Örf Ve Adet Nedir

Örf Ve Adet Nedir ? Örf Ve Adet Ne demek ?

1-)insanlar arasında tekrar tekrar yapılarak yerleşmiş olan davranışlar, kurallar. Örf, lügatte (sözlükte) “tanıma, bilme, tanınan, bilinen” manalarına gelir. Âdet ise, itiyat, yani alışkanlık demektir. Örf, işle ve sözle; adet yalnız işle ilgilidir. Âdete teamül de denir. Örf ve adete an’ane, gelenek ve görenek de denilmektedir. İslam hukukunda, yalnız dinin ve aklın güzel gördüğü, beğendiği örf ve adetler muteberdir.

Örf ve adetler, devletin herhangi bir müdahalesi olmaksızın, müşterek ihtiyaçların baskısı altında, belli ictimai (sosyal) münasebetleri, tanzim için lazım olup, kendiliğinden meydana gelmektedir.

Örf ve adet, toplum içinde bulunduğu şartlarla çok yakından ilgilidir. Bu sebeple toplumdan topluma, milletten millete, hatta bölgeden bölgeye farklılık arz ederler. Kabul edilmeleri ve değişmeleri zaman içinde kendiliğinden olur. Bir toplumun ahlaki değerleri ve inançlarını aksettirirler.

Örf ve adetin çeşitli tarif ve tasnifleri yapılmıştır. Bunlardan meşhur olan bir tasnif şekli şöyledir:

1. Örf-i am (umumi örf): Kim tarafından ortaya atıldığı belli olmayan, genellikle ülkenin tamamına yaygın, milli vicdana seslenen örf çeşididir. Milleti millet yapan değerlerin başında gelir. Örf-i am’a “töre” de denir. Töre, İslamiyetten önceki Türk toplumunun hayatını düzenleyen en büyük değerdir.

2. Örf-i has (hususi örf): Belirli bir meslek çevresinde veya ülkenin belirli bir bölgesinde geçerli olan mahalli örftür.

Örfi hukuk: Örf ve adetler, zamanla hukuk kuralı haline de dönüşebilirler. Bir örf ve adetin hukuk kaidesi haline gelebilmesi için şu üç şartın gerçekleşmesi gerekir:

1. Maddi unsur: Cemiyette benzer hareketlerin uzun süre tekrar edilegelmiş olması şartıdır.

2. Manevi (Psikolojik) unsur: Bu kurallara uyulmasının mecburi olduğu hususunda halk arasında müşterek bir kanaatin belirmesi ve yerleşmesi şartıdır.

3. Hukuki unsur: Bu kaidelere uymayanlara karşı, devlet tarafından bir müeyyide tatbik edilmesi demektir. Bu sonuncu unsur, bir ictimai kaideye, yani örf ve adet kaidesine hukuk kuralı niteliğini kazandırır. Onu, daha ziyade ahlak ve adap kurallarından sayılması gereken “alelade adetler”den ayırır.

Örf ve adet, yazılı olmayan hukuk kaynaklarındandır. Tarihi bakımdan yazılı hukuktan önce gelir. Avrupa’da hukukun, yazılı hukuk halini alması on dokuzuncu yüzyılın başlangıcından itibaren başlamıştır. Sadece İngiltere bu gelişmenin dışında kalmıştır. İngiltere’de örf ve adet hukuku, yazılı hukuka nazaran çok daha yaygın bir halde bulunmaktadır. Örf ve adet şeklindeki anayasaların en meşhuru İngiliz Esas Teşkilatı Kanunu’dur. İngiliz Anayasasının büyük kısmı örf ve adet şeklinde olup, yazısızdır.

Örf ve adet kaideleri, eskisi kadar olmasa da muayyen bir dereceye kadar bazı hukuki münasebetleri bugün de düzenlemektedir. Çünkü kanun koyucunun sosyal münasebetleri en ince teferruatına kadar düzenlemesi imkansızdır. Günümüzde yazılı anayasa sistemini kabul etmiş memleketlerde dahi, anayasa hukuku sahasında bazı örf ve adet kurallarına rastlamak mümkündür.

Örf ve adet hukukuna, milletlerarası alanda da rastlanmaktadır. Öyle ki, bu alanda mevcut olan örf ve adet kaideleri milletlerarası hukukta antlaşmalarla beraber başlıca kaynak sayılmıştır. Adalet, hakkaniyet, nesafet, mütekabiliyet (karşılık) esası gibi kaideler, hep milletlerarası hukukta, devletlerin karşılıklı olarak uymaya çalıştıkları örf ve adet kaideleridir.

Bugünkü Türk hukukunda örf ve adet: Gerek batı ülke kanunlarında, gerekse bugünkü Türk hukukunda örf ve adet kaidelerine bir hukuki değer verilmiştir. Bugün yürürlükte bulunan ve İsviçre medeni kanunlarından iktibas edilmiş olan Türk Medeni Kanununun 1. maddesinin 2. fıkrasında; “Hakkında hüküm bulunmayan meselede hakim örf ve adete göre... hükmeder.” cümlesi mevcuttur. Keza Türk Ticaret Kanununun 1. maddesinde; “Hakkında ticareti bir hüküm bulunmayan ticari işlerde mahkeme, ticari örf ve adete göre... hüküm verir.” cümleleri vardır.

Önceki Türk hukukunda örf ve adet: Türkler, İslamiyeti kabul ettikten sonra fert ve devlet olarak, İslam dininin bütün kurallarına uymakta büyük bir hassasiyet ve gayret gösterdiler. Devlet hayatını düzenleyen amme hukuku sahasında İslamiyetin esaslarına muhalif olmayacak şekilde örf ve adete dayanan bir takım düzenlemelere gidildi. İslamiyette devlet reisine böyle düzenlemeler yapma yetkisi verilmiştir. Sultanın bu şekilde vaz ettiği, koyduğu kaide ve kurallara “örf-i sultani” denirdi. Bu isim hükümdarın, cemiyetin hayrına, faydasına gördüğü hususlarda kendi iradesine dayanarak çıkardığı her türlü kanunnameler için kullanılıyordu. Bu kanunların hepsine örf-i hukuk denir. Bu usul, İlhanlılarda diğer Türkmen devletlerinde ve Osmanlılarda çok kullanılmıştır.

Örfi hukukun, Osmanlı Devletinde ilk tatbikatı, Sultan Osman Gazi zamanında yapılmıştır. Osman Gaziyi takiben Orhan Gazinin mali konulara ait kendi iradesine dayanarak koyduğu kanunlar mevcuttur. Yine Sultan Birinci Murad Han devrinde örfi hukukun gelişmesine gayret eden vezirleri görülür.

Ayrıca örfi vergiler ve toprak hukukuna ait takrir sistemiyle alakalı en eski kayıtlar Sultan Birinci Bayezid Han devrine; teşkilata dair kanunnameler Fatih devrine aittir. Fatih, Nişancı Mehmed’e divanda uyulacak prensipleri gösteren bir kanunname hazırlamasını emretmişti. O da Fatih’ten önce mevcut bulunan kanunnameleri toplamıştı. Sultan Fatih bunun eksiklerini tamamlıyarak:

“Bu atam dedem kanunudur. Evlad-ı kiramım neslen ba’de neslin (nesiller boyunca) bununla amil olalar (amel edeler).” diye emretmiştir.

Fatih kendisinden önce mevcut bulunan örf ve adet kurallarına uymayı tercih etmiş ve onları toplatmıştır. Böylece Osmanlı Devletinde, İslam hukukuna uygun olacak şekilde idari, mali ve cezai sahalarda, hükümdarların, devlet başkanlığı yetkilerine dayanarak, Osmanlı örfüne göre kanunnameler ve nizamnameler çıkardıkları görülmektedir. Bunlar ayrıca müftülerin ve şeyhülislamların tasdikinden geçtikten sonra yürürlüğe girerdi. Böylece İslamiyete uygunluğu sağlandığından bu kanunlar, İslam hukukunun şumulüne girmekte, onun içerisinde mütalaa edilmektedir. Çünkü İslam esaslarına muhalif olmayan her tasarruf dini olur ve dine uygundur. Bunun içindir ki, Osmanlılarda hakim mevkiinde olan kadılar, fıkıh ve fetva kitapları yanında padişah tarafından çıkarılan emir, ferman ve kanunnamelere de hüküm için kaynak olarak müracaat etmişlerdir. Bütün bunlara göre Goldziher gibi bazı müsteşriklerle bazı yerli yazarların, örfi hukuk adını verdikleri ve meşru örf ve adetlere göre hazırlanan kanunnamelere bakarak, Osmanlı Devletinin şer’i bir devlet olmadığını söylemeleri İslam hukuku açısından doğru olmamaktadır. Zira, dini hükümlere muhalif olmayan örf ve adetlerin, sultanın, padişahın emretmesiyle şer’i bir mahiyet kazanması İslam hukukunun yapısında vardır. Hazırlanan kanunnameleri şeyhülislamın tasdik etmesi de bunun apaçık delilidir.

İslam hukukunda örf ve adet: Örf ve adet, İslam hukukunun kaynaklarındandır. İslam hukukunun kaynakları iki kısımda mütalaa edilir. Kitap (Kur’an-ı kerim), sünnet (hadis-i şerifler), icma (bir asırda bulunan müctehidlerin bir meselenin hükmü hakkında söz birliği etmeleri) ve kıyas (müctehid denilen bir alimin ictihadı) birinci derecede, asli kaynakları teşkil eder. Bu dört ana kaynaktan başka, ikinci derecede, tali kaynaklar da vardır ki, istihsan, mesalih-i mürsele, örf ve adet bunlardandır.

İslam hukukunda Kur’an-ı kerim, hadis-i şerif, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha ile açıkça bildirilmeyen hususlarda örf ve adet de delil kabul edilmektedir.

İslamiyetin ilk yıllarında örf ve adet, muhtelif şekillerde İslam hukukuna girmiştir. Bu durum, bir kaç madde halinde şöyle özetlenebilir:

1) İslam orduları tarafından fethedilen yerlerde, nasslara (ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere) ters düşmeyen örf ve adetler benimsendi. 2) Bazı nasslar ve özellikle hadis-i şerifler örf esasına dayanıyordu. Mesela arpa ve buğday alış-verişinin ölçek hesabına dayanması bir örf ve adetti. 3) Bazı örf ve adetler, Peygamber efendimizin emirleriyle ve gördüklerinde beğenip, yasak etmemeleriyle meşruiyet kazandı. 4) Dört büyük mezhep imamlarından İmam-ı Malik hazretleri, hakkında nass bulunmayan bir meselede, Medine şehri halkının o konudaki örf ve adetini delil kabul etti. Çünkü bunlar, Peygamberimizin görüp beğendiği bir adettir.

İslam hukukunda her örf ve adet hükümde esas alınmaz. Nass (ayet-i kerime ve hadis-i şerif) ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak için umumi adetler delil olur. Âdetin umumi olması için Eshab-ı kiram zamanından kalma ve müctehitlerin kullanmış olması ve devamlı olmaları gerekir. Bu sebeple Sahabe devrinden, zamanımıza kadar Müslümanlar arasında teamül haline gelip, hakkında nass bulunmayan ve yüksek din alimi olan ve müctehidlerce kabul edilip, kendisiyle amel edilmiş bulunan bir örf, icma gibidir. Muamelattaki hükümler için, bu beldenin nassa muhalif olmayan adetleri delil olabilir. Ancak, haram işleyenler çoğalır, haramlar adet haline gelmiş olsa bile helal olmaz. Fakat, mübah olan adetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz.

İslam adeti, bütün insanların, aile ve komşuların birbirine karşı haklarını, vazifelerini, suçları açıkça bildirmiş. Bu değişmez kavramlar üzerinde temel hükümler kurmuştur. Fakat bu değişmez hükümlerin hadiselere tatbikini sınırlamamış, örf ve adetlere göre kullanılmasının değişebileceğini belirtmiştir. Bu itibarla ortaya çıkan birçok hadisenin hükmünü tespit etmekte meşru örf ve adetler esas alınmıştır. İslam hukuku kitapları olan fıkıh kitapları bunun misalleriyle doludur. İslam alimleri, dünyanın her yerinde ortaya çıkan meseleleri fıkıh kitaplarında bildirilenlere benzeterek hükümlerini beyan etmişler, asırlardan beri karşılaştıkları hadiselerin hükmünü ortaya koymakta çaresiz kalıp, sıkıntıya düşmemişlerdir.

Allahü teala, ibadetlerle ve evlenme, alış-veriş ve kul hakları ile ilgili bilgilerin hepsini açık ve kesin olarak bildirmedi. Kısa ve kapalı bıraktığı bilgileri Peygamberinin açıklamasını diledi. Peygamberi de, bunların hepsini tam açıklamadı. Kapalı bıraktığı bilgilerin açıklanmasını ve bunların günlük hadiselere tatbik edilmesini müctehid alimlere bıraktı. Bu alimler bu vazifeleri yaparken, aralarında dinen meşru, makbul görülen ayrılıkları oldu. Böylece mezhepler meydana geldi. Müslümanlara, ibadetlerini yaparken, memleketlerinin örf ve adetlerine, iklim şartlarına ve kendi fizik yapılarına uygun ve daha kolay olan mezhebi seçmek imkanı sağlandı. Ayrı mezheplerin bulunması, Müslümanlar için rahmet ve kolaylık oldu.

İslam hukukunda, örf ve adete bağlı kalınarak hususi hukukun birçok meselesinde hüküm verilmektedir. Fıkıh kitaplarında yer alan ve örfi kaideler, Mecelle’de geniş olarak düzenlenmiştir. Bu kaidelerden bazıları şunlardır:

Madde-36: “Âdet muhakkemdir. (Dini bir hükmü ispat için örf ve adet hakem kılınır. Niza; ihtilaf zamanında ona müracaat olunur.)”

Madde-43: “Örfen ma’ruf olan şey, şart kılınmış gibidir.”(Halk arasında örf ve adet halini almış olan şey, kanun nazarında açık olarak şart kılınmış gibidir.)

Madde-45: “Örf ile tayin, nass ile tayin gibidir.”(İhtiyaç olduğunda dine uygun olan örf ve adetle amel etmek vaciptir.)

Örf ve adetin ehemmiyeti: Bir devletin bekası için gençlerin örf ve adete bağlı olarak yetiştirilmesi gerekir. Devletin geleceği kendilerine teslim edilecek olan nesiller, ecdadının örfüne, adetine bağlı olmaya mecburdurlar. Bir milleti yıkmak isteyenler evvela örf ve adetlere saldırmaktadırlar. Macarlar ve Bulgarlar gibi Türk asıllı kavimler bu değerlerini kaybettiklerinden ve İslam inancına sahip olmadıklarından milliyetlerini unutmuşlar, başka bir millet olarak ortaya çıkmışlardır.

Gelişmiş medeniyet seviyesine ulaşmak için büyük ve hızlı hamlelerin yapılmasına örf ve adet engel değildir. Japonya ve İngiltere gibi teknolojik, ilmi ve ekonomik alanlarda büyük gelişmeler, hamleler yapan iki büyük ülkedeki insanlar örf ve adetlerine saygı duymaları, onu red ve inkar etmemeleri, hiç bir gelişmelerine engel olmamıştır.

Örf ve adetlerine çok değer veren ülkelerden biri olan İsviçre, ilmi ve teknolojik bakımdan geri değildir. Örf ve adet, kişinin mazi ile bağlantısını sağlar. Maziye hürmet etmek ise gericilik değil, kuvvet ve kudret alametidir.

Örf ve adetler bir toplumun, bir milletin müşterek aklıseliminden süzülen kıymetli ve hikmetli kaidelerdir. İnsan hayatının doğumundan ölümüne kadar her anını idare eden esaslardır. Bunlar çok kere hukuk kurallarının da temellerini meydana getirirler. Örf ve adetler, hiçbir cebir ve baskı olmadan toplumun kendisinin meydana getirdiği ve gerektiğinde kaldırdığı en demokratik uygulamalı kaidelerdir.

En gelişmişi dahil, dünyanın hiçbir toplumu örf ve adetleri kaldıramaz ve onların yerine bütünüyle hukuk kaideleri koyamaz. Bugünkü örf ve adetleri kanunlarla yok edilmeye çalışılsa kendiliğinden yeni örf ve adetler meydana çıkmakta gecikmez. Çünkü halkın istek ve hasretlerini, sosyal gerçekleri karşılamayan hukuk kuralları, örf ve adetlerin gücünü yıkamaz.

Kendisine has örf ve adetlerini koruyamayan bir toplum, ancak bir insan yığını olabilir. Yüzyılların ötelerinden, tarihin içinden akarak gelen Türk-İslam kültürü ve onun muhtelif unsurları, örf ve adetleri, Türk toplumunun kimliğini korumasını sağlayan vasıtalardır. Türk örf ve adeti; adalet, iyilik, insan haklarına saygı, namus ve yiğitlik gibi her yerde meziyet sayılan değerlerle doludur.

Anayasa mahkemesi bazı kararlarında bir takım örf ve adet kaideleri hakkında şöyle demektedir: “Her türlü örf ve adeti, akıl ve bilinç dışında bir takım kurallar topluluğu olarak niteleyen bir görüşü benimsemek imkanı yoktur.”

Örf ve adet kurallarının bir başka önemi, daha uzun ömürlü olmalarıdır. Toplum tarafından zorlayıcı bir güç olmadan kendiliğinden kabul edildikleri için kanunlara nazaran kendilerine daha kolay uyulur. Örf ve adete dayanmayan kanunlar toplum tarafından kabul görmezler. Kısa zamanda değişmeye mahkum kalırlar. Örf ve adetler ise daha uzun ömürlü olabilmektedirler.

Örf ve adetlerin toplum içindeki yeri ve önemi reddedilemez. Gençlerin kendi milletinin örf ve adetlerine bağlı olarak yetiştirilmesi, memleketin istikbalinin garantisidir. Örf ve adetlerinden kopan milletler uzun ömürlü olamazlar. Tarih, bu hakikatlarla doludur.


2-)Görenek. ~ hukuku; görenek töresi.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Örf Ve Adet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Örf Ve Adet kelimesi anlamı 264 defa okunmuştur. [241319] Örf Ve Adet kelime anlamı, Örf Ve Adet nedir, Örf Ve Adet ne demek, Örf Ve Adet sözlük anlamı

Paylaş