Fıkıh Nedir

Fıkıh Nedir ? Fıkıh Ne demek ?

1-)İslam dininde, Müslümanların bedenle yapmaları veya sakınmaları lazım olan işleri bildiren ilmin adı. Fıkıh kelimesi Arapçada, dördüncü babdan olunca, “bilmek, anlamak” manasına gelir. Beşinci babdan olunca “dinin emir ve yasaklarını anlamak” demektir. Fıkıh bilgileri, İslamın dört kaynağı olan Edille-i Şer’iyyeden, yani Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriflerden, icma-ı ümmetten ve kıyastan elde edilmektedir. Fıkıh bilgilerinin, ayet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilme ise, “usul-i fıkıh” denir.

Büyük İslam alimi olan müctehidler, bu dört kaynaktan ahkam (hükümler) çıkarırken, mezheplere ayrılmışlardır. Bunlardan dört mezhebin bildirdiği din bilgileri kitaplara geçirilip, bize kadar ulaştırılmıştır. Bunlar; Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleridir. Diğer mezhep imamlarının sözleri toplanarak kitaplara geçirilmemiş, zamanımıza kadar ulaşamamışlardır.

Fıkıh ilmi dört büyük kısma ayrılmaktadır:

1. İbadet: Bunlar beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekat, hac, cihad.

2. Münakehat: İslam aile hukukuna ait, evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.

3. Muamelat: Müslümanların cemiyet hayatındaki karşılıklı münasebetlerini düzenleyen, hukuk kaidelerinden, alış veriş, kira, şirketler, faiz, miras gibi birçok bölümleri mevcuttur.

4. Ukubat: İslam dinine göre suç olan fiillerin cezalarını bildirmektedir. Bunlar “had” denilen cezalar olup, başlıca altı kısma ayrılmaktadır: Kısas, sarhoşluk, sirkat (hırsızlık), zina, kazf (iffetli kimselere iftira), riddet, yani mürted olmak cezalarıdır. Cezalar günahtan sonra geldiği için “ukubat” denir.

Fıkhın ibadet kısmını kısaca öğrenmek her Müslümana farzdır. Münakehat ve muamelat kısımlarını öğrenmek farzı kifayedir. Yani başına gelenlerin öğrenmesi farz olur. Her Müslümanın helalden, haramdan kendisine lazım olan fıkıh bilgisini öğrenmesi lazımdır. Farzlardan sonra ibadetlerin en kıymetlisi, kendisine lazım olan fıkıh ve diğer bilgileri öğrenmektir.Tefsir, hadis ve kelam ilimlerinden sonra en şerefli ilim, fıkıh ilmidir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nafile namaz kılmaktan daha sevabtır. Hadis-i şeriflerde fıkıh ile ilgili olarak buyruluyor ki:

Allahü teala bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakih (fıkıh ilmini bilen) yapar.

Bir kimse fakih olursa, Allahü teala, onu özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.

Allahü tealanın en üstün dediği kimse dinde fakih olan kimsedir.

Şeytana karşı bir fakih, bin abidden (ibadeti çok yapandan) daha kuvvetlidir.

Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.

İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.

Fıkıh ilmini ilk kuran, ilk defa sistemleştiren İmam-ı A’zam Ebu Hanife’dir. İmam-ı A’zamEbu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara kollara ayırdığı ve usuller, metodlar koyduğu gibi, Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Eshab-ı kiramın (aleyhimürrıdvan) bildirdiği itikat, iman bilgilerini de topladı. Bunları Fıkh-ı Ekber adındaki kitabında kısa, öz olarak çok güzel açıkladı. Talebelerinden İmam-ı Muhammed’in yetiştirdiği Ebu Bekr-i Cürcani, onun da yetiştirdiği Ebu Nasr-ı İyad, onun da yetiştirdiği Ebu Mansur-i Maturidi, itikatta mezheb imamımız oldu. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed Şeybani, hocasından öğrendikleri bütün fıkıh bilgilerini kitaplara geçirmişlerdir.İmam-ı Ebu Yusuf’un Kitab-ül-Harac ve İmam-ı Muhammed’in Siyer-i Kebir, Siyer-i Sagir, Mebsut, Ziyadat,Cami-ül-Kebir, Cami-üs-Sagir adındaki kitapları meşhurdur.

Fıkıh ilimlerinde yetişen ve söz sahibi olan İslam alimleri, yedi sınıfa ayrılır:

1. İslamiyette mutlak müctehid olan alimler. Bunlar “Edille-i Erbe’a”dan hüküm çıkarmak için, usul ve kaideler kurmuşlar ve koydukları esaslara göre, ahkam çıkarmışlardır. Dört mezheb imamı bunlardandır.

2. Mezhepte müctehidlerdir. Bunlar, mezhep reisinin koyduğu kaidelere uyarak, dört delilden ahkam çıkaran alimlerdir.İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed ve benzerleri bu alimlerdendir.

3. Meselelerde müctehid olanlardır:Bunlar, mezhep reisinin bildirdiği meseleler için, mezhebin usul ve kaidelerine göre ahkam çıkarırlar.Çıkardıkları ahkamın, mezhep reisinin koyduğu esaslara uygun olması şarttır. Tahavi, Hassaf Ahmed bin Ömer, Abdullah bin Hüseyin Kerhi, Sems-ül-Eimme Serahsi, Fahr-ül-İslam Ali bin Muhammed Pezdevi, Kadihan Hasan binMansur Fergani ve benzerleri gibi.

4. Eshab-ı tahric: İctihad derecesinde olmayıp, müctehidlerin çıkardıkları kısa, kapalı bir hükmü açıklayan alimlerdir. Hüsameddin Razi bunlardandır.

5. Erbab-ı tercih: Müctehidlerden gelen birkaç rivayet arasından birini tercih ederler. Ebü’l-Hasan Kuduri (362-428 Bağdat’tadır), Hidaye sahibi Burhaneddin Ali Merginani, Kemaleddin İbni Hümam gibi.

6. Eshab-ı temyiz: Mukallid alimler olup, bir mes’ele hakkında gelen çeşitli haberleri, kuvvetlerine göre sıralayıp, yazmışlardır. Kitaplarında reddedilen rivayetler yoktur. Kenz-üd-Dekaık sahibi Ebülberekat Abdullah bin Ahmed Nesefi ve Muhtar sahibi Abdullah binMahmud Musuli ve Vikaye sahibi Burhanüşşeri’a Mahmud bin Sadrüşşeri’a Ubeydullah ve Mecma-ul-Bahreyn sahibi İbnüssa’ati Ahmed bin Ali Bağdadi bunlardandır.

7.Önceki tabakalardaki alimlerin kitaplarından doğru olarak nakil yapabilen, onları bildiren mukallitlerdir. Tahtavi, İbn-i Âbidin bu tabakanın alimlerindendir.


2-)FIKIH



Bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmak. Istılahta, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamelelere ait şer'i hükümleri mufassal delilleriyle bilmesidir. Ayrıca, söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin anlayış diye de tarif edilmiştir (Muhammed Maruf Devalibi, İlmi Usul-i Fıkıh, Beyrut 1965, 12; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürri'l Muhtar, İstanbul 1982, I, 34; İmam Burhaneddin, ez-Zernuci, Ta'limü'l Müteallim, İstanbul 1980, 27; M. Ebu Zehra, İslam Hukuk Metodolojisi (Fıkıh Usulü), 13; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1976, I, 13).

Kur'an-ı Kerim'de: "... O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sözü anlamaya (fıkhetmeye) yanaşmıyorlar?" (en-Nisa, 4/78) ayetinde geçen "la yefkahun" ince anlayış ve keskin idrak anlamına gelmektedir. Başka bir çok ayette kafirler için "fıkhetmeyenler" denilmektedir (el-A 'raf, 7/179; Hud, l l/91). Tevbe suresinde, "...bir topluluk da dini hükümleri iyice öğrenmek için kalmalıdır" (et- Tevbe, 9/122) buyruğunda özel bir fukaha topluluğuna işaret edilmiştir.

Resulullah (s.a.s.): "Allah, kimin için dilerse, onu dinde fakih (dini hükümlerin inceliğini kavrayan bilgin) kılar" (Buhari, ilim, 10).

Allah Teala (c.c.)'nın imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına teklif denilir ve fıkhın konusu, insanın bu tekliflere muhatap olarak (mükellef) ortaya çıkan fiilidir. İnsanın lehindeki ve aleyhindeki bütün haklarını delillere dayanarak çıkarmak fukahanın görevidir. Din hususunda Resulullah (s.a.s.)'dan başka kimseye ilmi bir delile dayanmadan dinde söz söyleme hakkı tanınmamıştır. İlmi bir delile dayanmadan kasıt edille-i şer'iyye, yani dört delildir. Bunlar, Kitap, Sünnet, icma ve kıyastır.

Dört halife ve Tabiun devrindeki fıkıh kelimesiyle ilim kastediliyordu. Fıkh-ı Ekber tabiri, akaid ve tevhid ilmini, Fıkh-ı Vicdani kavramı, nefis terbiyesi ve ahlak ilmini, sadece fıkıh kelimesi ise, ameli konuları kapsıyordu. Usul-i Fıkıh ilmi ise, kişinin lehinde ve aleyhindeki haklarını öğrenmesinde takip edeceği kaide ve tavırlar konu alan ilimdi. İmam Ebu Hanife (Ö. -150/767)'nin fıkhı "kişinin leh ve aleyhinde olan hükümleri bilmesi" şeklindeki tarifi, genel bir tarif olup, kelam, iman, ahlak ve tasavvuf gibi ana ilimler bağımsızlaşmamış, bu yüzden "el-Fıkhu'l-Ekber" adlı eseri itikadi konuları kapsadığı halde bu ismi almıştı. Ancak giderek fıkıh ilmi yalnız ibadet, muamelat ve ukubati içine alacak şekilde "amellerin" ilavesiyle tarif edilmiştir. Mecelle'nin 1. maddesindeki tarifte şöyle denilmiştir: "İlm-i fıhh mesail-i şer'iyye-i ameliyye"yi bilmektir. Fıkıh usulüne büyük hizmeti geçen İmam Şafii (Ö. 204/819)'nin tarifi de şöyledir: "Fıkıh, dayandığı delillerden çıkarılmış şer'i, ameli hükümleri bilmektir" (İmam Şafii, er-Risale, Kahire 1979, 503 vd).

Fıkıh yerine yeni kullanılmaya başlanan "İslam hukuku" deyimi, fıkh yerine nisbi olarak kullanılmaktadır. Bu terim, ibadetler dışında muamelat, ukubat ve feraizi kapsamaktadır. Halbuki fıkhın sınırı daha geniş olup, temizlik ve ibadet konularını da içine almaktadır. Fıkhın konusu İslam; emir ve yasaklarla yükümlü kimsenin fiilleridir. Bu fiiller, namaz kılmak gibi yapma ile; gasp gibi terketme ile ve yeme-içme gibi muhayyer bırakma şekilleri ile ilgili olabilir. Akıllı ve ergin kimsenin şer'i hükümlerle yükümlülüğü ehliyet ile ifade edilir.

İbadet ve muamelatla ilgili dini hükümlere "şeriat" denir. Bu kelime, din anlamında da kullanılır. Bu takdirde itikadi ve ameli hükümlerin hepsini içine alır. Ancak şeriat, genellikle ameli hükümler için kullanılır. Buna göre, ilahı nizamın amel ve dış yönünü temsil eder. Dinin iç yönünü, özünü teşkil eden itikadı hükümler, bütün semavi dinlerde ortak olduğu halde, ilahı nizamın dış yönünü oluşturan ameli hükümlerde zaman içinde değişmeler olmuştur. İslam, geçmiş şeriatların büyük bir kısmını değiştirmiş, kaldırmıştır. Allah, melek, peygamberlik ve ahiret günü gibi inanç esaslarında ise, herhangi bir değişiklik olmamıştır. İşte, fıkıh, İslam dini'nin ameli ve dünyevi yönünü ifade eder. Yirminci yüzyılda bu kelimelerin aktüel kullanımları ise, olumsuz bir ideolojik manaya tekabül etmektedir. Ve gerek fıkıhçı, fukaha, gerekse şeriatçı terimlerinin muhtevası kasıtlı olarak yanlış anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber hayatta iken fıkıh, bugün bildiğimiz sistematik manada değildi; kaynaklar, Kur'an ve Sünnetti. Bi'setten tedvin devrine kadar ameli hükümler peyderpey gelmiş ve risalet yirmi üç yılda tamamlanmıştır. Onüç yıl süren Mekke devri'nde daha çok inanç ve ahlak ayetleri, Medine döneminde ise, daha ziyade hüküm ayetleri inmiştir. Zira İslam devleti oluştuktan sonra uygulayacağı hukuk esasları cihad, ibadetler, muamelat ve devletler arası ilişkiler olup bu devrede nazil olmuştur.

İslam fıkhı, bir takım devirlerden sonra oluşmuştur:

1 Resulullah'ın devri: Bu devirde, fıkhın asıl kaynakları olan Kur'an ve Sünnet ortaya çıkmıştır.

2- Sahabe devri: bu devir, Ahkamla ilgili ayet ve hadislerin sahabe tarafından tefsir ve izah edildiği devirdir.

3- Müçtehid imamlar devri: fıkıh meselelerinin yazılmaya başlanması ve büyük müçtehidlerin ortaya çıktıkları devirdir. Bu devir, İslam fıkhı için gelişme ve olgunlaşma devridir.

4- Taklid devri: bu da fıkıh ilminde duraklama devri sayılır.

İslam fıkhı, şu özelliklere sahiptir:

a) Hükümlerin esası vahye dayanır. Kitap ve Sünnet'te açıkça ifade edilen kesin hükümler hiçbir şahıs veya kurumun tasdikine gerek olmaksızın geçerlidir ve bütün müminler için bağlayıcıdır. Bunlar, tek kanun koyucu Allah ve Resulü'nün emir ve nehiyleridir. Bunların esasa ait olan hükümleri, bütün fukahanın görüş birliğiyle yani icma ile sabit olmuş, artık değiştirilmesi mümkün olmayan kurallardır. Bunlara 'şer'i şerif', 'şer'i hukuk' veya 'şer'i hükümler' denmiştir.

Beşeri hukuklarda kanun koyucu ve anayasalar her zaman değiştirilebilir. Kanun koyucular, bazen kral, sultan, şah gibi tek kişi, bazen bir meclis vs. kalabalık bir grup olabilir.

b) Kur'an ve Sünnet'te açık hüküm bulunmayan, hakkında İslam fukahasının icma'ı da olmayan hükümlerde müçtehidler, furua ait meselelerde farklı içtihadlarda bulunmuşlardır.

İslam hukukçularının farklı ictihadlarıyla çözümlenen bu hükümlerin dayanağı; istihsan, maslahat (kamu yararı), örf, adet, sahabe kavli, önceki şeriatler ve sedd-i zerayi' (kötülüğe giden yolu kapama) gibi tali delillerdir. Bu çeşit hükümleri ortaya çıkartan ve şer'i ölçülere göre tespit edenler müçtehid hukukçulardır. Burada bir yönüyle kanun veya kaide koyma faaliyeti mefhumu, müçtehid imamların içtihadlarına inhisar etmektedir. Bir İslam beldesinde Ulü'l-emr yani üst otorite, içtihad yapacak güce sahipse, o da bu yasama işine dahil olur. Aksi halde, yasama, mevcut mezhep veya içtihadlar arasında tercih yaparak uygulanır. İslam Devleti'nin en üst organının yaptığı düzenlemeler, şer'i esaslar dahilinde yapılmak şartıyla bağlayıcı ve meşrudur. Ulu'l-emr'in bu faaliyeti özellikle içtihadı hükümlerin bağlayıcılık vasfını kazanması için gereklidir. O, isterse bu meseleleri mütalaa ve müzakere etmek üzere ehli'l-hal ve'l-akd denilen uzman kişilerden oluşan şura meclisinin görüşlerini alır (bkz. en-Nisa, 4/59; Buhari, Ahkam, 4; Müslim, İmare, 39).

c) İslam fıkhının kapsamı insanın kendisi, toplum ve yaratıcıyla olan münasebetlerini düzenler. Çünkü fıkıh, hem dünyevi, hem uhrevi niteliğe sahiptir. Hem din, hem devlettir, kıyamete kadar süreklidir ve bütün insanlığa yöneliktir. Bu hükümlerin özelliği bütüncül oluşudur. Yani iman, ahlak, ibadet, muameleler içiçedir, birbirinden ayrışmış hayat alanları veya laik temellerle dini hükümlerin ayrışmışlığı sözkonusu değildir. Gönül huzuru, toplum düzeni, fert ve toplum hayatı, herkesi mutlu ve huzurlu kılma düşüncesi, Allah'ın gizli-açık her şeyi kontrol etmekte olduğu esası bu hukuku güçlendiren iç motiflerdir. İslam, bu anlamda bütün beşeri sistemlerden ayrılmaktadır.

Fıkh'ın yöneldiği mükelleflere ait söz, fiil, akit ve tasarruflar iki alanda cereyan eder: ibadetlere ait hükümler; temizlik, namaz, oruç, hac, zekat, adak, yemin gibi insanla Rabbi arasındaki münasebetleri düzenleyen hükümler. Bu konu ile, ilgili olarak, Kur'an-ı Kerim'de yüzkırk kadar ayet vardır.

kincisi, muamela hükümleridir. Akit, hukuki tasarruf, suç ve ceza gibi insanların birbirleriyle ve toplumla olan münasebetlerini düzenleyen hükümler. Bunlar, beşeri hukuktaki umumi ve hususi hukuk alanına girmektedir. Bunların gayesi; ferdin fertle, ferdin toplumla veya toplumun diğer toplumlarla münasebetlerini düzenlemektir.

Muamelat hükümleri şu dallara ayrılmaktadır:

Aile hukuku: "el-ahvalü'ş-şahsiyye" denilen bu hükümlere Kur'an'da nikah, talak, iddet, nafaka, mehir, nesep, miras gibi terimlerle yer verilmiştir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de yetmiş kadar ayet vardır.

Medeni hükümler: Alım-satım, kira, kefalet, ortaklık, borçlanma, borcu ödeme gibi fertler arasındaki mali ilişkileri düzenleyen ve hak sahibinin hakkını koruyan hükümler, bu niteliktedir. Bu hususta da Kur'an-ı Kerim'de yetmiş ayet vardır.

Ceza hükümleri: Bunlar, mükellefin işlediği suçlar ve bunlara uygulanacak müeyyidelerle ilgilidir. Amaç, can, mal, ırz ve hakları korumak, suçlu ile mağdur ve toplum arasındaki ilişkileri düzenlemek ve güveni sağlamaktır. Bu konuda otuz kadar ayet-i kerime vardır.

Usul hukuku: Kaza, dava, isbat yolları gibi konuları kapsar. Bunlarla ilgili olarak yirmi kadar ayet vardır.

Anayasa hukuku: Devlet nizamını ve bu nizamın işleyiş tarzını belirleyen, yönetenle yönetilenler arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümler olup, "el-Ahkamü's-Sultaniyye" adıyla incelenmiştir.

Devletler umumi ve hususi hukuku: Bu hukuk dalı, İslam devletinin barış ve savaş zamanlarında diğer devletlerle olan münasebetlerini, müslüman ve zimmet ehli vatandaşların haklarını düzenler. Bu konu ile ilgili olarak yirmibeş ayet vardır.

İktisat ve maliye hukukuna dair on ayet vardır. Bu ayetler, İslam devleti'nin gelir kaynakları ile harcama yerlerini gösterir (ez-Zühayli, el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletuhu, Dimaşk 1984, I, 15 vd; M. Ebu Zehra. Usulü'l-Fıkh, s.96 vd).

Bu prensipler, fertle devlet arasındaki malı ilişkileri düzenler. Bir İslam ülkesindeki mallar şu kısımlara ayrılır:

1- Genel ve özel devlet malları: ganimetler, öşür, gümrük, haraç, katı ve sıvı madenler, tabii kaynaklar. 2- Toplum malları: Zekat, sadakalar, adak ve krediler. 3- Aile malları: nafakalar, miras ve vasiyetler. 4- Fert malları: ticaret, kira ve şirket gelirleri ile diğer meşru gelirler, mali cezalar; keffaretler, diyet ve fidyeler.

d) İslami ameli hükümler, helal ve haram olarak dini bir vasıfla nitelenir. Beşeri hukukta, böyle bir değerlendirme sözkonusu değildir. İslam'da muamelelerin hükümleri, dünyevi ve uhrevı diye ikiye ayrıldığı için, dünyevi olan fiil veya tasarrufun dış görünüşüne dayanır.

Mahkeme kararları (kazaı hüküm) bu gruba girer. Çünkü hakim, gücünün yettiği şekilde hüküm verir. O'nun hükmü batılı hak, hakkı batıl kılmaz. Yani gerçekte haramı helal, helalı haram yapmaz. Diğer yandan kaza, fetvanın aksine bağlayıcıdır. Uhrevi hüküm ise, bir şeyin gerçeğine dayanır. Bununla kişi ve Allah arasında amel edilir. Buna diyanı hüküm denir. Hükmün bu yönü, fetva ile ilgilidir. Fetva, sorulan dini bir meselenin şer'i hükmünü bağlayıcı olmamak üzere haber vermek demektir. Hükümler arasında böyle bir ayrımın yapılması şu hadise dayanır:

"Ben, ancak bir beşerim. Siz bana muhakeme ile başvuruyorsunuz. Taraflardan birisi davada delillerini diğerinden daha iyi açıklayabilir. Ben de dinlediğim ifadelere göre, onun lehine hüküm verebilirim. Kime bir müslümanın hakkını verirsem, bu, (onun elinde) ateşten bir parçadır; onu alsın veya terketsin" (Kütübi Sitte, Malik ve Ahmed b. Hanbel'de yer almaktadır).

Bu ayırımın faydası şudur: Boşama, yemin, borç, ibra, ikrah vb. konularda hakimin görevi müftününkinden farklıdır. Hakim, olayların dış görünüşüne göre hüküm verir. Eğer bu iki yön çatışırsa, iç görünüşe göre fetva verir. Mesela: Bir kimse, borçlusuna bildirmeksizin, onu borçtan ibra etse, sonra da mahkemeye başvurup, alacağını talep etse, hakim, borcun ödenmesine hüküm verir. Fetvaya göre ise, ibra ettiği için artık bu alacağını talep edemez (ez-Zühayli, a.g.e., I, 2 1 -22) .

d) Fıkhın, bu günkü devletler umumi hukukuna tekabül eder bölümüne 'siyer' denir.

e) Usul-i Fıkıh, fıkıh metodolojisi ve fıkıh nazariyesidir. Delillerin istinbat usulünü ele alır.

Hamdi DÖNDÜREN


3-)(Islamıc Law) 1. İnsanın ieh ve aleyhinde olanları
bil­mesi.

2.

Bilinen
hükümlerden yola çıkarak bilinmeyen hak­kında yargıya varmak.

3. İbadet,
ceza ve uygulamaya yönelik şer1! hükümleri ayrıntılı delilleri İle beraber
bilmek. Fıkıh ilmi­ne fetva verecek düzeyde vakıf olan kişiye de faklh denir.


4-)Bir şeyi gereği gibi, iyice anlayıp bilme.


5-)İslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuş olan kuralların bütünü.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Canon law.

  • Üniversitede İslam hukuku ve Fıkıh dersleri veren Kadri, 1981’de din ve eğitim odaklı Kuran Yolu Hareketini kurmuş 70 ülkede faaliyete gösterir hale getirmişti.

Sizde içinde Fıkıh kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Fıkıh kelimesi anlamı 271 defa okunmuştur. [237377] Fıkıh kelime anlamı, Fıkıh nedir, Fıkıh ne demek, Fıkıh sözlük anlamı

Paylaş