiği nakledilir (es-Serahsi, Şerhu's-Siyeri'l Kebir, Mısır 1972, V, 2104). Ebu Yusuf, menkul vakfını bu hadislerle sınırlı tutarak, sadece savaş için at, deve ve silahların vakfedilebileceğini belirtmiştir. O'na göre, "kıyasa aykırı olarak sabit olan hüküm, başka bir hükme esas olamaz. Çünkü vakıfta gayri menkul olma esas olduğu için, menkul vakfı temelde kıyasa aykırıdır" (İbnü'l-Hümam, Fethu'l Kadir, Bulak,1316/1898, V, 49-50).

3- Teamül Bulunması:

İmam Muhammed eş-Şeybani'ye göre, hakkında nass (ayet-hadis) bulunmasa da, vakfedilmesi teamül haline gelen menkullerin vakfı geçerlidir. Kitap, ev, balta, gelinlik, el-bise, mutfak eşyası, mushaf, bazı kitaplar, dinar, dirhem (nakit para) ve misli (standart) menkuller bunlar arasında sayılabilir. Örf ve teamül; toplumda, İslam'a aykırı olmayan bir işin çokça yapılmasıyla gerçekleşir. İmam Muhammed burada istisna' (eser sözleşmesi yapma) aktinde olduğu gibi "istihsan" deliline dayanarak kıyası terketmiştir. Bu duruma göre,bu beldede menkul bir malın vakfedilmesi örf ve adet halini almışsa, bu çeşit menkullerin vakfı geçerli olacaktır (Serahsi, a.g.e., V, 2083-2087; İbn Kudame, el-Muğni, V, 585).

Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında, "teamül" kriteri esas alınarak, örfleşmiş bulununca menkullerin vakfı caiz görülmüş ve nakit para vakfı da menkul kapsamına alınmıştır. Hanefiler dışındaki üç mezhep, prensipte para vakfına karşı değildir. Ancak asıl, para vakfına cevaz veren ve vakfedilecek nakit paraların işletilme yöntemlerini belirleyen, Hanefi müctehidlerinden İmam Züfer'dir.

Maddi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvi ve fevkalade bir düşüncenin mahsulü olan vakıf müessesesi, yüzyıllardan beri islam ülkelerinde büyük bir ehemmiyet kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş olan dini ve hukuki bir müessesedir. İnsan fıtratında mevcud olan yardımlaşma hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dini emir ve hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslam ülkelerinde vakıfların, asırlarca büyük bir fonksiyonu icra etmesinin sebebini burada (dini his) aramak lazımdır. Çünkü "insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan; malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır" prensibinin manasını çok iyi bilen Müslümanlar, bu yolda birbirleri ile adeta yarışırcasına vakıf eserler kurmuşlardır.

İslam aleminde vakıfların dini bir mahiyet taşıması, onların devamlılığını sağlıyordu. Nitekim, dini inanç ve düşüncesinin güçlü olduğu müesseseler olarak vakıflar, siyasi çalkantı ve idari istikrarsızlıklar dışında kalıyorlardı. Bu sayede onlar, Müslüman toplum hayatında istikrar ve devamlılık sembolü olarak devam ediyorlardı. Nitekim, vakfedilen gayr-i menkuller, herhangi bir sebeple müsadere edilemeyeceği, kullanım sahası değiştirilemeyeceği ve vakfiyedeki esaslara aykırı davranmadıkça mütevellileri değiştirilemeyeceği için bu müesseseler, siyasi ve idari müdahalelerin dışında kalıyorlardı.

İslam dünyasında önemli bir müessese olarak vakıfların oynadığı rol, çok büyüktür. Bu bakımdan, onun kuruluşu ile ilgili hukuki kaide ve prensipler ortaya konmuştur. Buna göre vakıfların kuruluşu tescil, vasiyet ve fiille olmaktadır (Açıklamalar hakkında geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Vakıflar, İstanbul 1985, s. 37-38).

İslamiyet, kuruluşundan itibaren ulvi ve insani gayeleri hedef alan her müesseseyi geliştirmeye çalıştığı için vakıfları da faydalı görerek onları teşrii sahasına almıştır. Sadaka, Kurban ve Zekat gibi ictimai müesseselerin gayesi de fakir ve yoksulları bu sıkıntılarından kurtarmak olduğundan, İslam'da önemli bir mevkiye sahip kurumlar olarak vaz' edilmişlerdir.

İslam dünyasında, vakıfların geniş bir şekilde yer edip gelişmesinde Hz. Peygamber'in biraz önce bahs ettiğimiz hadisinden başka, bizzat kendisinin de vakıf yapması, önemli bir amil olmuştur. Hz. Peygamber Medine'de kendisine ait bulunan hurma bahçesini vakf edip hasılatını "havadis-i dehr"e yani İslam'ın müdafaasını icab ettirecek hadise ve mübrem ihtiyaçlara tahsis etmiştir. Aynı şekilde Fedek hurmalığını da yolculara vakf ettiğini biliyoruz (Ömer Hilmi Efendi, İtifu'l Ahlaf 10; Ömer Nasuhi bilmen, Istılah, IV, 304). Kur'an-ı Kerim ile Hz. Peygamberin emir ve tatbikatları Müslümanlar için uyulması gereken bir vazife telakki edildiğinden bu konuda mü'minler aramda adeta bir yarış sürüp gitmiştir.

Hz. Peygamber'in ashabı da O'nun yolunda yürüyerek çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet ettiler. Nitekim Cabir (r.a) "Ben, Muhacir ve Ensar'dan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın" (Bilmen, a.g.e., IV, 304) diyerek bu durumu belirtmek ister. Bunun içindir ki, Müslüman şehir, kasaba ve köylerde sayısız vakıf vücuda getirilmiştir.

İslami yardımlaşma prensibinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gördüğümüz vakıflar, İslam ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar çok ve önemli hizmetler ifa ediyorlardı. Hz. Peygamber ve halifelerinin kurdukları vakıflardan sonra, imkanı olan her Müslüman, böyle bir tesis kurmak için büyük bir gayretle çalışıyordu. Bu durum, sadece zengin Müslümanları değil, aynı zamanda devlet başkanlarını ve devletleri de harekete getiriyordu.

Emeviler zamanında vakıflar çok genişledi. Hatta bu dönemde ilk defa yeni yeni teşebbüslerde bulunuldu. Nitekim hicri 88 senesinde Emevi halifesi Vefid b. Abdillmelik, Ümeyye Camü için ilk defa köy ve mezraları gelir getiren birer kaynak olarak vakfetti.

Emevilerden sonraki Abbasi devletinde vakıflar daha bir gelişme gösterdi. Hatta bu devlette vakıflar o derece ehemmiyetli bir tesis haline geldi ki, bular için vakıflar nezareti adında bütün vakıfları kontrol eden ve onların bir sisteme bağlanmasını sağlayan teşkilatlar kuruldu (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara 1970, 10).

Abbasiler devrinde, İslam camiasının muhtefif siyasi parçalara ayrılması ve nihayet Büyük Selçuklu Devleti'nin kurulması ile Doğu Müslümanlarının Türk hakimiyeti altına girmesi vakıf müessesenin bir kat daha inkişafına sebep oldu. Selçuklu devletinin "Fatimi-Şii" hareketine karşı takib atiği Sünnilik siyaseti, devletin her tarafında yeniden birçok dini müessesenin vücuda gelmesi ve bilhassa bir çok medresenin açılmasına sebep oldu. Büyük bir mali güce sahip olan Selçuklu sultanları, şehzadeleri ve devlet adamları ile ileri gelenler vakıf kurma bakımından birbirleri ile adeta yarışıyorlardı. Selçuklulardan sonra ortaya çıkan Harzemşahlar, Atabeğler, Eyyubiler, Mısır Memlukluları ile Anadolu Selçukluları sülaleleri hakim oldukları yerlerde mali güçleri oranında vakıflara önem verdiler.

İslam dünyasında ayrı bir yeri bulunan Osmanlı devleti de vakıflara büyük bir önem verdi. Bu devlette, camiler, medreseler, türbeler, ribatlar, tekkeler, mektepler, köprüler, hastahaneler, sulama yol ve kanalları, kervansaraylar, imaretler vs. gibi bir çok dini hayri tesis hep vakıflar sayesinde vücuda getirildi. Onlar diğer müessaelerde olduğu gibi vakıf konusunda da kendisinden önceki Müslüman devletleri örnek aldılar. Nitekim, Osmanlı devletinde, daha ilkbeyler zamanında başlayan devletin siyasi ve mali kudretinin inkişafına paralel olarak gelişip artan vakıfların, Osmanlılar dönemindeki ilk müessisi Orhan Gazi olmuştur.

Orhan Gazi, İznik'te ilk Osmanlı medresesini kurarken, onun idaresi için, yeterince gelir getirecek gayri menkul vakfetti. Bu medrese kısa bir müddet zarfında kudretli ilim ve devlet adamları yetişti. Sultan Orhan'ın yaptırdığı ilim ve hayır müesseleri bir hayli fazladır. Nitekim günümüzde Adapazarı şehrinde halen Orhan Bey Camii ve Kandıra'da Orhan Camii adı ile anılan camiiler ile yine Adapazarında medrese, Bursa'da bir cami, zaviye, misafirhane ve ziyaret inşa ederek bunlara vakıflar tahsis etti. Bu hayır eserlerin görevlieri olan müderris, imam, hafız, nakib, tabbah, hakim ve bevvab gibi kimseleri de tayin etti (Ali Himmet Berki "Vakıf kuran ilk Osmanlı Padişahı" Vakıflar Dergisi V, 127-128).

Orhan Gazi'den başlayarak Osmanlı padişahları, sultanları, vezirleri, emirleri, zengin tebaa, pek çok vakıf yaptılar. Konunun fazla uzamaması için bunlara temas etmiyoruz.

Vakıfların idaresi nazır adı verilen görevlilerce yapılmaktaydı. Zaman içinde idare şekillerinde devlet ve imkanlara göre değişiklikler yapıldı. Kendi vakfı için ilk nazır tayin eden bizzat Hz. Peygamberdir. Hicretin ilk iki asrında vakıflar "Vakıf' tarafından tayin edilen mütevellilerce yönetilirdi. Nazır, mütevellilerin kontrolcusu olarak, onların işlerinin tamamlanmasına nezaret ederdi. Bunların genel murakabesi de "emiru'l-mü'minin" olan hafifeye aitti. Abbasiler döneminde bu işi halifeler yapıyordu. Yıldırım Bayezid, her vilayete "müfettiş-i ahkamı'ş-şer'iyye" tayin ederek vakıf işlerini teftiş ettiriyordu. Osmanlılar döneminde özel şahıslar tarafından kurulan vakıflarla mütevelliler meşgul olmuş, bunlar kadılar vasıtasıyla teftiş ve murakabe edilmişlerdir. Her kadı, kendi mıntıkasındaki vakıfları emrindeki müfettişlerce teftiş ettirdiği gibi, bazan bizzat kendisi de bunları teftiş ederdi. Bununla beraber payitaht kadısı (İstanbul kadısı), bütün vakıfları teftiş yetkisine sahipti (Daha geniş bilgi için bk. Kazıcı, Vakıflar, 7072).

Osmanlılar döneminde 1242 (m. 1826) yılında kurulan Evkaf Nezareti'nden önce vakıflar, vakıflarının şartlarına göre idare ediliyor ve bunlar ayrı nezaretlerce murakabe ediliyorlardı. Bu nezaretler: Haremeyn, Vezir, Şeyhülislam, Tophane ümerası ve İstanbul kadıları nezareti idi. Osmanlıların sonuna kadar devam eden Evkaf Nezareti, 3. 3. 1924 tarihinde çıkarılan 429 sayılı kanunla ilga edilerek Başkanlığa bağlı bir umum müdürlüğe havale edildi. Böylece Vakıflar Umum Müdürlüğü kurulmuş oldu. Cumhuriyetten sonra vakıf mevzuatında ilk mühim değişiklik 5. 6. 1935 tarih ve 2762 sayılı kanunla yapıldı. Bu değişikliklerle vakıf müessesesi kuruluş gayelerinin ve vakıf şartlarının tamamen dışına çıktı ve toplum için görmüş olduğu fonksiyonlar yok edildi.

İslam dünyasında dini, kültürel, askeri, sivil, iktisadi, ictimai, su ve spor gibi sahalara varıncaya kadar hemen her sahada kurulmuş bulunan vakıflar büyük bir hizmet ifa etmişlerdi. Sırf Allah rızasını kazanmak için bu tesisleri kuran insanlara bugün de ihtiyacımız var.

Para Vakfı Ekonomik faaliyetlerin özü ve itici gücü kar unsurudur. Üretim, dolaşım, paylaşım veya tüketim safhalarından herhangi birisinde kara hak kazanabilmek için, İslam hukuku önce, yapılacak ticaret işinin meşru olmasını ister. İkinci olarak da şu üç unsurdan en az birisinin bulunmasını şart koşar: Emek, sermaye ve tazmin etme riski. İslam'da bu üçüncüsü "Vücuh Şirketi"nde ortaya çıkar. Bu da, iki veya daha çok kişinin sermayesiz, borç para kullanmak veya vadeli mal alıp satmak suretiyle elde edecekleri kan, borçların riskini üstlendikleri orana göre paylaşması esasına dayanır (es-Serahsi, a.g.e., XIII, 83, XXI,17,18, 20, 21, 24).

İslam toplumlarında finans sorunu, İslam'ın çıkışından 24. yüzyıl başlarına kadar, karz-ı hasen dışında büyük ölçüde risk esasına ve kar-zarar ortaklığı prensibine dayalı olarak çözümlenmiştir. Muddrebe (emekle sermayenin işbirliği yapılarak, kan aralarındaki anlaşmaya göre paylaşması ve zarar sermayenin katlanması yöntemi), Müşareke (sermaye ortaklığı, karın paylaşılması anlaşmaya göre, zarara katlanma ise kural olarak sermaye oranlarına göre olan ortaklık), Sanayi' (taahhüd işleri yapma), Ziraat Ortakçılığı (emek ve toprak sahibi ortaklığı ve kiralama (leasing) bunlar arasında sayılabilir. 13.cü yüzyıldan itibaren giderek büyüyen para vakıflar da önemli bir fınans kaynağı oluşturmuştur. Ancak vakıf paraların kullanımında temelde islami olmayan bazı uygulamaların da vuku bulduğunu ve bunu mütevellilerin işi bilmeyişine hamletmek gerektiğini belirtelim. Diğer yandan vakıfnamelerde yer alan bazı hukuk terimlerinin, yanlış yorumlanmasının da bu uygulamalarda etkili olduğunu söylemek mümkündür.



>>>>>


3-)

Islam hukukunda vakıf muamelesi için "Vakıf", "Habs veya Hums" ve "Sadaka" olmak üzere üç terim kullanılmıştır. Vakf veya vakıf (va-ka-fe) kökünden arapça bir mastar olup; sözlükte; hapsetmek ve alıkoymak demektir. Kök anlamın kapsamı ederek genişlemiş ve bir malı; mülkiyetin naklı sonucunu doğuran tasarruflardan menedip, gelirini sürekli olarak yoksullara tahsis etmek anlamını kazanmıştır. Çoğulu "evkaf" ve "vukuf ‚tur. Vakıf kelimesi bir isim olarak, edilgen kök, yani "vakfedilen mal" anlamını ifade eder. Osmanlı Devleti uygulamasında "evkif ‚ tabiri, bu anlamda vakfın çoğuludur (Ibn Mahzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut, t.y., III, 969-970).

Islam Peygamber'i Hz. Muhammed bazı hadislerinde vakıf yerine eş anlamlısı olan "habs" kelimesini kullanmıştır (Buhari, Vesaya, 22, 28; Eyman, 33; Müslim Vasiyye, 15, 16).

Imam Şafii (ö. 204/819) ile Maliki hukukçular ve bunları izleyenler, Hz. Muhammed'in ifadesine sadık kalarak, vakıf için "habs" veya "hubs" ile çoğulu olan "ahbas" terimini kullanmaya devam etmişlerdir (Şafii, el-Ümm, Beyrut 1973, IV, 51, 58; Malık, el-Müdevvene, Beyrut 1323, IV, 98-111).

Vakıf yerine "sadaka" kelimesinin kullanıldığı da olmuştur. Sadaka; yoksullara Allah rızası için verilen şey, sevap kazanmak amacıyla hibe edilen mal, demektir (Şafii, IV, 51; Ali Haydar, Tertibu's-Sünuf,101 vd.) Bu kelimeye muharreme (dokunulmaz hale gelen), müebbede (ebedi kılan) veya cariye (devam eden) gibi sıfatlar eklenerek vakıf anlamı kazandırılmıştır (Şafii aynı yer). Hanefilerin büyük çoğunluğu, işin başından itibaren vakıf terimi kullanmayı tercih etmekle birlikte, bazı Hanefi hukukçuları, konu başlığı olarak "Vakıf ve Sadaka"yı birlikte kullanmışlardır (el-Kasani, Bedayıu's-Sanayi, Beyrut, 1974, IV, 217).

Vakıf, bir hukuki müessese olarak şöyle tarif edilmiştir: Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı, devamlı olarak Allah'ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk etmektir. Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (toplumun) mülkü haline gelir. Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve genel esaslara göre olur (Ibnü'l-Hümam, a.g.e., V, 40; el-Kubeysi, Ahkamü'l-Vakf, Bağdat, 1977, I, 75-78).

Ebu Hanife'nin (ö. 150/767) tarifi şöyledir: Vakıf, mülk olan bir ayn'ı, vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten ibarettir (es-Serahsi, a.g.e., XII, 27; Ibnül Hümam, a.g.e., 37-40; Kübeysi, a.g.e., I, 69 vd). Malıkiler, vakıfta ebediliği (te'bid) şart koşmazlar ve kısa süreli vakfı da geçerli sayarlar. Bir ev, dükkan veya araziyi belli süre için kiraya verip, kira bedelini hayır yoluna sarfetmek gibi (Malik, el-Müdevvene, VI, 98 vd.; Kübeysi, a.g.e., 78-80).


4-)Vakıfın müslüman, hür, akıllı ve baliğ yani ergenlik çağına ulaşmış olması lazımdır. (İbn-i Âbidin)

Şart-ı Vakıf (Vakıfın koyduğu şart), nass-ı şari (din sahibinin koyduğu kanun) gibidir. (İbn-i Âbidin)

2. Bir işten haberi olan.

Meşveret olunan kimsenin vakıf olmadığı şeyi veya vakıf olduğunun aksini söylemesi günahtır. Hata ile söylemesi günah olmaz. (M. Hadimi)

3. Arafat'ta vakfeye duran.


5-)Bir şeyi vakıf1 durumuna getirip, bu vakıf için gelir kaynakları bırakmış.


6-)Bilen, farkında olan
Örnek:Demirci anladı, ses çıkarmadı, duvardan üç beş halka aldı, sanatına vakıf bir adam sükunetiyle değneğe taktı. M. Ş. Esendal


7-)Bir şeyi vakıf durumuna getiren.


8-)Bir hizmetin gelecekte de yapılması için belli şartlarla ve resmi bir yolla ayrılarak bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk, para.


9-)Bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk ve paranın idare edildiği yer


10-)Birçok kişi tarafından kurulan ve toplum yararına çalışmayı ilke edinen kuruluş.


11-)Bk. bağlıbağış kurumu


12-)Bir şeyi elde eden, bir işten haberli olan.


13-)Duran, ayakta duran.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Foundation.
İngilizcesi İngilizce
Aware.
İngilizcesi İngilizce
Cognizant.
İngilizcesi İngilizce
Charitable foundation.
İngilizcesi İngilizce
Charitable fund.
İngilizcesi İngilizce
Endowed charity.
İngilizcesi İngilizce
Endowed institution.
İngilizcesi İngilizce
Trust.

  • Gürcistan Başbakanı, bu anlamda gerek yerli gerekse de yabancı sermayeyi teşvik ve yatırımcılara doğru yatırım yapmaları konusunda yardımcı olacak bir Vakıf kuracaklarını belirtti.
  • Hacıosman, müftülük ve Vakıf sorunlarının öncelikle çözüme kavuşturulmasını istedi.

Sizde içinde Vakıf kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Vakıf kelimesi anlamı 100 defa okunmuştur. [240728] Vakıf kelime anlamı, Vakıf nedir, Vakıf ne demek, Vakıf sözlük anlamı

Paylaş